TRT Genel Müdürü ve TRT Yönetim Kurulu üyeliklerine yapılan atamalar gündemi bir hayli meşgul etti. Nasıl etmesin ki!

Yönetim Kurulu üyeliğine atananlardan biri var ki yandı gülüm keten helva! Yaptıkları yapacaklarının, yazdıkları yazacaklarının, söyledikleri söyleyeceklerinin, teweetleri teweetlerinin “teminatı” ise onunla çalışacak Genel Müdür’ün de, Yönetim Kurulu Başkanı’nın da ve tabii ki diğer Yönetim Kurulu üyelerinin de çekecekleri var. Vatandaş şimdiden hepsini gölgede bıraktı ve silip atıverdi! Bu atamayı ben Bekr-i Mustafa’nın cemaate İmam olmasına benzetmiştim. Bir Ağabeyim takıldı: “Onun yanında Bekr-i Mustafa da kim oluyormuş? Öbür tarafa gidenlere burada ne olup bittiğini sorarlarsa Triliçe Hilal Kaplan TRT’ye yönetici oldu desinler, durumu anlarlar!..”

Aslında işin özeti bu da tarihe not düşmek için neler olup bittiğine göz atmakta fayda var.

Adı geçen kişi her dalda oynayabiliyor. Devlete düşman, askerleri sevmiyor, Atatürk’ten nefret ediyor, Ermenilere dost, FETÖ ile can ciğer kuzu sarması, PKK’yı, teröristleri, FETÖ’yü aklama ya da ak gösterme gayretinde ama Türk’ü, Türk bayrağını sevmiyor.

Kaç yıl oldu bilmiyorum, bir televizyon programında “Türk Bayrağı tartışılmalı. Mesela Türkiye Bayrağı denebilir” gibi bir şeyler söylemişti de yüzünü görmek, sesini duymak istemediklerim arasına almıştım, takip de etmiyordum. Ancak ne var ki ne kadar kaçarsan kaç gündem olmayı başarıyor ve işte bu yazıya da konu oluverdi! Dedik ya, her dalda oynama kabiliyeti var! Hem takip etmedik de ne oldu, arşivleri karıştırmak zorunda kaldım!

Terörle mücadele sırasında teröristlerin ölmesi onu çok rahatsız etmiş ve devletimize “katil” demiş olmalı ki, ikaz edenlere cevap verirken iddiasının dozunu arttırmaktan çekinmiyor. 20 Ağustos 2010 tarihinde attığı teweetteki ifadelere bakar mısınız? “Diyorlar ki ‘Devlete katil deme.’ Olur: Seri Katil!”

Türk Ordusu’na “Peygamber Ocağı” denmesinden de rahatsız oluyor. Devletimize “Seri Katil” demesinden 20 gün kadar sonra Türk Silahlı Kuvvetleri sanki keyfi bir operasyon yapmış gibi şunları yazıyor: “TSK gerçekten Peygamber Ocağı” olsaydı arife günü kan döker miydi?”

Teröristleri ve bir bakıma devletimize, milletimize kastedenleri öyle koruması altına alıyor ki, onlarla mücadele ederken toprağa düşen yiğitlerimize şehit denemeyeceğini söylemekten bile geri kalmıyor: “Şehitlik kavramı İslam’da vardır. ‘Türk – Kürt savaşı’ dediğiniz hadisede ise ‘şehit’ yoktur. Anlaması çok mu zor hakikaten?”

Yani, devletimizin teröristlerle mücadelesini “Kürtlerle savaş” olarak nitelendirmekten çekinmeyecek kadar da pervasız! Nitekim 9 Eylül 2010 tarihli teweetinde de şunları yazmış: “Devlet JİTEM’e terör örgütü desin, Kürtlerden de PKK’ya terör örgütü demelerini bekleyebiliriz o zaman!”

Okudukça sinirlerim tepeme çıkıyor ve bunları yazan birinin nasıl ödüllendirilebildiğine şaşıyorum. Daha bitmedi tabii. PKK ya da terör seviciliği o kadar tavan yapmış ki 8 Mart 2011 tarihli teweetinde hızını alamayıp alt alta tam dört defa “Sarı, kırmızı, yeşil” diye yazmış. Bu renklerin PKK paçavrasını çağrıştırdığını sanırım bilmeyen yok. Ama Hilal Hanım o kadar pervasız ki, terörist başı ile dağ kadrosu arasında postacılık yapan avukatları hakkında işlem yapılmasından da rahatsız oluyor. Yani binlerce masum insanın katili olmasına rağmen kanun gereği idamdan kurtulup bilmem kaç defa ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılmış birinin hâlâ örgütünü yönetiyor olmasının engellenmesinden rahatsız oluyor. 22 Kasım 2011 tarihli teweetinde şunları yazmış: “Öcalan – PKK arası iletişimi sağladı diye tutuklanan avukatlardan sonra, Öcalan – PKK arası yazışmaları taşıyan MİT’çiler de tutuklanacak mı?”

