Siz okuyucularımız vasıtasıyla siyasetin merkezi durumunda bulunan Ankara'da olup bitenleri, gözettiğimiz belli ilkeler doğrultusunda milletimizle paylaşmaz isek, hep birlikte vebâl altına girmiş oluruz...

İnanmanızı isterim ki, mevcut düzen içinde "siyaset sınıf”ının birinci önceliği ülke ve millet olarak çektiğimiz can yakıcı problemler üzerinde kafa yormak ve çözüm uretmek değil, kurulu düzenlerini nasıl devam ettiririz sorularına cevap aramaktan ibarettir.

Muktedir veya muhalif olup olmalarına bakılmaksızın, iktidar gücünü kullanmaya alışmış veya o gücü kullanmaya hevesli siyasetçilerin birinci önceliği; içinde asla ve kat'a milletin ihtiyaçlarının bulunmadığı ve sadece kendi aralarında oynadıkları "iktidarı" ele geçirme ve kullanma oyununda hiç bir fikri ve ilkesel kaygı gözetmeksizin, hergün yeni bir siyaset mühendisliği projeleri tasarlamaktır.

Hâlihazırda "cumhur" ve "millet" ittifakı adı altında oluşmuş gibi gözüken siyasî kurgunun devam ediyor gözükmesi bile, bu ölçüler dâhilinde sakın hiç birimizi yanıltmasın.

Gözlemlerimiz ve yaptığımız analizlerin sonucu olarak; İttifakları oluşturan partiler ve arkalarındaki menfaat bileşenleri, her an konum değiştirebilecek kadar, temel ilkelerden uzak bir pragmatizmin içindeler...

Hatta daha kurulmamış partilerin bile, mevcut siyasi kurgu içinde bu türden ilkesizlikler girdabından uzak kalamayacakları da anlaşılıyor.

Daha da ileri giderek ifade etmek zorundayız ki, "demokrasi, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, parlamenter sistem" lâflarını ağızlarından düşürmeyen ve sözde "tek adam" sistemine karşı olduğunu söyleyenler bile kendi parti aidiyetlerini, savundukları ilkeleri bir tarafa bırakarak, farklı "siyasi aktörlerin" etrafında yeni vesâyet odakları oluşturmaya çalışıyorlar.

Az buçuk temsil gücünü ele geçirmiş her siyasi aktör veya ekip "cumhurbaşkanlığı" gibi sınırsız bir gücü ele geçirmenin hasretiyle, "şeytanla" bile ittifaklar kurma arayışında.

Bu kifayetsiz muhterisler nezdinde önemli olan, sadece "iktidar gücünü" kullanmaya yarayan sistemin adının ne olduğu, bu sistemin hukuki, ekonomik ve sosyal bedellerinin ne olacağı ve geleceğimizi nasıl şekillendireceği değil, bu gücün kim tarafından ele geçirileceğidir...

Bir partinin belediye başkanı, kendi partisi dışında diğer aktörlerle oyun planı kurgularken, bir başkası kendi partisi ve diğer partilerin farklı kanatları ile bir başka oyun planı kurgulamak peşinde...

Bu kurguların hiç birisinde "millet ne düşünür" kaygısı ise hiç yok: Çünkü, nasıl olsa zamanı geldiğinde milleti çeşitli manipülasyon ve algı operasyonları ile istedikleri istikâmete götürebileceklerini düşünüyorlar...

Bu anlayışın gereği olarak, YANAŞMA DÜZENİ'nde İktidar olmak, görev değil bir ayrıcalıktır.

Maalesef ki, muhalif olanların bile bilinçaltında bu var...

"Daha önce yaptık, yine yaparız" diyorlar...

Muktedir veya muhalif oluşları farketmeksizin, oyun kurucuların hepsinin ortak özelliği ise; uzun yıllardır olduğu gibi tamamen "kamu kaynakları"ndan besleniyor olmaları ve kurguladıkları oyunda kullanacakları elverişli enstrümanların da yine kamusal nitelikte olmasıdır.

Bu anlamda kanaatimce bir milletin en önemli siyasi ve entelektüel kapasitesini oluşturması gereken bilim insanları ve aydınların da asla "sivil" bir alanı temsil etmemeleri, o kesimin de ağırlıklı olarak kamudan besleniyor olması, siyaset mühendisliği projelerinin sahiplerini cesaretlendiren bir unsur olmaktadır.

Bu durumda, millet olarak öylesine bir kısıtlı alana sıkıştırılmış durumdayız ki, değişimin "nesnel" koşulları Türkiye'nin "yeni sosyolojisi" ile ortaya çıkmış olmakla birlikte, YANAŞMA DÜZENİ'nin muktedirleri, bu toplumsal dinamiklerin işlememesi için bütün köşe başlarını tutmuş ve millete nefes alacak bir alanı bırakmamışlardır...

Yüzyıllardır muktedirlere yakın durmak dışındaki seçeneklerden hiç haberdâr olmamış bir kısım insanımızın, bu düzeni farkında olmaksızın tahkim etmekte oldukları hususu da gözden uzak tutulmamalıdır.

Bu sebeple diyoruz ki, ey milletim siyaseti, siyasi aktörler üzerinden okumaya devam edersek hepimize daha uzun bir süre "figüran" rolü oynatmaya devam ederler.

Bu kadar dar alana sıkıştırılmış "sivil siyasetin" kapsamının nasıl genişletilmesi gerektiği konusunda nitelikli ve derinlikli çalışmalar yapmak gerekirken, STK mı, parti mi türünden tartışmaları yapmak isteyen arkadaşlarımız, kısaca özetlemeye çalıştığımız bu hususlar üzerinde de düşündüler mi acaba?

Bu sorulara cevaplar bulduğumuzda yüzyıllardır devam eden bu YANAŞMA DÜZENİ ile önce YÜZLEŞME ve sonrada HESAPLAŞMA başlayacak demektir...

Rubil GÖKDEMİR
Demokratik Değişim Hareketi sözcüsü