Sayın Yıldıray Çiçek,


Niyetim seninle ağız dalaşına girmek değil. Aslında böyle bir yazı yazmak aklımın ucundan bile geçmiyordu kırk sekiz saat öncesine kadar. Ama dava büyüğü olarak bildiğim bir ağabeyim, şu bizim  Pravda’da, önüne gelene aklının estiğince attığın çamurlardan, ettiğin iftiralardan ötürü senden sitayiş yerine şikâyetle bahsedince farz oldu sana yazmak.


Kayserilisin ve Edebiyat okumuşsun. Nasibin önüne geçilmiyor ya, memleketin ücra bir kasabasında çocuklara Fuzûlî okutmak varken, köşesinden yakaladığın koltuğun nimetinden faydalanıp Balgat’a sermişsin postu. Kayserili genetiğinin var ettiği tüccar zekânı keskin dilinle – yoksa dişin mi demeliyim?- birleştirince, Genel Başkan Basın Danışmanlığı koltuğuna çöküvermişsin.  Gözümüz yok, helal ü hoş olsun. Lakin… Lakini var işte… Bu yazıyı da zaten bundan sebep yazıyorum, haberin olsun.


Edebiyatla –hassaten şiirle-  ucundan kıyısından ilgilenmeye başladığım günden itibaren – okuyucu olarak ama sencileyin profesyonelliğim olmadı hiç (Şimdi sen bu okuyucu kelamından bana da bir kulp takarsın ya) – edebiyatın edeple bir alakasının olmadığını düşündüm hep. Sünbülzâde’nin bir kısım şiiri desteklemişti bu düşüncemi, sayende pekiştirdim. Yine de Orhan Veli’nin: “Edebiyatın da kendine mahsus adabı var” sözünü ben “Edebiyatçının da” diye ekleyerek okuyanlardanım. Kızmazsan söyleyeceğim: Sende edebin de, adabın da olduğunu düşünmüyorum, adamım. (Adamım ifadesi fazla avam biliyorum. Neylersin ki, ben danışman değilim, çok satmasa da cilt cilt kitap sahibi değilim,  hafızamda seninki kadar çok kelime yok.)


Sevgili Yıldıray Çiçek,


Farkında mısın bilmem, senin de yazar kadrosunda olduğun gazete satmıyor. Türkiye’nin en eğitimli ve mensubiyet duygusu en yüksek camiası, fikir ve hatır uğruna da olsa okumuyor gazeteni, okuyamıyor. Sayfaları kâğıt değil çamur kokuyor çünkü. Yazının olduğu sayfayı tuttuğumuz parmaklarımıza zift bulaşıyor. Biz şeker seviyoruz Yıldıray. Senin yazılarından şeker olmuyor. Pravda’dan farkı yok gazetenin. “Müesses nizama sadakat, Politbüro’ya itaat, lidere koşulsuz  biat” biçiminde formülize edilebilecek bir teslisin dışında kalan,  “şöyle de olabilir mi?”yi değil söyleyenin, düşünenin bile aforoz edildiği engizisyon mahkemeleri karar tutanaklarından farksız ve en az onlar kadar renksiz…


Hakikate iman etmek esastır Yıldıray Çiçek. Dava adamları fikir üzerinden hareket ederler. Asıl olan ideolojidir, dükkândaki konu mankeni değil. Bu yüzden mesela, danışmanı olduğun genel başkan bir şey söylediğinde biz –senden farklı olarak- bu sözü mefkûre ile irtibatlandırır, uyuyorsa kabul eder, uymuyorsa reddederiz. Reddettiğimizi de apaçık beyan ederiz. Bu, bizi hain, gafil, MOSSAD ajanı, fetöcü yapmaz. Doğrucu Davut yapar en fazla… Sen  ve Pravda yazarlarının karalamalarını de pek önemsemeyiz aslında. Çünkü biz Ülkücüyüz, “… kınayanların kınamasından korkmayız…”. Oysa sen, ihtilaftaki rahmeti görmek yerine, karşı fikir beyan eden herkesi aşağılıyor, onlara hakaret ediyorsun. Kul hakkına giriyorsun, kiralık kalem oluyorsun, müfteri oluyorsun. Firavun’un Yahudileri gibisin. Hani, Musa (a.s)’a : “Ey Musa, biliyoruz sen haklısın ama rızkımızı Firavun veriyor” diyenler vardı ya… Eğer mesele ekmek parasıysa, hakikaten ayıp ediyorsun.


