Yeni bir yıla girdik, gelen her yılın giden her yıldan daha mutlu daha huzurlu olmasını dilerim. Lakin dilemek daha yaşanabilir bir Türkiye için yetmiyor. Ekonomik göstergeler, iktidarın tutumu, toplumsal parçalanmalar temennilerimizin aksine bir gelecek vaat ediyor. Bunu durduracak tek mekanizma toplumun uyanışı, önümüzdeki seçimlerde kendi kaderine el koyuşudur.

24 Haziran'da aslında Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmedik, saltanat sistemine geçtik. Hiçbir CB sisteminde aile üyeleri yönetimde/bakanlıklarda yer alamaz. Bu saltanatlara mahsus bir şeydir. Osmanlı'nın son dönemlerinde damat Ferit, önceki dönemlerde kehle-i ikbal Rüstem paşa, Makbul İbrahim Paşa bunun bazı örnekleridir. Bunun bir başka anlamı da milletin devletinin yerini aile devletinin almasıdır.

Çağımız demokrasiler,milli devletler çağıdır. Demokrasiler milletleşmiş, ortak değer ve amaçlar etrafında toplanmış toplumlarda yaşar. Parçalanmış, birbiriyle rekabet halinde olan toplumlarda demokrasinin yaşama şansı zordur. Milli devletlerin dağıtıldığı her yerde kabileleşmeye bağlı olarak demokrasinin yerini daha otoriter, daha baskıcı yönetimler alır. Catherina Withol De Wenden'in isabetle belirttiği gibi; "Yurttaşlar arasında güçlü bir özdeşlik duygusu olmadan demokrasiyi yaşatmak mümkün değildir." Demek ki ulus devlete karşıtlık sadece onunla bitmiyor beraberinde demokrasiden uzaklaşmayı da getiriyor.

Bir yerde bütün güç ve yetkiler tek kişide toplanıyor, tüm denetim mekanizmaları devre dışı bırakılıyorsa artık orada gerçek bir demokrasiden söz edilemez. Kanunlar, yasalar, hatta anayasalar göstermelik metinler hükmündedir. Nitekim, son YSK kararı(tutukluların oy kullanması) ile Binali Yıldırım'ın Meclis Başkanlığından istifa etmeden İstanbul belediye başkanlığına aday olması bu demokrasi dışı tutumun iki örneğidir.

Devlet yönetiminde yasalar kadar teamüllerin, ahlaki kuralların da büyük önemi vardır. Bazen bir şey yasalara uygun olabilir de ahlaki krallara uygun olmayabilir. Mesela seçimlere devlet gücünü kullanarak gitmek, mesela istifayı gerektiren yerde istifa etmemek gibi. Demokratik siyaset hem yasalara hem de ahlaki kurallara bağlı olmayı gerektirir. Bugün maalesef bu bağlılık şuurunun çok uzağında bir anlayış hakim. Halbuki böyle davranmak, böyle davrananları güçlendirmiyor tam tersine onlara olan güven duygusunun örselenmesine, zamanla ortadan kalkmasına neden oluyor.

Son yılların siyaset şekli bize kesin olarak iktidarların hukukla denetlenmesinin, şeffaflığın yönetime hakim hale getirilmesinin şart olduğunu göstermiştir. Hukuki denetim, ancak tarafsız, bağımsız bir yargı ile mümkündür. Şeffaflık ise vatandaşın oy verdiği partinin ne yaptığını görebilmesi, oyunun takibini yapabilmesi, tercihinin doğruluğunu veya yanlışlığını ölçebilmesi için gereklidir. Bunun için de -özgür bir basına- ihtiyaç vardır. Çünkü basının esas görevi kamu adına denetimdir. Bir çok mahkeme kararında da gazetecilik bir kamu görevi olarak tanımlanır. Vatandaşın sağlıklı bir denetim yapabilmesi doğru habere ulaşması ile mümkündür. Bugün Türk toplumu her iki mekanizmadan da mahrumdur. Yeni yılda bu aksaklıkların ve vatandaşın gözü kulağı olacak mekanizmalardaki tıkanıklıkların giderilmesini temenni ederim.