Anadolu, Allah’ın (c.c) Türk insanına bahşettiği ender ve istisnai bir coğrafyadır. Dört mevsimde dört mevsimin yaşandığı bir başka ülke sanırım yoktur yeryüzünde. Bu ülkenin, tarımı ve hayvancılığı bir zamanlar dillere destandı. Bu destanlığı, bu ürünlerin türünden, çeşitliliğinden, tadından, aromasından gelmekteydi.

Ben köy çocuğuyum. Çocukluğum köyde, ineklerle, atlarla, koyunlarla, tavuklarla, arpayla, çavdarla, buğdayla, patatesle, kavun ve karpuzla iç içe geçmiştir.

Köyümün kadınları ekmek yaptıklarında, pişen yufkanın kokuları, kilometrelerce ötelerden, pişirilen pilavlardaki tereyağının kokuları ise taaa uzaklardan duyulurdu/hissedilirdi.

Geçenlerde köyüme gittim. Durumu anlattım. Bana ne dediler biliyor musunuz: “Geç akraba onları bir kalem. Şimdi bütün ürünler damak tadına göre değil, ticari değerine göre üretilmektedir.”

Bu ne demek diye düşünüp kaldım.

Bir akşam internette gezinirken, “Türk Tarımı ve hayvancılığında ürküten tablo” diye bir yazıya takıldı gözüm (Ortadoğu Gazetesi İnternet sayfası: 14.09.2010)

Bu tabloya göre; “AKP’nin 8 yıllık tarım ve hayvancılık icraatlarının dökümü” rapor halinde anlatılıyor.

Rapora göre, bir Avrupalı yılda kişi başına 75 kg. kırmızı et tüketirken bu oran, benim ülkemde kişi başına 7 kg kırmızı et olarak veriliyor. Tarım ülkesi olan benim ülkemde benim insanım Avrupalı birinin tükettiği kırmızı etin ancak ve ancak onda birini tüketebiliyor.

Bu veri, beni çok kaygılandırdı ve utandırdı.

Bu rapora göre, “ 8 yılda 2 milyondan fazla çiftçi tarımdan koparken, toplam tarım alanı ise 2.1 milyon hektar azalmış. Boş bırakılan tarım alanı büyüklüğü; Osmaniye, Kilis, Bartın, Düzce, Kocaeli olmak üzere 8 ilin toplam alanına ulaşmış.”

Rapora göre son tarım politikaları, “tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden” biri olan Türkiye’yi tarımda da dışa bağımlı hale getirmiş. Tarımın yanında hayvancılıkta da dışa bağımlı hale gelmişiz. Hükümetin, “artan et fiyatlarını aşağı çekebilmekten ziyade artışları durdurmak uğruna yurt dışından, canlı hayvan ve et ithaline izin vermesi ve bu alanda bazı vergileri düşürmesi” bu gerçeği apaçık ortaya koymaktadır.

Rapora göre, 2002 yılında Türkiye’nin büyük ve küçükbaş hayvan varlığı toplamı 41 milyon 879 bin iken, bu sayı 37 milyon 689 bine düşmüş. Bunun neticesi Türkiye, Amerika, Brezilya, Uruguay, Arjantin, Yeni Zelanda, Avustralya,, İzlanda, Norveç, Estonya, Litvanya, Letonya, Macaristan gibi ülkelerden canlı hayvan almak zorunda kalmış bulunmaktadır.

İşin bir başka enteresan yönü de, 2002-2009 yıllarında nüfusun 3,2 milyon artığı, hayvan varlığının 4 milyon azaldığı, kırmızı et tüketiminin 10 bin ton düştüğü belirtilmekte. Oysa artan nüfusla birlikte tüketimin de arması gerekmiyor muydu?
Aynı rapordan özetle, Türkiye bu hükümet döneminde Türkiye’nin yüzölçümü bakımından ikinci büyük ili olan Ankara’nın yüz ölçümü kadar alanı işlemekten (ekip-dikmekten) vazgeçmiş(25 bin km2 = 2.5 milyon HEKTAR). Hükümetin yanlış tarım politikaları nedeniyle boş bırakılan tarım alanı ise, toplam 20 bin km2 = 2 milyon HEKTAR’ı bulmaktaymış.

Aynı dönemde tarımla uğraşan çiftçi sayısı da hızla azalmış. 2002 yılında tarımdan geçimini sağlayan çiftçi-üretici sayısı 7.4 milyon aile iken, 2009 sonu itibariyle bu sayı 5.2 milyona gerilemiş bulunmaktaymış.

Bu verinin ortaya çıkardığı gerçek şu oluyor: Yanlış tarım politikaları sayesinde sadece Türk tarım ve hayvancılığı bitme noktasına gelmemiş. Tarımla geçinen 2 milyondan fazla aile de bu alandan kopmuş. Bunlar, ya köylerinde açlıkla boğuşmakta ya da bir büyük şehrin varoşlarında zavallıları oynamaktadırlar.

Esen kalınız.

Not: Bu yazı 2010 yılında yazılmıştı, keşke ben yanılsaydım.