Neden bir türlü kabuğumuzu kıramıyoruz.

Neden bir türlü yaşamsal sorunlarımızı halledemiyoruz.

Neden 300 yıldır sürekli tehditlerle beka sorunlarıyla yaşıyoruz.

Önümüze konan 40 satır veya 40 katır ı tercih etmek zorunda mıyız?

Osmanlının özellikle son yüzyılında teslim alınmış, etkisizleştirilmiş, saraylarının içinden dışarıya çıkamaz hale getirilmiş padişahlık ta gerçek yetkiler padişahın mühür verdiği sadrazamda idi. (“Mühür kimdeyse Süleyman odur”yani)

Osmanlının son yüzyılında (Ali ve Fuat paşalardan sonra) mühür sahibi olmuş sadrazamların hemen hemen tamamı zamanın konjöktürüne göre, genellikle İngilizci, daha az Fransızcı, hatta Rusçu, Nedim paşa da sadrazamlık yapmıştı (250 yıldır sürekli savaştığınız amacı sizi yıkmak olan bir devletin tarafları olan başbakan yetkisinde sadrazamınız var yani)

Son demlerde de (Abdülhamit ve sonrası) Almancı sadrazamlar yönetime geldi.

Devletimizin yönetiminde kimin hâkim olduğu yaşanmış bir olayda net olarak ortaya çıkar.

Sultan Abdülhamit sadrazamı Mithat Paşayı amcası Abdülaziz’in öldürülmesinden sorumlu tutarak mahkeme edilmesine karar verir. Karar Sadrazam Mithat Paşaya tebliğ edilir.

Devletimizin başbakanı Mithat Paşa sabah erkenden İngiliz büyükelçiliğine sığınır. (Devletin başbakanı kendi ülkesindeki başka bir devletin büyükelçiliğine sığınıyor)

İngilizler Mithat Paşayı Osmanlı adaletine 6 ay sonra teslim ederler.

Başbakanı bir emperyalist devletin kontrolündeki devlet ayakta kalabilir miydi, tabi ki kalamazdı, kalamadı da. Sonuçta küçüldü küçüldü ve yıkıldı.

Yıkılmaya giden devletlerin hayatında bu tip kesitleri ararsak çokça buluruz. (1836 Ticaret Anlaşması, Gülhane Hattı hümayunu, Duyunu Umumiye, Haliç Kongresi Kararları, Galata Bankerliği adıyla tefecilere devletin borçlanmaları, say say bitmez, dış etkiyle yapılan devlet davranışları)

En azından kurulduğunda Türk Devleti olarak kurulan ve çok büyük bir coğrafyaya hükmeden zamanının süper gücü olabilen devletimizin en önemli yıkılış sebeplerinden birisinin “Yönetimsel Dışa Bağımlılık” olduğunu biliyoruz.

Bağımlılığı kabullenme hastalığımı bu?

İstiklal Savaşımızı yapıp cumhuriyeti kuranlar bağımlı değildi.

Ya sonrasında devam edenler?

Sonrasında ülkemizin yönetimine getirilenler için “Bağımlı değil idiler” diyebilir miyiz?

Çok partili hayata geçişteki son 70 yılın emperyalist gücü ABD’nin etkisini görmek gerekir.

1950 seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Partinin en önemli seçim vaatlerinden biri “Türkiye’yi küçük Amerika yapmak” idi.

1965 seçimlerinin galibi Adalet Partisinin başbakanının ilk lakabı “Morrison Süleyman” idi sonra “Çoban Sülü” sonra “Baba" lakaplarını aldı.

12 eylül 1980 de ABD’nin “Hizaya getirme” ihtilalından sonra iktidara getirilen Anavatan Partisi, zamanın ABD dışişleri bakanı Alexander Hage’nin zamanın cuntasına ricasıyla kurdurulmuştu.

(12 Eylül cuntası tarafından siyasi partilerin kontrollü kurulmasına karar verildikten sonra zamanın başbakan yardımcısı Turgut Özal ABD’ye ziyarete gider ve kuracağı Anavatan Partisi’nin veto edememesini ABD’nin cuntaya ricasıyla aşar. Gelir partiyi kurar ve iktidar olur. Ak Partinin kuruluş ve iktidara geliş hikâyesi ile bire bir örtüşür)

Gene krizler, 90 lı yıllar, terörizm, sürekli tehdit altında yaşayan bir millet.

Büyük Ortadoğu Projesinin uygulamaya geçişi.

Sahte mağduriyetlerden üretilmiş bir işbirlikçi partinin kurulup iktidara getirilmesini yaşadık.

1990’lı yılların sonlarında Ak Partinin kuruluş temelleri atıldı, tabii ABD büyükelçisinin önderliğinde.

