2014 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’ne getirilen Nazif Yılmaz isimli kişinin, “Türkçe öldü. Arapça öğretilirken ikinci bir dil kullanılmaması gerekir. Öğretmenler öğrencileri ile ancak Arapça olarak diyalog kurabileceklerdir. Öğrenci öğretmeni ile teneffüslerde ancak Arapça konuşabilir. Ya konuşur, ya da yanında tercüman getirir” demişti. Bu ifadeleri o sıralarda gündeme getirilse de sanki unutulup gitmişti. Ancak iktidar çevreleri kendisinden çok memnun kalmış ve ilgili şahsın bağlantılı olduğu söylenen vakıf ve derneklerin arzuları baskın çıkmış olmalı ki daha üst bir göreve, Milli Eğitim Bakanlığı Bakan Yardımcılığı’na getirildi. Bir üst durakta da Milli Eğitim Bakanı olacağı söyleniyor.

Öncelikle konuya, ilgili zatla destekçilerinin anlayacağı dilden bakalım. İslamiyet konusunda en az onlar kadar hassas ve -kendimce- farklı olarak halisane, art niyetsiz, politik düşünmeyen biri olduğum için dürüstçe ifade ederim ki, Kutsal olan Arapça değil, İslamiyet’tir. Allah’ın yarattığı her varlık ve her dil kutsaldır, değerlidir ve bu ayet-i Kerimelerle de sabittir. Şöyle ki:

“Ey Muhammed! Biz Kur’anı SENİN DİLİNLE indirip kolaylaştırdık. Umulur ki onlar düşünüp öğüt alırlar.” (Duhan Suresi, Ayet 58)

“Biz her Peygamberi ancak İÇİNDE BULUNDUĞU TOPLUMUN DİLİYLE gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın.” (İbrahim Suresi, Ayet 4)

Göklerin ve yerin yaratılışı ile DİLLERİNİZİN VE RENKLERİNİZİN FARKLI OLUŞU da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için ibretler vardır. Fakat bunu anlayacak olanlar İLİM SAHİPLERİDİR.” (Rum Suresi, Ayet 22)

Arapçaya o kadar aşina olduğunuza göre ve Kur’an-ı Kerim Allah kelamı ile sabit “Apaçık bir Kitap” olduğuna göre buraya aldığım ayetlerin tefsirini yapmama gerek olmadığını sanıyorum. Şu kadarını ifade edeyim ki, Peygamber Efendimiz Arap toplumunun içinde bulunduğu için kendisine gönderilen kitap da, “içinde bulunduğu topluma rahatça anlatabilsin diye” Arapça olarak gelmiştir. Yoksa İslam Peygamberi başka toplumların ve mesela Germenlerin içinde bulunsa idi onların dilinden, biz Türklerin içinde bulunsa idi de Türkçe olarak gönderileceği açıktır ve Ayet-i Kerimelerle sabittir. Nitekim Daha önce gönderilen Zebur, Tevrat ve İncil de gönderilen Peygamberlerin dilleri üzerine gelmiştir. Bunun dışında yorum yapmak, sağa sola çekiştirmek laf-ı güzaftır ve dinimize zarar verip öğrenilmesini zora sokarak tepki çekmekten başka bir işe yaramaz. Sizlerin yaptığı tam da işte budur. İmam Hatip öğrencilerinin, İlahiyat fakültelilerin Arapça öğrenmelerinde hiçbir sakınca yok. Tıpkı çocuklarımızın, gençlerimizin, her yaşta insanımızın başka dilleri de öğrenmelerinde sakınca olmadığı gibi. Herkes ilgi duyduğu alan ve ihtisas yapacağı konu ile ilgili dili/dilleri elbette öğrenmelidir. Ancak kendi dilini çok daha iyi bilerek, onu kötüleyip küçümseyerek değil! Bilmem anlatabildim mi?

Geçelim şimdi yönetenlerin çelişkisine ve Türkçe’nin faziletlerine…

Devletimizin bir taraftan “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” ilan ederken diğer taraftan adeta “Türkçe öldü yaşasın Arapça” diyen birini eğitim öğretim kademelerinin en üst basamaklarına tırmandırması ne yaman bir çelişkidir!

