Kazanlı Müçtehid, Musa Carullah Bigiyef

  Türk İslam tarihi boyunca nice alimler gelip geçmiştir

  İslam tarihi boyunca nice alimler gelip geçmiştir. Kimisi çağına ve çağlar ötesine damgasını vurmuştur, kimisi de hiç ses getirmemiş ve kaybolmuş gitmiştir.

Musa Carullah Bigiyef de son asırlarda yetişmiş, özgün bakış açısı ve anlatım tarzıyla Rusya'da yetişmiş müçtehit alimlerdendir. Her alimin başına geldiği gibi hayatı sürgünlerle geçmiş, çeşitli konulardaki görüşleri tartışmalara neden olmuştur. Ancak bir gerçek var ki Kazan Türklerinin yetiştirdiği bir alim olan Carullah, çağını kavramış ve tartışmalı bir çok konuda cesaretle görüşlerini beyan etmiştir.

Bu yüzden çeşitli eleştirilere de maruz kalmıştır. Carullah, yenilikçi kabul edilmekle birlikte, yöntem bakımından farklı hareket etmiştir. Fikirlerini çoğunlukla içtihada dayandırmış, tarihin her döneminde ortaya çıkmış sorunların, İslâm'ın evrensel mesajlarıyla çözümlenebileceğini öne sürmüştür. İslâm'ın ıslahata ihtiyacı olmadığını, sosyal, dini ve siyasi hastalıkların İslâm'da değil, özümüzde olduğunu ileri sürmüştür.

Musa Carullah'ın en çok eleştirilen düşüncesi, ilahi rahmetin mümin, kâfir herkesi kuşattığını, hiçbir kimsenin ebediyen cehennemde kalmayacağını savunmuştur. İleri sürdüğü bu görüş yüzünden çok sert tepki görmüş ve işinden de ayrılmak zorunda kalmıştır. Bu kadar hareketli bir yaşama ve özgün düşünceye sahip Musa Carullah Bigiyef, 1875 yılında Tataristan sınırları içinde bulunan Rostov şehrinde dünyaya gelmiştir. Buhara, Mısır, Hicaz, Hindistan, Şam medreselerinde ve daha sonra Rusya'da hukuk alanında okumuştur.

1917 Ekim Devrimi sonrası, yazmış olduğu "İslamiyet Elifbası" adlı eseri nedeniyle Rusya'da tutuklanmış ve bu ülkeden kaçmıştır. Çin, Afganistan, Hindistan, Finlandiya, Almanya, Türkiye, İran, Irak, Japonya, Mısır'da yaşamış olup 1949 yılında Kahire'de ölmüştür. Yaşamı boyunca 120 civarında eser bırakan Carullah'ın en dikkat çekici eseri, Türkçemize de Abdullah Kahraman tarafından tercüme edilmiş olan "Uzun Günlerde Oruç" adlı kitabıdır. Pek çok temel İslami konunun ele alındığı bu kitap Osmanlı döneminde içeriği nedeniyle toplatılmış olup Carullah'ın özgün bakış açısı her satırından adeta fışkırmaktadır.

Bu kitabında; "İslam aleminin fikren ilerleme sürecinde "taklid" meselesi gibi, çok zararlı ve büyük bir bela daha ortaya çıkmamıştır." diyerek içtihat kurumunun kıyamete kadar devam ettiğini öne sürmüştür. Mezheplerin, dinin tanımış olduğu esnekliği ve özgürlüğü daralttıklarını, sonuç olarak "taklidin haramlığını" vurgulamıştır.

Tevrat'ta ve geleneksel İslami anlayışta var olan "Havva, Adem'in sol kaburgasından yaratıldı." ifadesinin bilime ve gramer kurallarına aykırı olduğunu belirterek bu sözün "Kadının tabiatı kaburga kemiğinin başı gibi eğri olsa da ona tahammül et, zorla ve baskıyla değil yumuşaklıkla terbiye et." şeklinde olduğunu beyan etmiştir. Adem'in yaratılışı konusunda da "Allah Adem'i kendi suretinde yaratmıştır." hadisine bağlı olarak Adem'in hiçbir aşamadan geçmeden doğrudan bugünkü suretinde yaratıldığını söylemektedir. Carullah'ın en orijinal sayılacak çalışması ise Kutup bölgelerinde yaşayanların namaz ve oruç meselesidir.

Gece ve gündüzün aylarca sürdüğü bu yerlerde namaz ve orucun farz oluşu üzerine görüş beyan etmiştir. Kutuplarda yirmi dört saatlik zaman dilimi üzerinden namazların farz olduğunu, ancak oruç için bunun geçerli olmadığını, "siyah iplik beyaz iplikten ayırt edilinceye kadar" ayetinin Kutuplarda gerçekleşmemesi nedeniyle bu bölgede yaşayan Müslümanlara orucun farz olmadığını belirtmektedir.

Kerahet vakitlerinde namaz kılmanın yasak olmasını ise şaşırtıcı bir şekilde açıklar. "Şer-i şerifin bu üç vakitte müminlere ibadet etmeyi yasaklaması, tabiata tapanları biraz ikrar (tasdik) gibi olsa gerekir.

Nitekim İslam Şeriatı Ehl-i Kitab'ı ikrar eder. O halde tabiata tapanları da pekala ikrar edebilir." Bu düşünce de Muhyiddin İbni Arabi'nin tanrı tasavvurunun Carullah'ta da bulunduğunu görmekteyiz. "Size farz kılınan oruç, sayılı günlerdedir. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan ise, diğer günlerde, tutamadığı günler sayısınca tutar. Ona dayanıp kalacaklar üzerine de bir yoksulu doyuracak kadar fidye gerekir. ..." (2/184) ayetinden yola çıkarak oruç farizası karşısında insanları üç kısma ayırmıştır.

1. Zahmetsiz ve meşakkatsiz orucu tutabilenlere oruç farzdır. 2. Takati olanlar. Yani meşakkat ve güçlükle de olsa orucu tutabilenler. Bunlar orucu tutar ise kendi tercihleri ile tutarlar. Tutmazlar ise onlara  fidye vermek farz olur. 3. Takatleri bulunmayanlar. Yani oruç tutmaktan aciz, ya da oruçtan kesin olarak zarar görenler. Bunlara ne oruç ne de fidye farzdır. Verilen bu örnekler çerçevesinde Carullah'ın İslam'ın özüne yönelik pek çok konuda, kaynaklara hakimiyeti ve derinlemesine analiz yeteneği olduğu görülmektedir.

Kerahet vakitleri konusunda ibadetin yasak olmasını bağladığı neden İslam'ın Allah tasavvuruna ne kadar ters olsa da, Carullah'ın genel olarak Müslümanların ufkunu açan ve yüzyıllarca uyutulmuş din algısından kurtaracak bir vizyona sahip olduğu açıktır. Pek çok konuda eleştiriye uğramasına karşın Musa Carullah yazmış olduğu eserlerle çoğu İslam aliminin aksine mütevazi bir şekilde tarihteki yerini almış, eserlerini okuyup anlayacak cemaat/tarikat/mezhep zincirlerini kırmış ve özgür düşünceyi rehber edinmiş Müslümanları beklemektedir.

Editör: TE Bilişim