Müslümanlar olarak şuna inanıyoruz:

Bütün devirlerde olduğu gibi yolların ve yönlerin alabildiğine karıştığı günümüzde de bize yol gösteren en doğru ve içinde asla şüphe olmayan bir rehber vardır ve onun adı da Kur’an’dır.

“İçinde asla şüphe olmayan bu Kur’an yolunda gitmek isteyenler için kurtuluş rehberidir.” (Bakara, 2)

Mesaj bu kadar açık ve net olduğuna göre başka yerlerde ve yollarda kurtuluş arayanlar sonunda hüsrana uğrayacak olanlardır.

Kur’an’ın yol göstericiliği belli alanlarla sınırlı olmayıp, insanın yaşayabildiği bütün alanları kapsayan bir genişlik arz eder. İnsan şahsi hayatından aile hayatına, ticaretinden devlet yönetimine, başındaki idareciden ölümüne kadar bu geniş daire içinde kendine yol ve yön aradığında hakkıyla Kur’an’a teslim olmuş ve hakkıyla Müslüman olmuş demektir.

Peki, bunu başarabiliyor muyuz?

Bunun muhasebesini bütün Müslümanların vicdanlarına havale ediyor ve sadece devlet ve fert ilişkisi içinde yöneten ve yönetilen alana değinmek istiyorum.

Bir ülkede yaşıyoruz ve burada ya yönetici ya da yönetileniz.

Peki, yöneten veya yönetilenler hakkıyla dosdoğru yolu gösteren Kur’an’a uyuyor muyuz?

Ortaya koyduğumuz yönetim tarzı Kur’an’ın ilkeleri ile ne kadar uyuşuyor?

Yöneticilerimiz bizden mi?

Bunu şunun için sordum: Allah (cc) Kur’an’da kime uyacağımızı belirlerken “Sizden olan” diyor?

Yöneticilerimiz bizden mi?

İlgili Kur’an ayetinde Rabbimiz biz inananları muhatap alarak şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah’a, Resulüne ve sizden olan ulü’l-emre de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah’a ve Resulüne götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir.” (Nisa, 59)

İtaat sözlük anlamıyla, “Söz tutmak, boyun eğmek, emri yerine getirmek” demektir. Emanet ve adalet kavramlarıyla ilişkisi olan itaat İslami anlamda da sosyal, siyasî, hukukî, ahlâkî boyutlarıyla Kur’an’ın yol gösterdiği hayat düzenini kuran temel mefhumlardan da biridir.

Allah(cc)’a ve Resulüne itaat, “O’nun Kur’an-ı Kerîm’inde elçisi vasıtasıyla tebliğ ettiği emir ve yasaklarına uymak” demektir. Allah ve Resulü derken kullanılan “Ve” ayırıcı bir bağlaç değil, aksine bütünleştirici, yani Allah ve Resulünün aynı hakikati anlattığını belirten birleştirici bir özelliği vardır. Allah ve Resulüne (elçiliğine) uymanın mutlakıyeti sabittir ve bu inanalar için bir iman esasıdır.

Ayette geçen “Ulü’l-emre de itaat ediniz” emri makalemizin konusudur ve ayet “Ulü’l-emre” itaati (Yöneticilerimize) bizden olma, yani “Müslüman olma” şartına bağlamıştır. Müfessirlerimiz bunu “İtaat yükümlülüğü bakımından Allah ve Resulü gibi olmadıklarına, emirleri meşrû (Allah ve resulünün talimatına uygun) olmadıkça kendilerine itaat edilmeyeceğine işaret” etmişlerdir.

Ayetin inmesine sebep olarak gösterilen hadise çok ilginçtir.

Resulullah (sav) bir grup arkadaşına askerî görev vermiş, başlarına da Abdullah b. Huzâfe’yi geçirmişti. Abdullah bir sebeple öfkelenmiş, emri altındakilere odun toplayıp yakmalarını, ateş olunca da içine girmelerini emretmişti. Emri alanlar tereddüt içinde kaldılar. Bir kısmı, “Ulü’l-emre itaat edilir” diye ateşe girmeye teşebbüs ederken, diğer kısmı ise “bu itaatin, meşru olmasına bağlı bulunduğunu” söyleyerek girmemeyi savunmuşlardır. Seferden dönünce durumu Resulullah’a anlattıklarında şöyle cevap verdi: “Ateşe girseydiler kıyamete kadar ondan kurtulup çıkamazlardı. İtaat ancak meşru emre olur.”