Tarihin tekerrürüne sebep dünyanın yuvarlaklığı değildir Çiçek. Menfaatperestlerin ahlak tanımayan çıkarcılığı, ahmakların ahmaklığıdır. Bundan sebep Asya kıtası Tanrı-Krallar ve onların yardakçıları ile hakikatin tarafında yer alanların biteviye savaşlarının yaşandığı bir coğrafya olmuştur. Şimdi siz ve dün hasım bu gün ise hısım olduklarınız, kendi hakimiyet alanlarınızda modern zamanların Tanrı-Krallarını yani yeni Firavunları, turfanda Nemrutları yaratıyorsunuz.. Balgat’taki Derebeyi Şatosunda sizi oturtan gücün de, size rağmen sizi mecliste oturtan iradenin de biz olduğunu unutup hasbelkader kazandığımız her şeyi siz bahşetmişsiniz gibi davranıyor, bunun için de, Tanrı gibi,  koşulsuz biat istiyor, liderin her sözünün nass olarak kabul edilmesini şart koşuyorsunuz. Kabul etmediğimiz için de bizi zemmediyorsunuz.  “Tıınnn” diye bir ses çınlatıyordur kulaklarınızı Yıldıray Çiçek. Çünkü biz, bütün Türklüğü Hak yolu, hakikat yoluna çağıran Başbuğ Türkeş’i  lider, sehpaya yürürken bile “Milliyetçilik Davası ölmez!” diyen Pehlivanoğlu’nu yol arkadaşı, ülküdaş bellemişiz. Burayı atlıyorsunuz, atladığınız için bizi de kendinizi de âleme rüsva, hareketi berbat ediyorsunuz.


Gazeteciler bir haber yaparken 5N1K şeklinde formülize edilen sorular sorarlar kendilerine. Çocuklar ebeveynlerinden bir şey öğrenmek için sorarlar, öğrenciler öğretmenlerine, sufiler mürşidlerine sorarlar. Bırakın yasak edilmesini bilimsel bilgi için farz sayılır soru. Siz ise bizim, memleketin, bütün Türk-İslam dünyasının ve hatta insanlığın kaderini etkileyecek işlerin içine, üstelik, şaşkın ördek gibi tersinden girdiğiniz halde, bırakın eleştirmeyi, “Niçin?” diye soranları bile mürted ilan ediyorsunuz.  Aksi fikir beyan edene en çok sövenin en fazla göze girdiği bu idrak ve izan ile açıklanması gayr-ı kabil yönetim anlayışında, “Aferin”i kapmak için zift akıtıyorsun kaleminden. Yönetim organlarının fikrini almadan, ilgili kurul ve kuruluşlarla istişare etmeden -  mansıbı ne olursa olsun – bir kişinin oldubittiye getirip, “Ben yaptım oldu” ile iş yapmasının sakıncasını görmek yerine, bu işin doğru olmadığını söyleyenlere kılıç çekmek merdane bir tavır değildir. Hele ki bunlar gerek biyolojik gerekse akı l yaşı bakımından senden fersah fersah üstün ise.


Olası başkanlık oylamasında “RED” oyu vereceklerini kamuoyuna beyan eden milletvekillerine karşı yazdığın iftira ile örülmüş o yazını salim akılla okuyup düşünürsen ne demek istediğimi anlayacaksın.


Bilgilerinin zekatı, seni, üst düzey bir üniversitede profesör yapacak Ümit Özdağ ve Yusuf Hallacoğlu’na karşı takındığın tavır ne kadar insani değilse bu hareketin en büyük STK’larından birinin temelini atanlardan olan ve Balıkesir’de hem yerel hem de genel seçimlerde bizim adımıza fark yaratan biri olarak öne çıkan İsmail OK’un muhalif yayın yapan bir yerel televizyon kanalındaki programa gönderdiği ironik mesajdan paralel yapı çıkarman o kadar insani değildir emin ol. Isparta milletvekili Nuri Okutan’a ettiğin iftira ise hepsinin üzerine tüy dikmekten başka bir şey olmamış. Türkiye’nin son dönemde yetiştirdiği en iyi valilerden birini kendisi ile ilgili bir bühtan aklına gelmeyince, kardeşi üzerinden vurmaya kalkmak hukuk bilmezlik ve insafsızlıktır. Kaldı ki bahsettiğin kardeşin Ülkücü olduğu memleketinde herkesin bildiği bir şeydir. Paralel yapının, kendisini türlü ayak oyunları ile başhekimlikten aldırdığı, yolu hastaneye düşen her Ülkücü’nün müracaat kapısı olmuş, sizin de içinde olduğunuz iddiaların ortalıkta dolaştığı bir kumpasa kurban gitmiş bir Ülküdaşınıza ettiğiniz ayıp abisine ettiğinizle birleşince katmerli bir çirkinlik halini alıyor.


İflah olur musun? Sanmıyorum. Yine de şu Hadis-i Şerif’e dikkatli okumanı öneririm:

“Sahabeden bir zat, Hz. Peygamber (a.s.)’a “Din nedir?” diye sormuş. “Edeptir.” diye cevap vermiş, iki cihan serveri.   “Edep nedir?” sorusuna verdiği cevap ise güzelliği kadar net de: “Haddini bilmektir.” 

Senin, benim, hepimizin haddini bildiği günler dileğiyle, gözlerinden öperim adamım.