Burada kastın hangi ülkücü olduğu önemli değildir.

İster sadece tekil olarak kendimiz oluruz, isterse de aynı mefkureye baş koyduklarımız. İster el üstünde tutulan olsun, isterse ihraç edilen, görmezden gelinen. Yeter ki…

Sayın Cumhurbaşkanı, partisinin Genel Başkanı sıfatıyla geçen hafta yaptığı konuşmalarda kendine özgü bilinen ancak bizim yeniden içselleştirmemiz gereken şeyler söyledi.

Dedi ki, "Davası olmayan ve bulunduğu yerde milletimizin tamamını kucaklayamayan hiç kimse AK Parti'de yöneticilik yapamaz. … emeği geçen tüm kardeşlerime vefa borcumuz olduğuna inanıyorum… siyaset baronlarının tarzıyla AK Parti'de etkinlik kurmaya kalkan herkes karşısında bu kardeşinizi bulur…”

Bu sözlerin karşısında şapka çıkarmamak mümkün mü? Bunları dinlerken, yaptığım otokritikle aklıma iki şey geldi.

Bir: Divan Başkanı olduğu ilçe kongresinde kendi partililerine parmak sallayan zat karşısında kimseyi bulmadı. Yine, ülkücü kimlikli milletvekili adaylarından, örneğin listenin 7’nci, 10’uncu ve 15’inci sırasında yer verilen ve doğal olarak seçilemeyenleri 4 yıl sonraki seçimlerde, istisnasız önceki sıralarının gerisine koyanlar da karşısında kimseyi bulmadı.

Diyen olmadı ki, kardeşim senin ilinde kaç milletvekili çıkarabiliyoruz? 1,2,3.

Bu adamlar ülkücü mü? Evet.

O halde senin derdin ne? En kötüsü eski sırasına koy veya hiç listeye koyma. Nasılsa çalışıyorlar, üstelik bazıları oğullarıyla(!), kızlarıyla, sülaleleriyle…

İki: 3 Temmuz 2016 tarihinde yayınlanan, “Sayın Genel Başkan’dan İstirhamımdır” başlıklı yazımı hatırladım ve burkuldum. Ki o tarihte henüz melun darbe girişimi olmamış, Türk Milleti tarihine kara bir leke olarak yazılan ihaneti görmemiş ve MHP ile iktidarın fiili yakınlaşması başlamamıştı.

Amatör bir ülkücü refleksiyle özetle demiştim ki,

“…dinlediğini kavrayan ancak hiçbir kişisel siyasi beklentisi olmayan, güvendiğiniz birisini değişik yerlere gönderin. Örneğin; Herhangi bir il başkanlığına gönderin, herhangi bir mahalle kahvesine gönderin, camiye gönderin, kütüphaneye gönderin, ülkü ocaklarına gönderin, taziye evine gönderin ve duyduklarını size rapor etmesini isteyin…”

Eğer bir elin parmakları paradoksuna düşenler meydanı boş bulmasaydı ve sağlıklı raporlar gelseydi, Rabbimin varlığından emin olduğum kadar eminim ki her şey tersyüz olurdu. Ne bugünkü savrulmalar, ayrılıklar yaşanır, ne de ülkücülerin içi kan ağlardı.

Sayın Cumhurbaşkanı, “…%51,5 evet oyu sadece bizim olmadığı gibi %48,5 hayır oyu da sadece CHP’nin değildir…” dedi ya işte bu yaktı da geçti. Nerede evet veya hayır oyu veren ülkücülerin esamisi? Diğerleri torbasına girmek ne acı!

Son 15 yılda girdiği her seçimi kazananlar bunu nasıl başardı ona bakmak ve sonra MHP’de son 20 yılda metal veya mental yorgunluğu var diye, başarısız diye, motivasyonunu yitirdi diye, taban istemiyor diye, kaç kişi değişti ona bakmak gerekir. Ki yönetmeye talip siyaset arayışı anlaşılabilsin.

Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun, gönlü buruklara.