Yılını tam hatırlamıyorum ama herhalde 25 yıl kadar oldu; “Cumhuriyet Kurulalı … Yıl Olmuş Devlet Hâlâ Bina Yapıyor” başlıklı bir yazı yazmıştım. O yıllarda devlet kurumları binalarını yetersiz görüyor ve yenilerini yapıyordu. Mesela 1998 yılında Özal Döneminin gözde müteahhit firmalarından Ceylan İnşaat, Eskişehir Yolu üzerinde çok katlı TEKEL İKİZ KULELERİ’ni inşa etmeye başlamıştı ve bir devlet kurumunun böylesine fantastik, böylesine görmemişlik örneği gösteren binalar yapması zaten olacak iş değildi.

AKP iktidara geçtikten sonra özelleştirme furyası başlayınca bugün hâlâ Ankara’nın en yüksek binaları arasında yer alan o ikiz kuleler 2005 yılında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği tarafından satın alınınca TOBB KULELERİ adını aldılar. AKP döneminde özelleştirme furyası ile birlikte devlet kurumlarının bina yapma/yaptırma işleri de makas değiştirdi ve bu defa KİRALAMA furyası başladı. Kendi camialarından yapılan bir benzetme ile “Mücahitler Müteahhit olmuşlardı” ve yaptıkları binaların en iyi müşterisi devletti. Öyle ki bir bina dikiliyor ve hemen devlet kurumlarından biri taşınıveriyordu. O binanın birkaç yıllık kira bedeli ile binanın yapılabileceği bu işi bilenler tarafından ifade edilse de üzerinde duran olmadı. Daha bina yapılırken bile kiracısı olacak olan devlet kurumunun belli olduğu söyleniyor, neticede o söylenti doğru çıkıyordu. Bu ifademden, “Keşke devlet bina kiralamasa da yapmaya devam etse idi” anlamı çıkarılmamalıdır. Öyle olursa 25 yıl kadar önce yazdığımı belirttiğim yazıyı inkâr etmiş olurum. Olanla yetinilmesi, ancak zaruri hallerde bina yapılması devlet eliyle yapılan israfı büyük ölçüde önleyecektir. Kiralama işi ve yandaşlara kıyak geçilmesi ise israfı kat kat arttıran bir uygulamadır. Burada herkesin bildiği “Müşteri garantili yap işlet devret” metodu ile yapılan ve ödemeleri torunlarımıza devredilecek olan konulara girmeye gerek yok. Çünkü her nereye bakılırsa bakılsın örnekler kendini gösteriyor ve devlet adeta israf denizinde yüzüyor! Tabii, daha önce birkaç yazımda da konu ettiğim gibi şöyle bir iddiam var: “Devletimiz kendi israfını önlerse Türkiye’nin gücü en az ikiye katlanır!”

Devlet yalnızca bina yaparak, yaptırarak ya da kiralayarak israf denizine girmiyor. Personel politikası da ayrı bir israf kaynağı. “İşe göre adam değil de adama göre iş bulma” anlayışı eskiden beri bir kara deliktir ama son dönemde artık işin şirazesi kaçmış; liyakat, ehliyet, ihtisas bir kenara itildiği için istisnai kadrolar oluşturularak istisnalı ücretler ödenmeye başlanmıştır. Eskiden Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) vardı ve oralar “Arpalık” olarak nitelendirilir, iktidarlar yandaşlarını ya da “oy deposu” olarak gördükleri kişi ve grupların temsilcilerini oralarda istihdam ederlerdi. Şimdi Kitlerin çoğu özelleştirildi ama öyle “Üst Kurullar” ve “Yönetim Kurulları” oluşturuldu ki eski “Arpalıklar” bunların yanında çok masum kalıyor. Kaldı ki özelleştirilen kuruluşların önemli bir bölümünde de yine devletin, daha doğrusu iktidarın temsilcileri var.

Son yıllarda malum iki, üç, üç de yetmez dört, dört de yetmez beş yerden maaş alanlar gündemi bir hayli meşgul etti, dozu ve örnekleri giderek artıyor. Eskilerin “Kaht-ı Rical” dedikleri “Adam Kıtlığı” mı var acaba ki böyle oluyor? Memlekette bunca kalifiye, okumuş, ehil işsiz varken bir kişinin koltuğuna iki, üç, dört hatta beş karpuz sığdırmak olacak iş midir? Bu iş nasıl, neden, niçin, nasıl oluyor? Haksızlık, hukuksuzluk yok mu? Adam “Bakan Yardımcısı” ama falan yerde de “Yönetim Kurulu Üyesi.” Bir başkası “Genel Müdür”, “Genel Müdür Yardımcısı” ya da “Daire Başkanı” ama falan yerde bilmem ne temsilcisi. Hatta birkaç yerde birden Yönetim Kurulu Üyeliği olanlar var. Olacak iş değil ama oluyor.

