Göç ve göçmenler (ya da bugünkü ifadesiyle sığınmacılar), defalarca, medeniyetlerin yıkılmasına ve yeni medeniyetlerin kurulmasına neden olmuştur. Göç, bazı yüzyıllarda insanlığın en büyük problemiydi. 21. ve belki de 22. yüzyılın başlıca sorunu yine göç ve göçmenler olacak. Bu süreci iyi yöneten milletler ayakta kalacak hatta güçlenecek. Süreci yönetmeyi beceremeyenler ise yok olacak.

Göç, doğal olarak her millet için aynı anlama gelmiyor. Göç veren topluluklar ve göç yolları üzerinde olmayan coğrafyalar, göç alan ülkelerle aynı riski taşımıyor. Türkiye hem göç aldığından hem de göç yolları üzerinde olduğundan en riskli ülkelerden biri. Ülkemize eğitimsiz kitleler akarken eğitimli gençlerimizin yurtdışına yönelmesi riski büyütüyor.

Tarihte yıkıma ve yeni bir medeniyetin kurulmasına neden olan ilk büyük göç Türklerin anavatanlarından batıya ve güneye doğru hareketlenmesiyle başlayan Kavimler Göçüdür. Türklerin batısında olan Slavlar ve onların batısında olan Almanlar, kendilerinden çok daha ileri ve güçlü olan Türklerin önünde duramayarak daha da batıya yönelerek Roma İmparatorluğunun sınırlarını geçtiler.

Ren nehrinin güneyindeki geniş coğrafyaya hakim olan Roma, göçe kadar, Latinlerin ve Latinleşmiş halkların yaşadığı, Latince konuşulan çok ileri bir medeniyetti. Almanların ve Slavların gelişiyle sarsılan Roma, bu gelişin hemen ardından başlayan Hun ve Avar akınlarına dayanamayarak yıkıldı. Pagan, Latin ve son derece ileri olan Roma medeniyetinin yerini, Hıristiyan, Ari ve gerici bir yapılanma olan Avrupa aldı.

Fransız, İspanyol, Portekiz ve İtalyan milletleri Almanlarla Latinlerin bütünleşmesinden oluştu. İngilizler, Almanlar ve Hollandalılar Almanların; Çekler, Slovenler, Slovaklar, Sırplar, Hırvatlar, Polonyalılar ve Karadağlılar Slavların, Macarlar ve Bulgarlar Türklerin, Finler ve Estonyalılar Türklerle akraba kavimlerin torunları. Güneye göç eden Türkler Türkistan’ı, Horasan’ı ve Kuzey Hindistan’ı fetih ederek, o coğrafyalara yerleştiler. Türklerin göçleri yüzyıllar sürdü. Bu göçler münasebetiyle İran, Azerbaycan, Anadolu, Kafkasya, Deşti Kıpçak ve kısmen Rumeli Türkleşirken, Mısır, Suriye, Irak ve Kuzey Afrika’ya yerleşen Türkler Araplaştı.  

İkinci göç, bu şekilde isimlendirilmese de Haçlı Seferleridir. Seferlerden önce Avrupa nüfusu çok kalabalıktı. Toprak ağalığı münasebetiyle halk fakirdi ve zulüm altında inim inim inliyordu. Kilise ve krallıklar iş birliği yaparak, iki yüz yıl boyunca milyonlarca Avrupalıyı kutsal beldeleri ele geçirmeye gönderdiler. Bu seferler sayesinde Avrupa’daki nüfus baskısı azaldı. Hem bu nedenle hem de gelen ganimetler sayesinde ekonomi rahatladı. En parlak dönemini yaşayan Türk-İslam medeniyetiyse hem Haçlı Seferleri hem de Moğol istilası yüzünden önce durakladı sonra gerileme sürecine girdi.

Üçüncü büyük göç, Avrupalıların Amerika kıtasını bulmasıyla başladı.  1600’lerden itibaren başlayan Avrupalı akını 2000’lerde minimum düzeye inmiş durumda. Avrupalılar yeni kıtaya efendi olarak gittiklerinden, kendilerine hizmet edecek kölelere ihtiyaç duydular. Bu ihtiyaçlarını köleleştirdikleri siyahileri Afrika’dan getirerek çözdüler. Siyahilerin zorunlu göçü tam iki yüz elli sene sürdü.

Bu göç neticesinde savaşçı erkek nüfusun azaldığı Afrika, Batılıların işgaline hazır hale gelirken Amerika, siyahilerin alın teri ve göz yaşıyla kuruldu. Avrupalıların göçü neticesinde, en parlak örnekleri İnka, Maya ve Aztek olan Kızılderili medeniyeti yıkılırken yerine kuzeyde Anglosakson, Protestan ve Beyaz; Orta ve Güney Amerika’da Latin, Katolik ve Melez medeniyetler kuruldu. 1960’lardan itibaren, eski kıtadan yeni kıtaya göç, arızı olaylar (İran Devrimi, SSCB’nin yıkılması gibi) dışında neredeyse durdu.

Aynı tarihlerde iyi yönetilmediği için fakirleşen Güney ve Orta Amerika’dan ABD’ye, giderek yoğunlaşan göç dalgaları başladı. Bu dalgalar neticesinde, özellikle ABD’nin güneyinde Latinolar ve Latin kültürü ağırlık kazansa da Amerika, göçmenleri asimile etmekte başarılı. Latinolar sadece on yılda, gururla ‘’Biz Amerikalıyız.’’ diyorlar ve daha ilginci kısa zamanda anavatanlarından kopuyorlar.

Henüz ilk yıllarında olduğumuz dördüncü ve muhtemelen en büyük ve en yıkıcı göç, güneyden kuzeye, doğudan batıya oluyor. Başka bir ifadeyle Araplar, Afrikalılar ve Hint kökenli halklar Avrupa’ya göçüyor. Ülkemiz göç yollarının üzerinde. Göç veren coğrafyalar çok kalabalık ve nüfus artış hızı son derece yüksek. Bu coğrafyalarda savaş yahut iç savaş var. Hindistan dışındaki ülkeler ya diktatörlükle ya monarşiyle ya da demokrasinin en ilkel şekliyle yönetiliyorlar. Göç alan ülkeler, zenginler ve demokrasiyle yönetiliyorlar. Nüfusları azalıyor ve yaşlanıyor. 

Nüfusun azalma oranı ve dolayısıyla yaşlanma hızı her yıl hızlanıyor. ABD’nin aksine Avrupa ülkeleri göçmenleri ne asimile edebiliyor ne de entegre. Bu da Avrupalıların kendi gibi olmayan göçmenleri dışlamasına yol açıyor. SSCB dağılana kadar Avrupa’daki en kalabalık göçmen toplulukları Türkler, Hint kökenliler ve Kuzey Afrikalılardı. SSCB dağılınca, o coğrafyalardaki göçmenlere öncelik verdiler. Bu yönelim Avrupa’nın sorununu çözemezdi. Zira Türk ülkeleri dışında eski SSCB ve doğu bloku ülkelerinin tamamının da nüfusu azalıyor ve yaşlanıyor. Bu münasebetle Avrupa ülkeleri göç veren ülkelerden göçmenleri seçerek alma yoluna gittiler. Eğitimlilere, kendileri gibi olanlara, kendilerine en çok benzeyenlere (Hıristiyanlar, Müslüman olmayanlar) öncelik verdiler. Bu siyaset çerçevesinde, Batı açısından en riskli komşu olan Türkiye’yi göçmenler kabul ve muhafaza eden bir kamp olarak tanımladılar.

NOT : Aynı konuyu ele almaya Perşembe günü devam edeceğiz.