“Arkadaşlar! Gidip Toros Dağlarına bakınız. Eğer orada bir tek Yörük Çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa şunu çok iyi bilin ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez!"

Gazi M. Kemal ATATÜRK

Yörükler…

Türklüğün yerinde duramayan çalışkan, üreten, gezip dolaşan, tehlikelerden yılmayan, tabiat şartlarına uyumlu, devletine sadık, milleti için canını vermekten çekinmeyen misafir sever, yokluklardan yerinmeyen has evladı.

Yerinde duramaz, göçer. Çoğu zaman yazın yaylakta, kışın kışlaktadır. Koyunları, keçileri, yerine göre atları, eşekleri ve develeri ile oradan oraya göçer dururlar. Adı üstünde, “Göçer” derler onlara ama gerektiğinde durmasını da bilirler. Hele de devlet bir görev vermişse mutlaka yerine getirirler. Bugün Balkanlarda hala büyük bir Türk varlığı varsa ve bütün baskılara rağmen dillerini, dinlerini koruyarak yaşıyorlarsa devlete olan sadakatlarındandır. Osmanlı onları o bölgeleri yurt tutmaları için göndermiş, onlar da gidip gereğini yapmışlardır. “Kocacık Yörükleri”, “Naldöken Yörükleri”, “Vize Yörükleri” gibi adlarla anılanlar oralarda yaşamaya devam etmektedirler.

Makedonya’daki Kocacık Köyü, Mustafa Kemal Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin köyü olarak bilinmektedir. Yörüklerin bütün özelliklerini bilen Atatürk onun içindir ki, “Arkadaşlar! Gidip Toros Dağlarına bakınız. Eğer orada bir tek Yörük Çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa şunu çok iyi bilin ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez!” demiştir.

Balkanları yurt tutan Yörükler gibi, Anadolu’da kalan Yörükler de Milli Mücadele döneminde yurt savunmasında canla başla mücadele ettiler. Yörük Efeler Yunan askerlerinin korkulu rüyası oldular. Esasen, Osmanlı Türklerinin nüvesini teşkil edip Anadolu’yu yurt tutanlar, kışlak olarak Söğüt’te, yaylak olarak da Domaniç’te bulunurlarken hedeflerini büyüterek koca bir İmparatorluk kuranlar da Yörüklerdir. Her yıl Söğütte yapılmakta olan Osmanlı Devleti’nin kuruluş şenliklerinin asli unsurları onlardır.

Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yapılmakta olan Yörük Şenlikleri de elbette iyidir, hoştur, gereklidir ama Yörükleri yalnızca birer Festival unsuru olmaktan kurtarıp dertleriyle de dertlenmek, ihtiyaçlarını gidermek şarttır.

Türkiye’de özellikle Marmara ve İç Anadolu’daki Yörük grupları büyük ölçüde yerleşik hayata geçmiş olmakla birlikte kendilerine has geleneklerini mümkün ölçüde devam ettirmekte, aile bağlarına önem vermektedirler.

Antalya, Muğla, Burdur, Konya bölgesinde yaşayan ve sahip oldukları koyun ve keçilerin cinsine, renklerine göre Karakeçili, Sarıkeçili gibi isimler alan Yörükler ise, geniş hayvan sürüleri sayesinde bulundukları yerlerdeki halkın et, yoğurt, peynir, yağ, süt gibi gıda ihtiyaçlarının üretimini yaparlar, yetiştirdikleri hayvanları kurban pazarlarına indirerek ya da çadırlarına kadar gelenlere satarlar. Giyim kuşam gibi bazı ihtiyaçlarını ise köy ve kasabadaki pazarlara inerek karşılamaktadırlar.

Yörükler, yaylak ve kışlak alanları birbirine yakınsa tabiat şartlarına uygun olarak tarımla da uğraşarak en azından mevsimlik ihtiyaçlarını karşılayabilmektedirler. Ancak onların hayat şartları giderek zorlaşmakta, özellikle Orta ve Batı Toroslarda yaşayan Yörüklerin hareket kabiliyetleri kısıtlanmaktadır.

Yörüklerin faydalandığı otlaklara girişleri büyük ölçüde yasaklanmış, bazı meralık alanlara yapılaşma izni verilmiş, özellikle ormanlık alanlara girmeleri engellenmiştir. Artık, tarihin derinliklerinden beri süre gelen “Yazın yaylaklara, kışın kışlaklara” gidilme geleneği kaybolmak üzeredir.

Şartlar böylesine zorlaşınca, alışıla gelen hayatlarını sürdürmek isteyen Yörükler, kısıtlamalardan ve otlak yerlerinin işgal edilmesinden dolayı uzak yerlere giderek yaylak arama zorunda kalmışlar, oralara yaya olarak gidip gelmek haftalara, aylara mal olacağı için sürülerini kamyonlara yüklemeye başlamışlardır. Bu ise otlaya otlaya gidip gelen hayvanların verimini düşürmekte, alışkanlıklarını değiştirmektedir.

