Geçtiğimiz günlerde bir meslektaşımız, gazetecilik başarısı olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce bazı torpilli/yandaş/candaş dernek ve vakıflara aktarılan paraların dökümünü çıkarıp yayınladı.

Mesela, aralarında TÜRGEV, TÜGVA, OKÇULAR VAKFI gibi doğrudan Bilal Erdoğan’la ilişkili olan vakıflara143 milyon 500 bin, Karaman’da çocuk istismarı ile gündeme gelen Ensar Vakfı’na 28 milyon 797 bin ve yine iktidara yakınlığı ile bilinen başka vakıf ve derneklere oldukça yüksek miktarlarda olmak üzere 847 milyon 85 bin TL, yani bir milyara yakın para aktarılmış. Bu tutarın yalnızca 98 milyon 634 bin lirası okullara, 441 bin lirası da spor salonlarına gitmiş.

Bu haber yayınlanınca hafızam beni dört – beş yıl öncesine götürdü ve yazılarında ileri sürdüğü bazı görüşlerinden dolayı “İktidarın fetvacısı” gibi bir sıfat da yakıştırılan Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ı hatırlattı. O yıllarda yine TÜRGEV’e, özellikle devletten ihale alan bazı müteahhitler, iş adamları, belediyeler ve başka kamu kuruluşlarının yüklü miktarlarda bağış yaptıkları konuşuluyor, bu durum ise çeşitli yorumlara sebep oluyordu. Tam da o günlerde, 10 Ocak 2014 tarihli Yeni Şafak Gazetesi’ndeki köşesinde, “Vakıflara Bağış Rüşvet Olur mu?” başlıklı bir yazı kaleme alan Prof. Dr. Hayrettin Karaman adeta kaş yapayım derken göz çıkararak tartışmaları alevlendirmişti. Karaman o yazısında aynen şu ifadelere yer vermişti:

“Kaynaklara baktığımızda suç olan rüşvetin şöyle tarif edildiğini görüyoruz: 'Bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır.

TÜRGEV (Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı) adı üstünde bir vakıf; burada çalışanlar da kimin nesi olurlarsa olsunlar 'kamu görevlisi' olarak çalışmıyorlar. İster iktidarda olanların gözüne girmek için olsun, ister Allah rızası için olsun bu ve benzeri vakıflara yardım edenlerin 'rüşvet verdiklerini', vakıfta çalışanların da 'rüşvet aldığını' iddia etmek saçmalamanın ötesinde bir abes örneğidir.”

Aslında Karaman Hoca bu ifadeleri ile bir bakıma kendisini inkâr ediyordu. Çünkü şu ifadeler de ona ait ve hâlâ www.hayrettinkaraman.net sitesinde serlevha gibi duruyor:

"Bazı âlimler ümmetin, hakkın, adaletin âlimleri olacak yerde devletlerin, grupların âlimleri oldular ve fetvalarını da bu kötü aidiyete dayalı olarak verdiler!"

Bu ifadelerin sahibinden, tıpkı Mehmet Akifcesine, “Adam aldırma da geç git diyemem/Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım” diyen, diyebilen bir tavır beklenirdi ama olmadı.

Ben de her türlü rüşvete, suiisti’male, haksızlık ve hukuksuzluklara, kayırmalara, bazı âlimlerin bu tür fillerine karşı duran bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kendisine bir mektup yazıp gazetedeki mail adresine göndermiş, ezcümle şunları yazmıştım:

“Sayın Hocam;