Bu hususta temel hadis kitaplarından sayılan Buhari ve Müslim’de de Resulullah’tan iki rivayet mevcuttur:

“Hiçbir mahlûka, Allah emrine uymadığı takdirde itaat edilemez”, “Ancak maruf (meşru) olan emre itaat edilir.”

“Allah’a itaatsizlik sayılan emre itaat edilmez.”

Ulü’l-emr’in kimler olduğu hususundaki ortak tarif, “Devlet başkanı, onun veya toplumun yetki verdiği yöneticiler ve kumandanlar veya âlimler” şeklindedir.

Ayet açık biçimde inananlara hitap ederek, “sizden olanlara itaat edin” emrettiğine göre başta itaat edilecek kişinin Müslüman olması şarttır. İslam dini Müslümanın ve özellikle de Ulü’l-emr olan kişilerin en önemli vasıflarının “ilim ve adalet” olması gerektiğini ortaya koymuştur.

Günümüz yöneticileri yukarıdaki ayetteki özellikleri üzerinde taşıyor mu?

Yaptıkları bütün işlerde ve icraatlar da “İslamiyet’i, ilmi ve adaleti” esas alıyorlar mı?

Ülkedeki uygulamalarda Allah(cc)’ın haram kıldıkları (İçki, Kumar, faiz, zina, zulüm, vb.), haram, helal kıldıkları helal olarak kabul ediliyor mu?

Yöneticilerimiz (Devlet başkanından, valisine, vekilinden belediye başkanına kadar), “Ben bunu böyle yapıyorum ama yarın Allah bunun hesabını bana soracak.” iman ve sorumluluk bilincine sahip mi?

Bu ve akla gelebilecek soruları cevabını Müslümanların vicdanlarına havale ediyorum.

Makalemi, Selçuklu Veziri Nizâmülmülk tarafından kaleme alınan ve 51 fasıldan oluşan Siyasetname isimli eserinden alıntılarla bitirmek istiyorum:

- Devletin vazifelendirdiği birisi, mazlumun, yetim ve fukaranın hakkını yerse, vay o devletin haline!

- Devlet işlerinde dini bütün, Allah (cc) korkusu olan, haram yemekten kaçınan bir yardımcıyı herkes ister. Ancak aksi durumda, yardımcı yerine bir casus beslenmiş olur. Bu da devletin bekâsını temelinden sarsacak mahiyette bir olumsuzluktur.

- Teorik olarak Allah’ı bilen ve O’ndan korkanlar haram yiyemez, zulmedemez, ihanet edemez ve adaletsizlik yapamazlar. Çünkü, hesap gününe inanır.

- Devlet işlerinde vazife yapanlar, iyi ya da kötü olabilirler. Halk, iyileri hayırla anarken kötüleri nefretle yâd eder. Sevilen bir devlet adamı olmak varken, arkasından kin duyulan biri olmak akıllı kimsenin yapacağı iş değildir. Zira makam mevki geçicidir, kalıcı olan insanlık ve hayırseverliktir.

- Devlet adamı zulmetmemeli, zulmetmiyorsa bile vazifelendirdiği adamların zulmedip etmediğini bilmelidir. Yoksa mazlumların ettiği ah, eninde sonunda dönüp kendisini bulacaktır.

- Kamu görevine alınmada liyakat esas alınmalı ve herkes liyakatine göre değerlendirilmelidir. Kişide aranması gereken şey mal mülk değil hünerdir. Devletin bekası için, ehil olmayan kimselere iş verilmemelidir.

- Yöneticiler merhametli olmalı yetişmiş insanları kolayca harcamamalı ama yaptıkları hatayı tekrarlamalarına da izin vermemelidir.

- Yöneticiler yapacağı her işte Allah’ın rızasını gözetmeli onun emrine boyun eğerek yoluna ve kuluna hizmet etmelidirler.

- Yöneticiler yaptıkları işlerde gafil olmamalı ve devamlı kontrol etmeli, zulüm ve hıyanet zuhur ederse memuriyetten derhal almalıdır.

- Yöneticiler, idareciler, devlet işlerini ehline danışarak yürütmeli, kendi başına iş görmemeli. Herkesin zıt da olsa fikrini açıkça ortaya koymalarını sağlamalıdır.

- Yöneticiler israftan, zevk-ü sefadan uzak durmalı ve devlet kaynaklarını kullanırken kılı kırk yarmalıdır. Zira, yönetilenler sayısınca kişinin bu kaynakta hakkı olduğu bilinmeli ve emanete ona göre sahip çıkılmalıdır.