1978’de askeri ataşe yardımcısı olarak Türkiye’ye gelen Albert Valenski isimli subayın Moskova’ya Türkeş’le ilgili gönderdiği mesaj çok ilginç: “Türkçülükten yola çıkarak, Türk çoğunluğun bulunduğu ülkeleri tek çatı altında birleştirmek ülküsüne sahip. Onlara Türk olduğunu hissettirme çabasında. Son derece tehlikeli biri...”  78’den 80’e kadar Türkiye’de görev yapan Valenski, 1983’te yeniden Türkiye’ye geldi. 1984’te istenmeyen adam ilan edilerek ülkesine gönderildi. Vikileaks belgelerinde Türkeş’ten ‘’Pantürkistir. Tavizsiz bir vatanseverdir. NATO Karargâhında Türkiye’nin menfaatlerini ısrarla savunmuştur.’’ ifadesiyle bahsediliyor.

Komünist Partisinin yayın organı olan Pravda, Türkeş’in Dış Türklerle çok yakından ilgilendiğini vurgulayarak, onu tehlikeli bir siyasetçi olarak nitelendiriyor. İngiliz İstihbaratının belgelerinde, Türkeş’ten ‘’Netameli bir kişilik. Kötü bir konuşmacı ancak dava adamı olmanın çekiciliğine sahip.’’ diye bahsediliyor. İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliğinin 1960 yılında hazırladığı raporda, büyükelçi, “Kıbrıs doğumlu olan başbakan müsteşarı Türkeş’in Kıbrıs’tan gözünü ayırmadığını ve Kıbrıs’ı dikkatle takip ettiğini’’ ifade ediyor.

Prof. Dr. Mehmet Akif Okur, ABD arşivlerinde yaptığı incelemede, Alparslan Türkeş ve MHP ile ilgili onlarca belgeye ulaştı. Bu belgeler, önem derecelerine göre, düzenlendiğinden 50, 30 ve 25 yıl sonra kamuoyuna açıklanabilen statüdedir. Önümüzdeki yıllarda süreleri doldukça çok sayıda yeni belge de açıklanacak. Türkeş, 27 Mayıs ihtilaliyle birlikte Amerika’nın gündemine girer.

İlk belgelerde, Türkeş’in Gürsel’den sonra en güçlü komutan pozisyonunda olduğu ve İnönü ile CHP’ye soğuk baktığı vurgulanır. Türkeş iktidarın CHP’ye devrine karşıdır. Hatta İstanbul Başkonsolosu Robert M. Giner, Türkeş’in parti kurarak seçimlere katılmayı planladığını raporlar. Aslında bu tespitler son derece doğrudur. Türkeş, DP’ye gönül veren kitleleri temsil edecek partiler kurulmadan seçimlere gitmenin, geniş kitleleri devlete küstüreceğini düşünmektedir.

Önce yeni partiler kurulmalı, partilere teşkilatlanacak ve kendilerini millete tanıtacak kadar süre tanınmalı sonra tam demokratik seçimler yapılmalıdır. Türkeş’i tasfiye eden MBK üyeleri, Türkeş’in bu yaklaşımını, onun demokrasiye karşı olduğu şeklinde çarpıtarak propaganda malzemesi yapacaklardır. Oysa Türkeş demokrasiye değil iktidarın göstermelik seçimlerle CHP’ye devrine karşıdır.

Darbeden bir ay kadar sonra düzenlen raporda, Türkeş'in ateşli bir Türk milliyetçisi olduğu, SSCB bünyesindeki Türklerin bağımsızlıklarını elde ederek Türk birliğinin kurulması yönündeki Panturanist düşünceleri sebebiyle 1944'te tutuklandığı belirtiliyor.  Ankara Büyükelçisi Warren'in 25 Temmuz 1960 günü gönderdiği raporda, önemli bir tartışmadan bahsediliyor. Warren, Gürsel, Türkeş ve Kuneralp, Türkiye'nin ABD'den talep ettiği krediyle ilgili bir araya gelirler.

Bu toplantıda Türkeş, acilen krediye ihtiyaçları olduğunu, eğer ABD vermezse krediyi "herhangi bir yerden" bulabileceklerini söyleyerek muhataplarını Sovyetlere yakınlaşmakla tehdit eder. Warren hazırladığı raporda, ABD'nin MBK 'nın taleplerini karşılamaktaki isteksizliğini fark eden Türkeş tarafından hazırlanacak eylem planının, ABD'nin menfaatlerini düşünmeyen, tek taraflı bir plan olacağını söylüyor. Yani Türkeş uşaklık etmeye razı değildir. Warren'a göre "fanatik heveslere sahip, aşağılık kompleksli ve derin duyguları olan" Türkeş, Gürsel'in yerine geçebilecek tek kişidir.  

Türkeş'in başbakanlık müsteşarlığından ayrılması üzerine kaleme alınan CİA raporunda, bu olayın, MBK içindeki milliyetçi ve vatansever grupla, Batıcı ekip arasındaki çatışmadan kaynaklandığı belirtilir. Korgeneral Madanoğlu, Türkeş'in önde gelen hasmı olarak tarif edilir. Türkeş'in görevden ayrılışının MBK içerisindeki huzursuzluğu arttırdığı vurgulanır. Türkeş'in lideri olduğu 14 kişilik milliyetçi grubun sürgüne gönderilmesinin ele alındığı CİA belgesinde, Gürsel’in milliyetçi grubu tasfiye ettiği ve görevlerini sürdüren 23 kişinin sıkı Batı yanlısı olduğu vurgulanıyor.

