Yenişafak yazarı Ömer Lekesiz arşiv kıyımına ses verdi!
"Ecdat ne güzel şekillendirmiş mekan, mahal ve muhit kelimelerini; birbirlerini hem tamamlayan, hem birbirlerinin işlevlerini daha çok artıran, hem de kendi varlıklarını özgün içerikleriyle sürdürebilen kelimeler!
Bu yanıyla muhit kelimesi, ilk bakışta eşanlamlı sanılan mekan ve mahal kelimelerinin berzahı gibidir. Berzah: İki şeyden meydana gelenin, onları tam temsil etmele birlikte, onlardan farklı (müstakil bir üçüncü) olma durumu!
Mekan, kvn kökünden gelen yer, yer-leşmiş ve kendisine yerleşilmiş alan; mahal, mhn kökünden gelen mevki, cay, mahal-le demek.
İkisini bir cümle içinde kullanacak olursak, İstanbul mekandır, Cağaloğlu mahaldir.
Muhit ise, mahalde ihata edilerek özel (ve/ya subjektif) mekana dönüştürülmüş bir yer demektir.
İlk yüklemleriyle ifade edecek olursak: Mekan tutulur, mahal girilir, muhit kuşatılır.
Yeşilçam’ın eski aşk filmlerinden hatırlarsınız, oğlan kızı evine bırakmak ister, bir süre yürüdükten sonra, kız “muhitimize geldik, artık ayrılalım” der.
Muhit işte böyle birşey, özel olmakla kalmayıp, özel bir davranışla, ahaki tutum belirlemekle ortaklaşılan yerdir.
Bundan olmalı ki, muhit aynı zamanda meslekleri, meşrepleri, kimi inanç ve eylem gruplarını da ifade eden bir terim olarak kullanılır. Örneğin, Kültürel muhit gibi.
Kültürün, evvel emirde bir tarla işi; tarlanın da özel (kimi durularda ortaklıkta özel) mülkiyet olduğu malumdur. Dolayısıyla kültüre(l hareketlere) mahsus işler de, tarla ürünü olmak bakımında muhit ile ifade edilir: Domates tarlası, elma bahçesi... dercesine edebiyat muhiti, musiki muhiti, ilim muhiti.. demek gibi.
Yukarıda belirttiğimiz anlam benzerliğine binaen, eğer söz konusu tarlayı (muhiti) tahrip ederseniz, mahaldeki bir özel-liği ve bunlarla birlikte mekanı simgeleyen toplumsal bir değeri de tahrip etmiş olursunuz.
Daha aktüel ve somut bir söyleyişle, muhti ortadan kaldırırsanız mahal(ley)i ve giderek şehrin öz-el dokusu (mekanı) bozmuş olursunuz.
Son yıllarda, Cağaloğlu muhitinden Sulatanahmet mahalline; öncelikle siluet değişimi ve turistik yapılanma yoluyla şehrin mekanına uzanan bozulma da bu cümleden bir bozulmadır.
Cağaloğlu için muhit dememin nedeni, buranın aynı zamanda Osmanlı’dan beri yayım, dağıtım, yayıncı, okur, yazar ilişkilerini simgelemesindendir. Bu manda Cağaloğlu, aynı minval üzre Cadde-i Kebir’deki Batıcı örgütlenmenin, Bab-ı Ali’daki (Divan Yolu’ndaki) yerli karşılığıdır. Tıpkı yeni adıyla İstiklal Caddesi’ndeki gibi Cağaloğlu da edebiyat, musiki, ilim... vb. muhitlerinin toplamı olan büyük bir muhittir.
Burada faaliyet gösteren butik yayınevlerinin kapitalist çarkın dişlileri arasında teker teker ezilmesiyle başlayan söz konusu süreç, ilgili muhitleri burada tutan ve besleyen diğer damarların tıkanmasıyla son on yılda büyük bir ivme kazandı.
Aklıma gelen ilk belirleyici örnekler, Diriliş Yayınları, Kitabevi Kitabevi burada değil artık. Diğer bir söyleyişle Üstad Sezai Karakoç, yazarların sevgilisi ve hamisi Mehmet Varış yok artık; sadece bu zatları görmek, yayınevi, yazar, kitabevi ilgisiyle burada olmak için gidilmemektedir.
Yaşanan vaki olumsuzluklara rağmen, Cağaloğlu’nu ayakta tutan çok önemli zarflardan biri daha yok: Osmanlı Arşivleri!
Cankurtaran’dan Sultanahmet Camii’ne ve Cağaloğu’na uzanan kentsel dönüşüm kapsamındaki otelleştirme çalışmalarının bir kurbanı olarak, şimdiki adıyla Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı, Kağıthane’ye taşındı ve Cağaloğlu’ndaki yeri otele dönüştürüldü.
Domino etkisi dedikleri sessiz ve zincirleme bir etkiyle, Arşiv’e uğrayan ilim adamaları, araştırmacılar, yazarlar, okurlar, zaten ticari bozulmayla yıpranan zarfın, Arşiv’in taşınmasıyla yırtılması üzerine dağıldıkları gibi, insansızlaştırılan mahal(ley)le birlikte camiler de cemaatsizleştirilmiş oldu.
Gidişat öyle gösteriyor ki, yirmi yıla kalmaz Sultanahmet Camii de Ayasofya gibi, küçük bir kısmında namaz kılanan bir müzeye dönüşmeye teşnedir. Çünkü artık şeylerin değeri turizm gelirine göre belirlenmektedir.
Bitti mi, hayır bitmedi. Bir tesbihin taneleri gibi dağıtılan muhitin özlemcilerinin de iflah olmaz bir şekilde dağıtılmaları gerekir ki, son darbe tam indirilmiş olsun.
Nitekim bu da uzun sürmedi. Lağvedilen Başbakanlık’tan Cumhurbaşkanlığı’na devri fırsat bilinerek, personel havuzuna aktarılan yaklaşık üç yüz adet Arşiv elemanı, uzmanlıklarıyla hiç alakası olmayan kuruluşlarda görevendirilerek, bir kütürel muhitin bozulma hikayesi böylece tamamlandı.
Sonuç olarak, onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine denmez de ne denir?
NOT:
Cevat Özkaya ağabeyimizin, en azından Çatalçeşme’yi bir kültür sokağına dönüştürme projesi vardı. Akıbeti ne oldu bilmiyorum ama güzel bir projeye benziyordu. Başka bir vesileyle de bundan söz ederiz inşallah."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.