Bu zorluklar karşısında bazı köy ve kasabaların çevresinde bulunan dağ yamaçlarından arsa ve tarla alıp ağıllar oluşturarak en iyi bildikleri işi yapmak suretiyle hayata tutunmaya çalışan Yörükler ise başka zorluklarla karşılaşıyorlar. Ağıl dışına çıkarılamayan hayvanlar adeta hapis hayatı yaşamakta, tabiatta diledikleri bitkilerden faydalanırken yem ve küspeye mahkûm edilmektedirler. Dolayısı ile koyun ve keçi eti ile süt ve süt ürünlerinin kalitesi de düşmektedir. Ağıl besiciliğinin önündeki bir başka engel de özellikle büyük şehirlerin çevresinde bulunan köy ve kasabaların mahallelere dönüştürülerek belediye sınırları içine alınması ile ortaya çıkmış, ağıllar daha uzaklara taşınmak zorunda kalmıştır.

Bu durum Yörükleri yıldırmış, yeni hayat düzeni onların çocuklarını da yüzyılların gerisinden gelmekte olan alışkanlıklardan ve aile ortamından uzaklaştırmaya başlamıştır. Velhasıl, “Gezen Tavuk Yumurtası” gibi “Gezen Keçi Eti ve Sütü” de giderek hayal olmakta, ondan da öte Türk Milleti’nin has evlatları geleneklerinden koparılmaktadırlar. Onun için devletimizin bu işe bir çözüm bulması, geleneklerini sürdürerek en iyi bildikleri işi yapma gayretinde olan Yörüklere kolaylıklar sağlaması gerekmektedir.

Yazılarımı takip edenler sağ olsunlar, bu konuda bir yazı yazmamı istediler. Hatta bu konuda Almanya’da bulunan bir sosyal medya arkadaşımdan bile mesaj aldım. Ben de Yörüklerin harman olduğu Burdur yöresinin, Bucak’taki Kumbar Yaylası’nda keçi otlatan bir ananın oğlu olduğum için konuya uzak kalamazdım. Yıllardır Ankara’da bulunduğum için Bucak’taki, Antalya’daki konuya vakıf arkadaşlara yazıp bilgilerine başvurdum.

Türk Milleti’nin özünü oluşturan, geleneklerini asırlardan beri sürdüren Yörüklerin dertlerine çare bulunması ve yüzyıllardan beri süregelen köklü bir geleneğin festivallerle şenliklerdeki parlak nutukların içine hapsedilerek önemini kaybedip gitmesine seyirci kalmak yerine gerçekliğini de koruyarak yaşatılması için bazı düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Bunları şöylece sıralamak mümkün:

1-ÇED (Çevre Etkilerini Değerlendirme) Kurulları’na Yörükler Derneği temsilcinin katılması ve oy sahibi olması.

2-Meraların yeniden düzenlenmesi, Orman, mera ve hazine arazisi ayırımının net olarak yapılması.

Yörüklere danışmadan mera daraltmalarının yapılmaması. Kaçak ağaç kesme suçları hariç, ormanlık alanlarda hayvan otlatanlara verilen cezaların kaldırılması. Yeni mera alanları ihdas edilmesi. Bunların hangi hayvan besleyicileri tarafından hangi şartlarda kullanılacağının avcılık gibi kurala bağlanması. Mera alanlarında kuyular ve havuzlar yapılarak su ihtiyacının karşılanmasının devlet eliyle yapılması.

3-Su kaynakları ve sulak alanların korunması. Çünkü su, hayvancılığın olmazsa olmazıdır. Anadolu’nun en eski yerleşimleri sulak alanlardır. İnsan ve hayvan için su bir mecburiyettir. Bu alanlarda yapılacak her türlü yatırım ve işlemin Yörüklerin de katıldığı çevre etki değerlendirilmesinden geçirilmesi.

4-Maden sahalarının tahsisinde mutlaka hayvancılığın dikkate alınması, bu konuda Yörüklere

Danışılması.

5- Küçükbaş hayvancılığın teşviki. Hayvan yetiştiriciliğinin kaçak çobanlara bırakılmaması, onlara yerinde eğitim verilip sertifikalandırılarak sigortalanması. Sigortalarının devlet tarafından karşılanması. Yörük kaydı oluşturularak geleneklerini devam ettirenlere maddi destek verilmesi.

6-Hayvanların hiçbir şart ve şekilde haciz vs işlemine tabi tutulmaması, işlerinin kolaylaştırılması.

Yoksa dünyanın hali ortada… O Yörük çadırlarının dumanı tütmez olursa halimizin ne olacağı belli olmaz. Atatürk’ün sesine kulak vermeye, öngörülerinden şaşmamaya dikkat etmeliyiz.