Türkeş liderliğindeki grubun ordudaki etkisinin, Batı yanlısı yönetim için potansiyel tehdit olduğu belirtiliyor. Raporun göre, MBK, Batıcılar ve milliyetçilerden oluşuyordu. Beyaz Saray, doğal olarak Batıcılara sempati duyuyordu. Sonuçta iktidar, Washington'ın olumlu yaklaştığı grubun elinde kaldı. CİA' in daha sonra hazırladığı raporlarda, genç subayların lideri olan Türkeş'in, siyasete gireceği ve emekli yapılarak tasfiye edilen 5000 subayın desteğini aldığı belirtiliyor.

CİA belgelerinde 14’ler, "Geçici Türk Hükümeti Tarafından Görevden Alınan, Uzlaşılması Zor Üyeler” başlığı altında ele alınır. Türkeş ve arkadaşlarının görevden alınarak sürgüne gönderilmesi Amerikalıları rahatlatmıştır. Zira artık milli politikalar izlenmesi ihtimali kalmamıştır. Yönetimi ele geçiren Batıcılar, Batı yanlısı yani teslimiyetçi dış politika takip edeceklerdir. Bununda beraber Amerikalılar Türkeş’i sürgünde olduğu Yeni Delhi’de de takip edeler.

En büyük tedirginlikleri Türkeş’in memlekete geri dönerek yönetimi ele geçirmesidir. Türkeş’i özellikle genç subayların desteklemesinden rahatsızdılar. Türkeş’in darbe yaparak ya da parti kurarak iktidara gelebileceğini düşünüyorlardı. Beyaz Saray açısından her ikisine de izin verilemez.

Amerika, siyasete girişinden sonra da Türkeş'i önemser ve takip etmeye devam eder. CİA tarafından hazırlanan, özel raporda, Türkeş'in ‘’Türkiye'nin Batıyla mevcut bağlarına inanıyor gibi görünse de esasında tarafsızlık yanlısı olduğu’’ vurgulanır. ABD büyükelçiliği tarafından çekilen telgrafta, 1967 senesinde yaşanan Arap-İsrail savaşında, Hükümet ve muhalefet sessiz kalırken, Türkeş ve Bölükbaşı'nın Araplardan yana tavır aldıkları raporlanır. 1970'lerde düzenlenen raporlarda, Türkeş'ten "faşist-neo faşist" lider olarak bahsedilir.

100.000 "komandosu" olan "aşırı sağcı" Türkeş'in Demirel ile koalisyon kurmasına karşı çıkılır. ABD’ye göre, Türkeş ve Erbakan'ın koalisyonda yer alması, kutuplaşmayı arttır. Onlara göre, "Pan-Türkist" MHP, MSP’ den daha radikaldir.  CİA' ye göre MHP, Kıbrıs’ta toprakların iade edilmesi konusunda taviz vermeyecektir. Hatta MHP ile MSP, NATO ve AT'ye karşıdır. CİA, Türkiye’deki şiddet olaylarını değerlendirirken, özellikle Türkeş'in liderlik ettiği "komandoların" baskılanması gerektiğini raporlar.

Raporlarda şehirlerde sol terörün artışı vurgulanır. Sağcıların planlı suikastlarla hedef alındıkları ifade edilir. Bu tespite rağmen ‘’neo faşist Türkeş ve komandolar’’ suçlanır.  CİA evraklarında, "Faşistlerin’’ Ülkü Ocaklarında örgütlendiği ve komando kamplarında paramiliter eğitime tabi tuttuğu iddiası sürekli tekrarlanır. ‘’Türkeş'in, Bozkurtlarından, solculara geniş çaplı karşılık vermemelerini istediği, bu talebin bazı ateşli sağcıların kendi başlarına hareket etmelerine sebep olabileceği’’ ifade edilir. Beyaz Saray Ecevit Hükümeti'nin Ülkü Ocaklarını kapatmaya yönelik hamlelerini desteklemiştir.

Türkeş'in Sovyetler karşısındaki tavrı, Beyaz Sarayın kanaatini değiştirmemiştir. Zira ABD için, SSCB’ye karşı olmak yetersizdir. Amerikan taraftarı olmak şarttır. CİA, Türkeş'in, ‘’hükümetin ve toplumun komünizme kaydığı’’ şeklindeki ifadelerini, başına "sözde" sözcüğünü getirerek raporlar. 12 Eylül darbesinden sonrada Türkeş'e olan bakış açısı değişmez. Örneğin, 22 Şubat 1982 tarihli istihbarat raporunda, Evren Yönetimi, Türkeş liderliğindeki "faşistleri" temizlemeye teşvik edilir. Terörist yapılanmaların ele alındığı CİA belgelerinde, Marksist ve Kürtçü örgütlerle birlikte Bozkurtlar/Ülkü Ocakları da anılır.

Belgelere göre, ‘’Türkeş’in lideri olduğu Neo-faşist terör örgütü olan ülkücülerin temel hedefi, Türk birliğini amaçlayan Pan-Turanizm’dir.’’ Raporlarda, Suriye ve İran'ın, Türkiye'deki Marksist ve İslamcı grupları desteklediği belirtilirken, ülkücülerin aldığı herhangi bir dış destekten bahsedilmiyor. Kısaca Türkeş, ABD'yi çok fazla tedirgin etmiştir. Öyle ki Türkeş'in Sovyetlere düşman olması bile Amerika’nın tutumunu değiştirmedi. Ülkücüler ve Başbuğları Türkeş, yabancı güçlerle iş birliği yapmadılar. Allah’a iman ettiler ve mücadelelerini, sırtlarını sadece Türk milletine dayayarak verdiler.