Hal böyle olunca insan, Hilal Kaplan yokken terörist başının kırmızı bültenle aranan kardeşini ekrana çıkaran TRT şimdi daha ileri gider mi gitmez mi diye sormadan edemiyor! Keza Sayın Cumhurbaşkanı son Diyarbakır konuşmasında “2005’te durduğumuz yerdeyiz” dediğine göre PKK’ya toz kondurmayan Hilal Kaplan’ın TRT yönetimine getirilmesi yeni bir “Çözüm Süreci”ne işaret olabilir mi? İşte böyle; sorular soruları getiriyor ve uzayıp gidiyor.

Dedik ya, Türk’ten, Türklükten başka her şeye, her gruba, her millete dost olan Kaplan’ın 13 Ağustos 2010 tarihinde yazdıklarına bakar mısınız? “Ermeni malları üzerine bina edilmiş bir devletimiz var. Bu kadar haramdan ‘helali hoş’ bir hayat devşirmek imkânsız!”

“Hepimiz Ermeniyiz” toplantılarında da boy gösteren Hilal Kaplan 30 Aralık 2012’de şöyle bir teweet atmış: “Soykırım olup olmamasından çok devletin aklanma çabasına karşıyım. 1915’te devletin suç işlediği gün gibi açıktır!”

Bu anlayışa, bu kafaya göre devlet kendisine başkaldıranlarla mücadele etmeyecek, Ermeni ayaklanması da olsa PKK terörü de olsa “Aman da ne güzel ettiniz” diye bir de madalya verip teslim bayrağını çekecek!

Hilal Kaplan, Osmanlı’nın “soykırım” yaptığından o kadar emin ki, devrin Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan’ın, bazı Batılı ülkelerde “Ermeni soykırımı” tasarılarının kabulü üzerine 17 Mart 2010 tarihinde yaptığı bir konuşmada, “Ülkemde 170 bin Ermeni var. Bunlardan 70 bini vatandaşımızdır. Gerekirse diğer yüz binine de hadi memleketinize diyeceğim” demesini eleştirirken baklayı ağzından çıkarıyor: “100 bin Ermeni’yi ‘gerekirse kovarız’ diyebilen Başbakan 100 yıl önce atalarının ‘gerekeni’ yapmadığına kimi inandıracak acaba?”

Ama gün geçiyor devran dönüyor ve Ermenilerle ilgili beyanatından dolayı eleştirdiği Recep Tayyip Erdoğan’ı Andımız’ın okutulmasının yasaklanması üzerine bu defa göklere çıkarırken Atatürk’ün o zor şartlarda yaptıklarına da gönderme yapmadan duramıyor: “Atatürk radikal karar alıp Dersim’i bombalattı, Erdoğan radikal karar alıp Andımızı kaldırdı. Göz yaşartıcı benzerlik cidden!” (26 Eylül 2016)

Yanisi şu: Devlet tezlerimizin ve hakikatlerin hilafına, Devletimizin Ermenilere “soykırım” yaptığına inanan ve bunu her fırsatta dile getiren, ayrıca yazılı olarak da beyan eden bir TRT Yönetim Kurulu üyesi var artık. Ermenistan Başbakanı Paşinyan, Hilal Kaplan örneğinden hareket ederek Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in kendisine yönelttiği “Ne oldu Paşinyan, ne oldu Paşinyan” sözlerini ters yüz edip “Ne oldu Türkiye, ne oldu Türkiye” diye sorsa ne diyeceğiz?

Daha bitmedi… Devletin terör örgütü olarak kabul edip nerede ise 40 yıldan beri mücadele etiği PKK belasının savunucusu, devletimize ve milletimize atılan “soykırım” iftirasının destekçisi olmak onu kesmiyor. Devletimizin terör örgütü olarak kabul etiği ve 15 Temmuz 2016’daki hain darbe girişiminin elebaşısı FETÖ’ye de dost. Onları da savunup destekliyor. Cemaate ait Mehtap TV’de FETÖ’nün bir vaazını görmüş olacak ki, heyecana kapılıp hemen yazmış: “Mehtap TV. Fethullah Hoca Fatih Camii kürsüsünde. Tarih 14 Nisan 1991. Hocaefendi’nin bu kürsülerden sesleneceği günler gelecek mi acaba?”