‘Kaynaklara göre’ diye bir rüşvet tarifi yapıyor ve o çerçeveye oturtarak mesela TÜRGEV’deki çalışanlar “kimin nesi olurlarsa olsunlar”; ez cümle, “onların aldıkları rüşvet değildir” diyerek -adına rüşvet denmese bile- hem alan hem de verenleri aklayıp temize çıkarıyorsunuz. Oysa Hocam her şey açık değil mi? Mesela ben şartları yerine getirerek bazı arkadaşlarımla birlikte TÜRGEV’in AMAÇLARI DOĞRULTUSUNDA BİR VAKIF KURSAM o “yardım” ve “bağışlar”ın bırakın aynısını, çeyreğinin çeyreğini bile toplayabilir miyiz? Her şeyden önce siz Sayın Hocam, Allah aşkına ve Allah rızası için söyleyin, yazdığınıza inanıyor musunuz? O müteahhitler, bazı belediye ve kamu kurumları ile iş adamları ve hele millete alenen küfreden kişi menfaatleri olmadan, belediyelerden, hükümetten ihale ve başka menfaatler koparamayacak olsalar TÜRGEV’e o bağışları yapıp ATV ve SABAH’ın alınması için oluşturulan havuza para atarlar mıydı sanıyorsunuz? Dolaylı da olsa “Rüşvet alan da veren de mel’un” değil mi Sayın Hocam? Ve Sayın Hocam, sizin bu açıklamanızla Peygamber Efendimizin şu Hadis-i Şeriflerini nasıl bağdaştıracağız?

Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:

“Vergi toplamak için gönderdiğimiz tahsildarlara ne oluyor? Vergileri topladıktan sonra yanıma gelerek şöyle diyorlar:

-Şunlar devlet için topladığım vergiler, şunlar da bana verilen hediyeler!

Sorarım size, bu adam anasının veya babasının evinde otursa idi ve bekleseydi ona hediye veren olur muydu, olmaz mıydı? Nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki: Böyle devlet hesabına vergi topladığı zaman kendisine hediye ismi altında gayri meşru menfaat temin eden kimse yarın kıyamet gününde o mal sırtında ortaya çıkacak ve bunun hesabını verecektir…”

Yani Hocam, ben ve arkadaşlarımın kuracağı vakfa o ve benzeri bağış ve yardımların gelmeyeceği, gelemeyeceği açık. Çünkü o kişi ve kurumların bizden elde edecekleri bir menfaat yok. Kısacası, rüşvet almak için illaki “kamu görevlisi” olmaya gerek olmadığı gibi rüşvetin de illa ki resmen kamu görevlisi olan birine verilmesi gerekmiyor.”

Tabii ki bana bir cevap gelmedi. Gelmediği gibi Hayrettin Hoca, kendisinden hayret ettirmeye devam eden fetvavari yazılar yazmayı sürdürdü.

Gelelim bu yazıyı yazmamıza vesile olan konuya… İstanbul Büyükşehir Belediyesi milletten “Emlak”, “Çevre ve Temizlik”, “Tabela” vb. vergiler adı altında topladığı paralarla asli görevlerini yapmak yerine onların bir bölümünü nasıl olur da birtakım dernek ve vakıflara dağıtabilir? Hele de bu ödemeler genele şamil değil de belli gruplar etrafında dönüp duruyorsa?

Bu iş yalnızca İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile de sınırlı değil tabii. Bizzat Bülent Arınç, Ankara’nın görevden istifa ettirilen Belediye Başkanı’nın da kamu mallarını malum cemaate “parsel parsel” verdiğini ifade etmişti. Ancak her ne hikmetse kimse onun arkasını aramadı ve Sayın Arınç da susup oturdu.

Hangi belediye ya da hangi kamu kuruluşu olursa olsun, millet kesesinden ağalık yapmamalıdır, bu doğru değildir. Eğer dernek ve vakıflara yardım yapılması gerekiyorsa ve bunun için ayrılmış bir ödenek varsa yürürlükteki kanunlar çerçevesinde kurulan ve amacı dışında faaliyet göstermeyen bütün dernek ve vakıflar eşit olarak faydalandırılmalıdır.

Belediyeler ya da kamu kuruluşları, Silifke türküsünde esprili bir dil ve eda ile ifade edildiği gibi, “Buyurun arkadaşlar davetim var benim/Herkes kesesinden yesin içsin/Saltanatım var benim/Aslı yok yaylasında/Bin beş yüz koyunum var benim hey” diyemezler. Belediyelerin yaptığı bir bakıma millet kesesinden Ağalık yapmaktır. Bunu o Silifke Türküsüne göre uyarlayacak olursak Başkanlar, “Yandaşa candaşa millet kesesinden ikramım var da ağalık bende kalsın” demektedirler. Millet kesesinden ağalık yapmanın vebali ise büyüktür. Hele bir de adaletsiz ve tarafgir bir uygulama varsa vay geldi o ağaların başına!