Bir gün bir derviş, kucak dolusu elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rastlamış.
Derviş: Nereye gidersin, ne doldurdun kucağına?

Kız (uzak bir tarlayı işaret ederek): Sevdiğim çalışıyor orada, ona elma götürüyorum.

Derviş: Kaç tane elma var ki kucağında, bir kişi için çok değil mi?

Kız (şaşkın): İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?

Ve derviş, usulca koparır elindeki tespihin ipini.

Gelelim bugüne…

O kız kadar olamadan vatanın geleceği üzerine sayım yapabilenler var. Yazılı ve görsel medyada ve özellikle de sanal medyada övgü, yergi gırla gidiyor.

Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli olmasına rağmen bugünü sürprizmiş gibi görenler olduğu kadar gelecek için boş hayaller kuranlar da var.

Bakıyorsunuz bazıları, “bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya” modunda… İşin içinde vatan var, işin içinde Misak-i Milli var, işin içinde Türkmenler var, işin içinde imdat diyenler var ve işin içinde Türkiye var lakin birileri halen bilmem kaç milyon varil petrolün veya bilmem kaç bin kamyon yükün sayımında.

Bunu yapanların önemli bir kısmı ya vatan kaybetmenin ne demek olduğunu bilmiyor ya da ayna-cımbız ikileminde dünyadan bihaber yaşıyor.

Vatan kaybetmek dedim çünkü bu başlığı bir paylaşımdan esinlendim.

Bizim whatsApp üzerinden “Ahıskalı Türkler” grubumuz var. Her ne kadar ben Borçalı bölgesinden isem de kalben Ahıska için yananlardanım. “Üç kişinin aralarında birisini başlarına emir tayin etmeksizin durmaları helal değildir” hadisi şerifince grubun yöneticisi olan İlhan Alkılıç Bey bir mesaj paylaştı ve kısaca dedi ki;

“Değerli Hemşehrilerim, Bizler bir vatan kaybetmiş Ahıska Türklerinin torunlarıyız. Çok önemli bir coğrafyada yaşıyoruz. Birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olmalıyız. Bunun önemini gelecekte daha iyi anlayacağız. Etrafımız ateş çemberi. Birlikteliğimizin devamı ve güçlenmesi için…”

Kıssadan hisse, her Türk vatan kaybetmenin ne olduğunu bilmeli ve öğrenmelidir.

Sene 1992, televizyonda film izliyoruz. Çocukken Girit’ten göçen yaşlı bir kadının hayatı anlatılıyordu. Elinde yanından hiç ayırmadığı küçük bir torba var. Kimse ne olduğunu bilmiyor. Vefat ettiğinde anlaşılıyor ki, göçerken köyündeki tarladan aldığı topraktır torbadaki. Eğer Girit’e geri dönemezsek (ki hiçbiri dönemedi ve bugün Girit’te Türk yok) öldüğümde mezarıma atılsın dediği toprak ve vasiyetidir torbanın içindeki…

Ne acı değil mi?

Muş’un Bulanık İlçesindeki Arakonak köyündeki tarlalarımızdan en büyüğü çok taşlıydı ve babam adını taşlı tarla koymuştu. Giritli kadının filmini izlerken taşlı tarlam geldi aklıma ve aşağıdaki dizeler döküldü kâğıda.

“…

Senin taşların başıma yastık,

Senin toprağın altıma döşek,

Senin ekinin üzerime yorgan olsun,

Taşlı tarlam…

Gönlüm sana tutsak,

Gönlüm sana hasret,

Gönlüm sana dargın bilir misin,

Taşlı tarlam…

Toprağın mezarıma örtü olsun

Beni ısıtsın, beni korusun

Beni yalnız bırakmasın

Taşlı tarlam.

…”

Ben ülkemin sınırları içinde bulunan tarlamıza özlem duyarken, Rabbimden kimseye VATAN kaybetmenin ne olduğunu vatanını kaybettirerek öğretmesin niyazında bulunuyorum.

Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun medet diyenlere yettim diyebilenlere.