Son 50 yılımızda ülkemizin, milletimizin başına örülmüş en tehlikeli derdin PKK olduğu konusunda herhalde bir mutabakat vardır.

1979 da MİT ile de iltisaklı olduğu da söylenen Abdullah Öcalan, DDKO (Devrimci Diyarbakır Kültür Ocağı) KAWA ve Tekoşin örgütlerini birleştirerek PKK’yı kurdu.

Her ne hikmetse sol ve ülkücülerde binlerce tutuklama, hüküm, idamlar yaşanırken 12 Eylül darbesi PKK’ya pek dokunmadı.

Emperyalizm tarafından 12 Eylül sonrasına hazırlanan PKK için marjinal sol cenahta saha temizliği yapılmış ve özellikle güneydoğuda önü açılmıştı.

Fakat yetmiyordu, PKK bir türlü kitleselleşemiyordu.

Çünkü PKK yöneticileri ile bölge halkının bir doku uyuşmazlığı vardı.

PKK ile Güneydoğu halkımızın doku uyuşmazlığına çare Mart 1988 de bulundu.

Zamanın Irak diktatörü Saddam’ın İran sınırındaki Halepçe de Kürtlere kimyasal bombalarla saldırması, 20 bin Kürdü katletmesi sonucu Türkiye sınırına 500 bin Kürt sığınmacının dayanması.

Yaşı uygun olanlar o zamanın TV görüntülerini hatırlıyorlardır.

Türkiye’de yönetim 1988 de şöyle idi;

Kenan Evren Cumhurbaşkanı,

Turgut Özal başbakan,

Bedrettin Dalan İBB başkanı,

İkisi öldü, bize ise yaşayan anlattı.

Cumhurbaşkanı Evren sınırdaki Kürtleri ülkeye almak istemiyor, fakat başbakan Özal Kürtleri ülkemize almak istiyor (Çünkü ABD Kürtleri almamızı istiyor)

Sonuçta Evren’in Cumhurbaşkanlığı süresinin 1 yıl uzatılması karşılığında Evren ikna ediliyor. (Tabii o söz de tutmuyor, bize anlatan öyle anlatıyor) ve sınırımızdaki 500 bin insan Diyarbakır, Mardin ve Muş da kurulan kamplara yerleştiriliyor.

Gelen 500 bin göçmen Kürt’ten yaklaşık 150 bin kişisi Türkiye’de kaldı diye bir hesap var.

1988’e kadar çok küçük bir marjinal örgüt olan PKK artık Türkiye sınırından içeriye alınan Kürtlerle kitleselleşmeye başlamış, İdil, Cizre ilçe baskın eylemlerini yapacak boyuta gelmişti.

3 bin kişilik bir militan gücü olan PKK bölgede etkin güç olmaya başladı ve bugüne kadar geldi.

Şimdi PKK Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kurmanın hazırlıklarını yapıyor.

Bizim Karadeniz’de bir söz söylenir “Sırgan yerine sırgan biter” diye.

Yani ısırgan otunun yerine ısırgan otu biter demek isteniyor.

Türkiye 10 yıldır bir istilacı göç ile karşı karşıyadır.

Türkiye’ye emperyalizmin organize ettiği işgalci göç , Arap milliyetçiliğinin en yoğun yaşandığı Suriye’den geldi.

Düzensiz, gayrimeşru, dış destekli, Türkiye’nin neredeyse yüzde 10’una tekabül eden bir insan kitlesinin örgütleneceğini, gettolaşacağını, mafyalaşacağını tahmin etmek bir hayalcilik olmamalı.

Bu düzensiz istilacı göçmenlerin bugüne kadar bireysel işledikleri suçları gündemimize geliyordu.

Artık kitlesel gösteri de yapıyorlar, çeşitli örgüt isimleri de resimlere giriyor.

Tabii olarak siyasallaşacaklar, uyum problemleri yaşayacaklar, yüksek ihtimalle PKK benzeri yapılaşmalara gidecekler, ya da emperyalizmin istihbarat teşkilatları tarafından organize edilecekler.

Düzensiz istilacı sığınmacıları günlük, aylık, birkaç yıllık siyasi çıkarları için kabul edenler, Türkiye’nin tam ortasına bomba bıraktılar.

Kendileri ikbal yaşadılar, uçaklarında, saraylarında saltanat sürdüler, sürüyorlar da ya çocukları ve torunları.

Değer miydi?

Turgut Özal’ı mezarından çıkarsak, o kapıyı açarken bir daha düşünmez mi acaba?

Belki de çok geç kalmamış olabiliriz?

İstilacı, işgalci, düzensiz göçmenleri yeni PKK’larını kuramadan ülkelerine göndermeyi organize edebiliriz.

Kıymayın bu milletin bir 50 yılına daha…