AB ile Varna’da yapılan görüşmelerden bir netice çıkmadı, çıkmayacağı da baştan belliydi. Bunun iki sebebi var; birincisi, Avrupa Birliğinin Türkiye’ye biçtiği rolden kaynaklanıyor. Geçmişte Türkiye’yi, önemli ve etkin bir üyesi olarak görmek isteyen AB, bugün stratejik ortaklık gibi belirsiz bir pozisyon biçiyor. Eğer bu gerçekleşirse Türkiye AB’nin ilk stratejik ortağı olacak.

Türkiye, ABD ile de stratejik ortak. Yıllarca bu kavram siyasetçilerin ağızlarına pelesenk oldu. Stratejik ortağımız ABD diye başlayan nutuklar üzerinden ne kadar önemli bir ülke olduğumuz vurgulandı. Bugün o stratejik ortak Suriye’de Türkiye’nin milli varlığına kast etmeye çalışan PKK/PYD’nin yanında duruyor. Keza, bizi stratejik ortak yapmak isteyen AB’nin en güçlü üyelerinden biri olan Fransa’nın tavrı da aynı. Daha dün Fransa Cumhurbaşkanı Macron, PYD’nin türevlerinden biri olan TEV-DEM eş başkanı Asya Abdullah’ın da aralarında bulunduğu bir heyetle görüşerek, PYD’ye desteğini tekrar etti. Bu örnekler stratejik ortak lafının hiçbir anlam ifade etmediğini, hele dostluk manasına hiç gelmediğini gösteriyor.

Varna’da bir sonuç alınamamasının ikinci nedeni de Türkiye’den kaynaklanıyor. Son yıllarda demokraside, yargıda, insan haklarında büyük gerilemeler yaşandı. AB, 15 temmuz darbesine karşı Türkiye’nin hassasiyetlerini anlamakla birlikte OHAL’ın bu kadar uzamasını, yargının siyasallaşmasını, AİHM içtihatlarının askıya alınmasını,otoriterleşme yönündeki eğilimleri,terörle mücadele kanununda AB müktesebatı ile uyumlu olmayan ibareleri doğru bulmuyor. Hemen söyleyelim, AB’nin altını çizdiği kimi konular bugün aynı zamanda Türk vatandaşlarının da şikayet ettiği konular. Mahkemeler arasında uyumun nasıl bozulduğunu anlamak için ilk derece mahkemelerinin istinaf veya AYM kararlarına karşı gösterdiği dirence bakmak kafi. Bugün kimse Türkiye’de ifade özgürlüğü olduğunu, temel hak ve hürriyetlerin düne göre daha ileri bir noktada olduğunu söyleyemiyor. Evrensel hukukun hatta milli hukukun suç saymadığı birçok fiil siyasi mülahazalar ve toplumun direncini kırmak için suç kategorisine sokulabiliyor.

AB ile görüşmelerde netice alınamamasının arkasında işte bu iki taraflı nedenler yatıyor. Doğrusu, AB bizi-en azından bugünkü halimizle- arasına almak istemiyor, mevcut iktidar da aslında Avrupa Topluluğunun bir parçası olmak istemiyor. İktidar AB üyeliğini varmak istediği menzili gizlemek,örtmek uluslararası toplumun blokajı ile karşı karşıya gelmemek için kullanıyor. Hedefinde AB üyeliği asla yok. AB ise Türkiye gibi büyük bir ülkeyi tamamen kaybederek bu pazardan olmak istemiyor. Stratejik ortaklıkla Türkiye’yi yakınında tutarak pazarını korumak istiyor. Onun için görüşmeler bir nevi karşılıklı oyalama taktiğine dönüşüyor.

Türkiye AB’ye girmeli mi? Bugün bu sorudan daha anlamlı olan AB’nin demokraside, yargıda, insan haklarında standardının yakalanmasıdır. Bir tarafta sözde İslam ülkesi olan Mısır ,Arabistan, Kuveyt, Ürdün gibi devletlerin standartları, bir tarafta AB’nin standartları. Türkiye elbette, kendi ruh köküne bağlı kalarak yönünü batıya çevirmelidir.