Atılan işbirlikçi parti temellerinin nasıl oluştuğunu yazar Erol Mütercimler, Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, İslamcı yazar Ali Bulaç defalarca yazdı. Açık kaynaklarda hem yazılı hem sözlü bulunabilir.

Ya hiç devletin kuruluş felsefesini yazan bir mütefekkirin yüzde yüz haklı bir şiirini okudu diye bir belediye başkanı cezalandırılır mı? Halbuki cezalandırılabileceği onlarca ihale yolsuzluğu vardı.

3 aylık bir cezaevi mağduriyeti sonuçta cezaevi çıkışından sonra 3 aylık ABD ziyaretleri akabinde Ak Parti’nin kuruluşu ve iktidara getirilişi.

Tabi ki kanlı BOP uygulamaları, bölge insanlarına ihanet, kontrolde bir türlü zincirlerini kuramayan zavallı ülkemiz ve toplumumuz.

Görülen o ki ABD tüm kullanıp attıkları gibi Ak Parti’yi de buruşturup bir kenara atma hazırlığında.

Karar verilmiş de “Biraz daha kullanabilir miyim?” uzatmaları oynanıyor gibi.

ABD emperyalizminin dersini iyi çalıştığı, Türk milletinin delilerinin bir araya gelebileceği, vatanları için canlarını, mallarını ortaya koyabileceklerini de hesap ettikleri görülüyor.

Ülkemizde iktidar için parlatılmaya çalışılanlar var.

Alternatif hazırlığı yaklaşık 10 yıl önce başlatıldı.

CİA kontrolündeki FETÖ eliyle (hataları olan ama işbirlikçi olmayan) CHP Genel Başkanı Deniz Baykal bir kaset operasyonu ile devrildi yerine Kemal Kılıçdaroğlu geldi.

Milletvekili seçimlerine bağımsız adaylarla giren HDP zamanın genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın bir ABD seyahati dönüşünde “Seçimlere parti olarak katılacağız” kararını aldı. O zamana kadar yüzde 6-7’lerde rey alan hareket yüzde 13’leri gördü. Halen de barajın altında görünmüyor.

HDP’nin ABD’nin ülkemizi bölmek için kurduğu PKK/PYD ordusunun Türkiye’deki legal kolu olduğunu kendi parti üst yöneticileri de zaman zaman söylüyor.

Büyük umutlarla İYİ Parti kurduruldu.

Partinin 2’nolu ismi teşkilat başkanı İYİ Parti başkanı Meral Akşener’e “FETÖ’cü” dedi. Halen yan yana odalarda çalışıyorlar. İYİ Parti’de üst yönetim bağlamında bir “FETÖ” etkisi yazılıyor, çiziliyor. Meral hanımın kendi yerine hazırladığı iddia edilen İstanbul il başkanı ve aşağı yukarı ailesinin tamamının FETÖ iltisakî yoğun iddialar arasında.

FETÖ demek CİA demek olduğunu herhalde ülkemizin tüm yaşayanları 15 Temmuz gecesi anlamıştır. (15 Temmuz da başörtüsü gibi yüksek bir istismara uğramış, fırsatçı siyasetçilerin kullanımına halkın duygularının sömürülmesine sebep olmuştur. Sömürme ve istismar halen de devam etmektedir)

Tabii Türk Milliyetçisi cilası sürülmüş, İYİ Parti’nin başkanı Meral hanımın, Selahattin Demirtaş ve Pervin Buldan ile yapacağı kahvaltının diğer konuğunun da hangi ülkenin büyükelçisi olacağı açıktır?

Gelecek Partisi diye bir parti kurduruldu. Din eksenli olduğu iddia ediliyor.

Biz partinin başkanı eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nu iki yerden hatırlıyoruz.

1-Dışişleri Bakanı iken ABD eksenli Suriye politikası (Suriye’de milyonlarca insanın ölümünde, akan kanda, bölgenin yakılıp yıkılmasında yüksek sorumluluğu ve payı var)

2 - Tayyip Erdoğan ile Obama bir sahnede konuşurken, ABD başkanı Obama’nın ,Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu parmak şakırdatarak yanına çağırması ve Dışişleri Bakanımızın da tıpış tıpış el pençe gitmesi (devletim adına utanmıştım hala o görüntüye ulaşmak mümkün)

Ali Babacan’ın ve Abdullah Gül’ün İngiliz bağlantısını artık herkes biliyor. Zaten saklamıyorlar da.

Emperyalizm tarafından ülkemizin yönetimine getirilmek istenen koalisyonun profili bu.

Yazının başına dönüyoruz…

40 satıra veya 40 katıra mahkûm muyuz?

Kendi içerde ama ipleri dışarıda olan insanlardan kurumlardan ancak yıkım geleceğini görmez miyiz?

Ne zaman aklımızla hareket edeceğiz?