Samanyolu TV’de yayınlanan adını hatırlayamadığım bir dizi vardı. Güya PKK terörünü işliyordu. Kaplan’ın şimdi Yönetim Kurulu Üyesi olduğu TRT’de de “Sakarya – Fırat” isimli benzer bir dizi yayınlanıyordu. Samanyolu’nda insanları boş hayaller ve mucizelerle avutan başka diziler de vardı malum. Onlara laf söylenmiş olmalı ki Nisan 2013’te cevap veriyor: “Sakarya – Fırat TRT’de değil miydi? Ayrıca CEMAAT BU ÜLKENİN BAŞINA GELEN EN İYİ ŞEYLERDEN BİRİDİR, beni başkalarıyla karıştırmayın!”

Evet, onu başkalarıyla karıştırmayalım; kendisi “Bulunmaz Hint kumaşı” misalidir ki devletimize düşman olanlarla dosttur, onları savunur ama her ne hikmetse başkaları yaptığında suç teşkil edecek olan fiil ve davranışlar, atılan teweetler o yapınca kendisine ödül olarak döner.

Hilal Hanım malum, “Pelikancılar” olarak ün yapan ve iktidarı yönlendiren bir grubun ablasıdır. Bu grubun, “Pelikan Yalısı” olarak bilinen mekanda faaliyet gösteren “Bosphorus Global (Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezi) diye bir kuruluşları vardır ve hanımefendinin eşleri Süheyb Öğüt de bu merkezin başkanıdır.

TRT, 9 Temmuz 2018 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 703 Sayılı KHK ile TRT Kanunu’na eklenen bir geçici maddeye dayanarak İstihdam Fazlası Personel (İFP) ilan etmiş, Devlet Personel Dairesi marifeti ile alanlarında yetişmiş, “Temininde güçlük çekilen kadro” sahibi bazı kişileri alâkası olmayan kurumlara göndermişti. Kamuoyunda tepkiler oluşunca da TRT, Hilal Kaplan’ın etkili olduğu bu gruba “Aslında Ne Oldu” adıyla bir program yaptırıp olmayan gerekçelerini anlatmaya çalışmıştı. Peki, sonunda aslında ne oldu dersiniz? Sıkı durun, cevap veriyorum: İFP ilan edilen personelin hemen hepsi mahkeme kararları ile geri döndüler. Çünkü yapılan iş de usulsüzdü, Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezi’ne yaptırılan program da gerçeklerden uzaktı. TRT o program için kaç bin ya da milyon TL ödemişti acaba?

Bu durumda, kendi Bakanlığına aile şirketinden alım yaptıran ama hakkında soruşturma bile açılmayan Ruhsar Pekcan olayını yaşadıktan sonra aklıma deli sorular geliyor ve şeytan vesvese vermeye devam ediyor. Ediyor da kendi kendime, “Yönetim Kurulu üyeliğinden sonra da o şirkete ya da merkeze program yaptırılacak mı” diye sormadan edemiyorum. Düzen bozuldu, iş çığırından çıktı. Şimdi Hilal Kaplan Ankara’da yapılacak olan TRT Yönetim Kurulu toplantıları için kurumun aracı ve özel şoförü ile evinden ya da Pelikan Merkezi’nden alınıp İstanbul’daki Havaalanı’na bırakılacak, Ankara’da yine aynı prosedürle karşılanıp ağırlanacak…

“Okuyan kim dinleyen kim misali” son yıllarda uygulanmasa da -ve aslında uygulanmaması suç olsa da- TRT’nin bir Genel Yayın Esasları ve Yayın İlkeleri var. Mesela Genel Yayın Esasları’nın ilk maddesi şöyle der:

“Anayasa’nın sözüne ve ruhuna bağlı olmak; Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü, milli egemenliği, Cumhuriyeti, kamu düzenini, genel asayişi, kamu yararını korumak ve kollamak”

TRT Yayın İlkeleri’nin ilk maddesi de şöyle:

“Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı yayın yapılmaması”

Hilal Hanım’ın yukarıda sıraladığımız ve buraya almadığımız başka ifadeleri ile bu Esas ve İlkelerin bağdaşmadığı aşikâr. TRT yönetiminde yapılan yeni düzenleme ile Yönetim Kurulu üyelerinin yayın ve yapımlarda daha etkili olacakları, Genel Müdür’ün geri planda kalacağı anlaşılıyor. Yukarıda da işaret ettiğim gibi şöhreti kendilerini fersah fersah aşan bir üye ile çalışmak zaten Genel Müdürü de, Yönetim Kurulu Başkanı’nı da zorlayacak, diğer üyeleri gölgede bırakacaktır. Onlara gerçekten acıyorum. Ayrıca, evvel giden ahbap sorduğunda Bekr-i Mustafa örneğinden ilhamla “Hilal Kaplan TRT’ye yönetici olarak atandı” dense memleketin ne durumda olduğunu anlarlar mı anlamazlar mı ey millet? Ne dersiniz?