Şaşırmayın arkadaşlar yazının sonunda Ülkücü ruhun şaha kalktığını göreceksiniz!
Lütfen, yazıyı tamamen okuyalım, kavrayalım ve öyle yorumlayalım.
Neden mi?
Madem okuyoruz, yazıyoruz, araştırıyoruz bu bizim üzerimize farz bir konuyu araştıracağız, kitapları karıştıracağız, kaynaklara ineceğiz ve konuyu enine boyuna ortaya koyacağız.
Bununla bitiyor mu?
Hayır.
Tarihi olayları günümüzdeki yaşanılan politik oyunlar ile bağdaştırınca çözüm üretmek ve kendi fikrimizi ortaya koymak…



18 yaşımızda zindanlarda kendimizi bulduk, durmadık, okuduk, ibadet ettik, ağabeylerin emri üzerine tarikatlara intisap ettik ve tasavvufu araştırdık.

Sonrasında günümüzdeki tarikatların çıkar menfaat ve insanları kullanmak için faaliyet gösterdiklerine şahit olduk.

Cemaatlerin tamamen çıkar, nefsi arzular, emperyalistlerin emrindeki faaliyetleri ve yoksul zengin demeden insanların dini duygularını sömürüp güçlenmelerine şahit olduk.

Bize düşman gösterilen inançlar ve fikirleri araştırdık, tahliller yaptık ve Milli Dini konularda okumadığımız kitap, araştırmadığımız konu kalmadı sayılır.

Gidişatımız hakkında endişelere kapıldık, doğru olanı Tanrı’nın bize bahşettiği akıl melekemiz ile görebildik şükür.

Yaş olarak olgunlaştık, fikir olarak dolduk, düşünce olarak ürettik ve inandığımız gibi konuştuk yazdık. Artık bilgilerimizi yeni nesillere aktarmalıydık.



Hapisten çıkmadan önce kendi kendimize söz verdik: “İçerde kendimizi yetiştireceğiz, dışarı çıkınca Ülkü fideleri yetiştirmek içinbilgilerimizi yeni nesillere aktaracağız.” Dediğimizde ikbalimizi hiç düşünmedik.

Yolumuz gurbete düştü, vatandan uzaklarda sürgünlük burukluğunu yaşarken sevindik, yeni nesile gurbette yetişen Ülkü çiçeklerini yetiştirmek için fikir olarak onları besleyecektik, yani gübre olacaktık.

Durmadık, kitaplar yazdım, federasyona dergiler çıkarttım kendi paramla ve fisebilillah dağıttık.

Ama nafile.

Federasyon başkanına: “Başkan biz hizmet ehliyiz, konferans, sohbet ne isterseniz hazırız, birikimimiz var bunu ocaklarda gençlere aktaralım.” Dedim ve aldığım cevap hayal kırıklıklarıyla doldu: “Bizim bildiklerimiz var, gerek yok biz yapıyoruz” dediler ve sonrası hep hayal kırıklıkları.

Biz durmadık yazdık, konuştuk, koşturduk, anlattık ve Kutlu bir Dava Dediğimiz Ülkücülüğün bitirilmek için bilgiden uzaklaştırılıp, hamasi nutuklar ve sloganlar ile temiz yürekli insanlarımızın iyi niyetinin ve Ülkülerinin soldurulduğunu, sıradanlaştırıldığını gördük, yaşadık.



Zindandan çıkınca bizim gazete ve dergiler vardı genel merkezin yönetiminde, bizi uzak tuttular. Milli Mücadelecilerin gazetesi vardı, rica ettiler orada yazdım, fikrimden taviz vermedim, aynı düşünceleri paylaşıyorduk.

Ne onların partisinden oldum ne de MHP’nin meddahı, hür fikrimi yazıyor, söylüyor ve anlatıyordum.

Ülkücüler dışında değişik dini görüşte olanların dergilerinde de yazdım, yine kendi fikrimi yazıyordum, anlatıyordum.

O cemaatlerin de müridi olmadım, hep birikimim olan bilgilerin ışığında yoluma devam ettim.

Karşı fikirde olduğumuz siyasi gurupların içine girdim, konuştum, konferanslar verdim, anlattım ve fikrimde hiçbir değişiklik olmadı.

Ben hep aynıydım.

Sol’a karşı aşırı kinlenmiştik, sol ile tanıştık, konuştuk, tartıştık ve Vatan Millet konusunda ayrılığımızın olmadığını bizzat onlardan dinledim, gördüm ve birlikte Kuvayı Milliye ruhuyla mücadelemizi verdik.

Solcu olmadım, sağcı olmadığım gibi, hep Milli düşündüm, konuştum, yazdım ve haykırdım.



Biz hizmet ehliydik, Atatürkçü Düşünce Dernekleriyle yıllardır görüştük, konuştuk, tanıştık birlikte fikirler ürettik, birlikte Milli mücadele verdik ve devam ediyoruz.

Ne fikrimde bir değişiklik oldu, ne inancımda bir eksilme ne de Milli duruşumuzdan Türkçülüğümüzden bir sapma oldu.

Biz hür düşünceliydik ve hep öyle kaldık.

Aslında ayrıcalığımız yoktu, fikirde olsun, inançta olsun, mücadelede olsun. Biz birdik, biz kandık, biz candık, biz aslında fazla ayrıcalığımız da yoktu.

Önceleri uzak kaldığımızdan bazı kesimlerin ve bizi yönlendirenlerin sabit fikriyle onları düşman gösterseler de aldırmadım ve içlerine girdim.

Yaşadım, konuştum, tartıştım, doğruda birleştiğimizi bizzat görerek mücadele ederek yaşadım.



Bizim kutsal davamız Ülkücülük artık yok edildi ve musalla taşına konuldu.

Düğmeye basıldı ve teşkilatların tepesindeki tek adam düğmeye bastı ve Ülkücünün kutsallarını ayaklar altına alanların hizmetine girdi.

Davasına ihanet derecesine geldi.

Artık kutsal bir ocak kalmadığına inanmaya başladık.

Kişisel olarak hep maziyi arar olduk.

Ülkücülük, kurt işareti yapmak ve vatan millet nutukları, sloganları atmak büyük dava adamlığı oldu. Hizmet yoktu, mücadele Türklüğü ayaklar altına alanların meddahlığını yapmak oldu.



Ülkü Ocakları Genel Başkanı, Avrupa Federasyon Başkanları bizlerden hizmet bekliyorlardı!

Pardon uzaklaşmamızı istiyorlardı.

Onu da başardılar, saldırarak, iftiralar atarak, hakaretler ederek…

Demek ki bizim anladığımız öğrendiğimiz Ülkücülük 12 Eylül öncesindeymiş.

12 Eylül tarihinden sonra Ülkücü tarafta olan bütün ilim, fikir adamları hep uzaklaştılar veya uzaklaştırıldılar.

Doğru dürüst ne gazete ne de dergi çıkarttılar. Kitap yayını ise hemen hemen hiç yoktu. Maalesef kendi imkânlarıyla yazdıkları eserleri yayınlattıran o sıfata sahip insanlar kendi çaplarında hizmetlerini yapmaya çalıştılar.

Başarılı olanları kıskandılar ve çamur atmaya başladılar.

Açıkça söyleyeyim, MHP yönetimi ve Ocak Genel Merkezi ve Federasyonlar Ülkücü ruhu bitirmek için ellerinden geleni fazlasıyla yaptılar.

Ülkücü sıfata sahip insanlar o sıfatı bu günlerde kullanmaktan imtina eder duruma geldiler ve “Biz Türk Milliyetçisiyiz” sözüyle noktayı koydular.