Peki, Yönetim Kurulu Üyesi olunca ne oluyor? “Ne” değil; neler olmuyor ki? Maaş ya da Huzur Hakkı, makam odası, makam arabası, sekreter, harcırah, yurt içi ve dışı seyahat hakkı, hatta sınırsız harcama limiti olan bankamatik kartları verilen Yönetim Kurulu üyeliklerinden bile söz ediliyor. Hani “Yağma Hasanın Böreği” gibi bir durum var.

İyi, güzel de, bu “Yönetim Kurulu Üyeleri” ne iş yaparlar hiç düşündünüz mü? Az çok biliyorum da, PETKİM ve TÜPRAŞ örneklerini yakından bildiğini bildiğim bir arkadaşıma, “Bu ve benzer kuruluşların Yönetim Kurulları çok önemli midir? Üretime ve işletime katkıları nedir? Mesela Y. Kurulu olmasa da işleri Genel Müdür ve ilgili teknik personel yürütse değişen bir şey olur mu” diye sordum. İşte cevabı:

“Kamu kuruluşlarında Yönetim Kurulu üyelerinin pek bir önemi yoktur. Çünkü yönetim işlerini Genel Müdür ve altındaki kadro yürütür. Yönetim Kurulu üyeleri teknik işlerden anlamazlar. Yönetim Kurulu Başkanı hükümet (Bakan) ile irtibatı sağlar. Stratejik kararları alanlar ise siyasiler ile Bakanlık bürokratlarıdır. Üyelerin çoğunun şirketin ürettiği ürünlere dair bilgileri bile yoktur.”

Zaten bu ifadelerin doğruluğunu yaşayıp görüyoruz. Yönetim Kurulu üyelerinin çoğu konuya yabancıdırlar ama kendilerine sağlanan olağanüstü maddi imkânlarla sosyal hakların dışında ilgili kurum ve kuruluşta istediklerine kredi verdirmek, dilediklerini işe aldırmak, ihale kotarmak gibi fiilleri ile de kurumu zarara uğratırlar. Çünkü işin özünde olmasa da teferruatında büyük yetkilere sahiptirler ve ilgili kurumları adeta birer sülük gibi emmektedirler.

PETKİM, TÜPRAŞ, TELEKOM, ÇAYKUR, TÜRKCELL ve benzeri kamu kuruluşlarındaki işleyişi bir bilene sormuştum. Ben de iyi bildiğim TRT ile ilgili örnek vereyim. Mesela TRT’de Yönetim Kurulu üyeleri görevlerini TRT Yayın İlkeleri doğrultusunda yapıyor olsalardı ya da diyelim ki ben Yönetim Kurulu Üyesi olsa idim “Cevap Hakkı” kuralının mutlaka işletilmesini sağlar, bu konuda mücadele ederdim. Çoğu yetişmiş ve “Temininde Güçlük Çekilen Kadrolara” ait olup “İstihdam Fazlası Personel (İFP)” olarak başka kurumlara gönderilme uygulamasına karşı çıkarak Kurumu gülünç duruma düşürmezdim. Nitekim söz konusu personelin hemen tamamı mahkeme kararları ile geri dönmüştür. Ayrıca, bir yandan “Emekliliğe teşvik” uygulaması ile yetişmiş personeli tasfiye ederken öbür yandan tecrübesiz kişilere kadro verilmesini önlerdim. “Özel Hukuka Bağlı Personel (ÖHP)” uygulaması ile birtakım vasıflı ya da vasıfsız kişilere kurum personelinden kat kat fazla maaş verilmesine karşı çıkar, zaruri hallerde ve sınırlı olarak yapılmasını sağlardım. Türkiye’nin en eski ve köklü yayın kuruluşuna, giderek kaybolan kimliğinin yeniden kazandırılarak “TRT Bir Okuldur” anlayışının geri getirilmesi için gayret gösterirdim. Bir gazetede siyasi yazılar yazan birinin TRT’de Ana Haber sunmasına hiç ama hiç razı olmazdım. Bunca teknik imkâna ve bunca personele sahip olan TRT’nin “Dış Yapımlar”a açılarak fahiş fiyatlarla programlar yaptırmasını önlerdim. Keza bunca ses ve saz sanatçısı varken TRT Müzik’te “dön baba dönelim” kabilinden aynı programların sabah akşam ve yıllarca tekrar edilmesine razı olmazdım. “Yapamazdın, yaptırmazlardı” dediğinizi duyar gibi oluyorum. O durumda da zülfi yâre dokunan açıklamalarımı yaparak istifa eder giderdim!

Kısacası, Kamu kurum ve kuruluşları Yönetim Kurulları ve Üst Kurullar olmadan da uzman, ehil, liyakatli kişiler elinde daha verimli, daha kârlı çalışabilirler. Bu kurullar olacaksa adam gibi olmalı, hatır gönül için oluşturulup devlet zarara sokulacaksa hiç olmamalıdır vesselam. İddiamı tekrar ederek noktayı koyalım: “Devlet kendi israfını önlerse Türkiye’nin gücü en azından ikiye katlanır!”