O Yunus Emre ki en güzel İlahileri Türk Dili ile Türkçe olarak söylemiş, “Yunus Emre, eğri büğrü söyleme, seni siygaya çeken bir Molla Kasım gelir” diye de sanki bugünleri işaret etmiştir. O eğri büğrü söylememiş ve hep Türkçe söylemiş ama Hak ve hakikatleri dile getirmiş, Allah yolundan ayrılmamıştır. Onun söylediği dili küçümsemek kimsenin haddine değildir.

Ta 1070’li yılların en başında yani daha Sultan Alparslan Malazgirt zaferini kazanmadan “Türk dili ile Arap dilinin at başı beraber yürüdükleri bilinsin” diyerek ve Araplara Türkçe öğretmek maksadıyla Divan-ı Lügat’it Türk’ü hazırlayan Kaşgarlı Mahmud’dan haberiniz var mı acaba?

Ya Çağatay Türkçesi ile yazıp konuşan Ali Şir Nevai’den?

“Söz bir incidir ki onun denizi gönüldür ve gönül bütün anlamları kendisinde toplar” diyen Ali Şir Nevai, “Türk’ün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel sanarak Farsça şiirler söylemeye özeniyolar. İyi ve etraflı düşünseler Türkçe’de bu kadar genişlik ve zenginlik durup dururken bu dilde şiir söylemenin ve sanat göstermenin daha beğenilir olacağını anlarlar” diye ekliyordu. O, bu iddiasını ispatlamak için de Türkçe ile Farsça’yı karşılaştırarak Türkçe’nin üstünlüklerini gösteren Muhakmetü’l Lügateyn isimli eserini yazmıştı.

Peki ya Yahya Kemal Beyatlı’nın, Türk Edebiyatı’nın en usta şairlerinden biri olan üstadın, “Türkçe ağzımda annemin sütüdür” dediğinden haberiniz var mı?

Ya da Can Azerbaycanımızın ünlü şairi Bahtiyar Vahapzade’nin şu mısralarını okudunuz mu?

“Bu dil ile tanımışam

Hem sevinci hem de gamı

Bu dil ile yaratmışam

Her şiirimi, her nağmemi…”

Türkçe, Güzel Türkçemiz… Dünyanın en eski, en köklü dillerinden biri… Milattan önce Mete Han ordularını bu dille coşturdu, Bilge Kağan “Açları doyurdum, çıplakları giydirdim… Ey Türk Milleti titre/düşün ve kendine dön” diye bu dille haykırdı, Sultan Alparslan, “Biz temiz Müslümanlarız, bid’ad nedir bilmeyiz” diye bu dille konuştu, Fatih Sultan Mehmet “Ya Bizans beni alır ya ben Bizans’ı” diyerek atını denize sürdü ve Atatürk, “Türk Milleti’nin dili Türkçe’dir. Türk Dili dünyada en güzel, en zengin ve kolay olabilecek bir dildir” diyerek noktayı koydu.

Üç Kıt’adaki siyasi egemenliğimiz sona ermiş olsa bile bugün Adriyatik Denizi’nden Çin Seddi’ne, Sibirya’dan Fas’a, Tunus’a, Cezayir’e kadar her yere yalnızca Türkçe konuşarak gitmek mümkün. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Milli Eğitim Bakanı, Mehmet Akif Ersoy’a İstiklal Marşımızı yazdırtıp Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okuyan ve uzun yıllar asırlık Türk Ocakları’nın Genel Başkanlığı’nı yapan Hamdullah Suphi Tanrıöver’in dediği gibi “Ormana bir duvar çekerseniz ağaçları birbirinden ayırmış olmazsınız; alttan kökler, üstten dallar buluşur.” Biz Türkler olarak büyük bir aileyiz. Resmiyette –Bağımsız- olduğu gibi “Yedi, Devlet bir millet” değil, aslında “Çok devlet/Topluluk ama bir Milletiz.” Türkçe’yi arka plana atıp din öğretimini Arapça’nın içine hapsetmenin ne büyük yıkıma sebep olacağını idrak edemiyor musunuz?

Çocuklarımızı, gelecek nesilleri Türkçe’den koparmak Türk Milleti’ne olduğu gibi İslam Dinine de yapılabilecek en büyük kötülüktür ve kimse bunun vebalini çekemez.

Onun için diyorum ki, başta verdiğim Ayet örneklerinden de anlaşılacağı üzere alakasız bir şekilde Türkçe’yi kötüleyerek Arapça’yı yücelten birinin Milli Eğitim Bakanlığı’nda söz sahibi olması doğru değildir. Dolayısıyla Nazif Yılmaz derhal o görevden alınmalıdır.