Bazı şeylerin teorisi meseleyi izaha yetmez,somut örneklerle anlatmak gerekir.

12 Eylül darbesi oldu,bir çok arkadaşım gibi aranıyorum. Ankara/Bahçeli'de dertleşecek, konuşacak bir adam arıyorum,yok. Sonunda MHP genel merkezine yakın bir yerde, elli metre kadar ileride bir arkadaşın geldiğini gördüm.İçim sevinçle doldu,oturur bir kaç laf ederiz diye düşünüyordum. O da beni gördü,yüzünü hemen çevirdi benim sağıma onun soluna düşen sokağa dönüp kaybolup gitti. Arkasından baka kaldım.

Bu arkadaş Ankara'da bilinen ve hemşerim olan bir ülkücü idi,ama işte bu kadarlık bir ülkücü idi. Muhtemelen arandığımı öğrenmiş,kendisine bir külfet yüklerim endişesi ile dönüp gitmişti.

12 eylül'den bir yıl sonra yakalandım, içeri girdim.Dayağın,işkencenin haddi hesabı yok.Önce Allah'a sonra birbirimize sığınıyoruz.Düne kadar arkasından koşup,gittiğimiz insanlardan eser yok.Dostlukların,arkadaşlıkların yerinde yeller esiyor.Bizi alkışlayan,pohpohlayanlar birden bire kayboldular. Bir mektup,bir selam, bizi umutlandıracak bir teselli sözü bile alamıyoruz. Bir çoğumuz fakir aile çocuklarıyız,cebimizde içeceğimiz çayın parası bile yok.

Umutsuzluğun zindanında çırpınıp dururken hiç ummadığımız cesaret ve fedakarlık örnekleri de olmuyor değildi. Manisa'dan iki genç adam. Necmi Rıza Akdinç ve Hamza Özkızılcık; her sene cep harçlıkları ile bir kaç dana alıp besliyorlar,Kurban bayramında satıp, karını içerideki arkadaşlarına,bize yolluyorlar.Para değil, onların gönülleri,dostlukları,fedakarlıkları,ülküdaşlıkları bize ulaşıyor, her seferinde zindanımız biraz daha aydınlanıyor,umutlarımız biraz daha  artıyor.Bize para değil aslında umut gönderiyorlar,tutunacağımız,direneceğimiz bir vesile yaratıyorlar.

Bu arkadaşlar Balgat kumpası ile girdiğimiz son Sincan macerasında da aynı çizgiyi sürdürüp hemen her hafta ailemi ve çocuklarımı arayarak  gerçek -ülküdaşlığın- ne olduğunu  gösterdiler. Hafızamda daha onlar gibi nice isim var; Konya'dan Mustafa Kabakçı,Kastamonu'dan Ziya Yılmazbilen,Elazığ'dan Av.Hüseyin Düzgün  gibi...

Şimdi ne yapıyoruz,gencecik çocukları örgütleyerek -Ülkücü hareketin-yaşaması için çırpınan Akşener'in,Özdağ'ın,Ogan'ın üzerine gönderiyoruz. Ülkücü hareketin istikbalini yine ülkücülere yok ettiriyoruz.Aynı nadanlık Muhsin Yazıcıoğlu'na da yapılmadı mı? Gittiği her yerde karşısına kafasını çöp tenekesine atmış gençler çıkarıldı.Hayatı zindanlarda geçmiş, her türlü imtihanı vermiş bir dava adamı çoluk çocukla karşı karşıya bırakıldı. Yalanlar,iftiralarla itibarsızlaştırılmaya çalışıldı, o şimdi şehit ve peygamberin ağuşunda, milyonların yüreğinde yatıyor, ona saldıranların ise toplumda hiç bir itibarları yok. Yaşasaydı, bugün  ülkücü hareket böyle kuru bir yaprak gibi oradan oraya savrulmazdı.

Ahmet Er anlatır: Bir arkadaşım vardı,bir gün onu çok düşünceli gördüm.Sordum, iki oğlum var, sık sık kavga ediyorlar, ne yapacağımı şaşırdım. A.Er, bir gün size geldiğimde hatırlat çocuklarla bir de ben konuşayım, dedim,diyor. Bir kaç gün sonra evlerine gittim,çocukları bir odaya çektim, yarım saat konuştum, ayrıldım. Bir kaç hafta sonra o arkadaşla tekrar karşılaştık, daha ben sormadan,Ahmet Abi, sen onlara ne anlattın,bir daha kavga etmediler,dedi. Ben onlara ülkücülüğü anlattım,ülküdaşlık öz kardeşlikten ileridir,dedim.

Ülkücülük bu,içinize aynı davanın,aynı inancın ışığı düşerse kavga etmez,kardeş olursunuz. İstikametiniz birse, karşı karşıya gelmez beraber yürürsünüz. Ülkücülük ,Türk'ün karakterine,İslam'ın ahlakına bürünmektir.Ülkücülük, ecdadın açtığı çığırda çağı ve tarihi akışı dikkate alarak yürümektir. Ülkücülük,kendi kendimizle değil,cehaletle,bencillikle,fikirsizlikle,ayrımcılıkla,zulümle,adaletsizlikle kavga etmektir. Kendi kardeşine saldıranın itibarı olur mu? Kardeşi kardeşe düşman eden hiç bir fikir meşru değildir. Bir ülkücülük var,Ahmet Er'in anlattığı,yukarıda ismini saydığım arkadaşların gösterdiği gibi, bir de işte böyle  yumruğunu  kardeşine vuranlar gibi bir ülkücülük var... Buna ülkücülük  denir mi?