Yıllarca yaşadığınız şehirden ayrılıp, insanına yabancı olduğunuz bir şehre yerleşmek kolay değildir. Hele de bâzı sıkıntılarla karşılaşıp, “Niye yerimizden oynadık?” sorusunu sormaya başladığınızda...

İşte tam da böyle bir zamanda tanıdım Özgen Teyze’yi. “Hoşgeldin” dedi. Evini, gönlünü, gönül bahçesini açıp, buyur etti. Üsküp-İstanbul-İsviçre-İzmit hattında geçen hayat hikâyesini öğrendiğimde, Ankara’dan İzmit’e taşınmanın hiç de bahse değer bir şey olmadığını farkettim.

Benim için Üsküp, Yahyâ Kemal demektir. Özgen Teyze de tıpkı Yahyâ Kemal gibi, Rakofça kırlarının özgür havasını almış bir evlâd-ı fâtihândı. Hayâtını, tafsilatlı bir şekilde yazmaya niyetlenmiştim. Kısmet olmadı. Artık atmayan bu mükrim kalbin hikâyesini ve hikâyesindeki hikmeti bilmenizi istedim.

11-12 yaşlarında âilesiyle Üsküp’ten İstanbul’a göçen Özgen, birisi erkek ikisi kız, üç kardeşiyle birlikte mutlu bir genç kızlık dönemi geçirir. Nişantaşı Kız Lisesi ve İstanbul Kız Lisesi’nde okur. 60’lı yılların modern genç kızı, “Bir Peygamber Efendimizi bir de Murad Efendimizi seven” âilesinden, dinî eğitimini de alır. Drama mübâdillerinden Ahmetle evlenir.

Evlilik, gurbeti de getirir. Eşinin işi sebebiyle İsviçre’ye gider. Ne de olsa İstanbul ve Avrupa gördüğünden İsviçre’ye uyum sağlamakta zorluk çekmez. Bildiği yabancı dillere, bir yenisini daha ekler. İki oğlunu, gurbette büyütür.

Rumeli’ye göçen Türkler, yanlarında götürdükleri şebboyu (şebbû) kokladıkça Anadolu’yu hatırladıklarından; bu çiçeğe, “ana kokusu” demişler. Özgen de çevresindeki gurbetçiler için ana kokusu olur. Onlara kol kanat gerer. Analarının, ablalarının eksikliğini hissettirmez. Emânet ehlidir. Vermeden duramaz. Velhâsıl mükrim ve mümin bir kadındır.

Gurbet bitip de eşiyle İstanbul’da yaşamaya devam eden Özgen, hacca gider ve örtünür. Bu arada eşinin âilesinin mübâdelede yerleştiği Başiskele’ye bağlı Yeniköy’de ev yaptırırlar. Nihâyet beş sene önce Yeniköy’e yerleşirler.

Cıvıl cıvıl bir hayata alışkın olan Özgen, zamanla Yeniköy’ün ıssızlığına da alışır. Her gittiği yeri çiçek bahçesine çevirme huyu, peşini bırakmaz. Yeniköy’deki evini de çiçek bahçesi yapar.

Beni ona yaklaştıran, işte bu çiçek merakıydı. Birçok insana abartılı gelebilecek çiçek sevgimiz sâyesinde kısa sürede çiçek lisanıyla anlaştık. En çok da buhurumeryemde anlaştık.

”Bu çiçeği , bir başka seviyorum.” dediğinde heyecanlanmıştım. “Sıklamen değil Özgen Teyze, buhurumeyrem.” demiş; çiçeğin hikâyesini anlatmıştım. Çok beğenmişti, bu ismi.

Özellikle buhurumeryemi çok sevmesinin sebebini sonradan anladım. Buhurumeryem, dayanıklı çiçekti. Soğukta açıyor; kışı istikbâl ediyordu.

Özgen teyze, tıpkı bu çiçek gibi, zor şartlara direnip çevresini güzelleştiren insandı. Renkliydi. Kültürlüydü. Cıvıl cıvıldı. Meyve ikram ederken bile tabakları süslerdi.

Evime ilk geldiğinde meşhur ıspanaklı böreğinin yanında çiçek tohumu da getirdi. Bahar gelince bahçede yapacağımız sohbetlerin hayâlini kurduk.

Rakofça kırlarının özgür havasıyla aziz İstanbul’un zarâfetini birleştiren Özgen Teyze, bir kış günü hastalandı. Ameliyat oldu. Erbâin sonunda derin bir uykuya daldı. Nergislerin, sünbüllerin açtığını göremedi. Geçen perşembe gecesi bu yalancı gurbete vedâ edip asıl vatanına doğru yola çıktı. Yeniköy mezarlığında Sessiz Gemi’ye bindi gitti. Hayatta olan kızkardeşleri, yeğenleri, akrabaları, komşuları ve İsviçre’de gurbeti paylaştığı dostlarıyla birlikte rıhtımdan el salladık.

Benim için Özgen Teyze, buhurumeryemdi. Zorluklara meydan okuyan zarif çiçekti. Onun mezarı bir günlüğüne bile olsa çiçeksiz olamazdı. Şâirin,

“Andelib-i zârı berg-i gülle tekfin ettiler

Bir gülistan beyitini üzerinde telkin ettiler”

dediği misâl, buhurumeryemle vedâlaşmalıydık.

Evinin balkonundaki buhurumeryemi, hocanın telkininden sonra başucuna ektim ve şöyle fısıldadım:

“Hz. Meryem’e komşu ol Özgen Teyze...”