Köy enstitüleri açılması, siyasi hayatımızda en çok yankı uyandıran uygulamalardandır. Aslında eğitimle ilgili olduğu halde, siyasi ve iktisadi hayatımızda derin izler bırakmıştır. Öyle ki, ilerleyen süreçte, enstitülerinin kapatılması için çaba gösteren birçok mebus, mecliste görüşülürken, köy enstitüleri kurulmasıyla ilgili yasaya destek vermiştir.  Hasan Ali Yücel’in bakanlığı sırasında, 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu, 17 Nisan 1940 tarihinde kabul edildi. 1. Madde de kanunun amacı olarak “Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek” belirtiliyordu.

Köy enstitüleriyle adeta özdeşleşmiş olan İ. Hakkı Tonguç, bu kanunla, köylünün çiftçiliğin bilincine ulaşmasını sağlayacak bir eğitim sitemi getirildiğini belirtmiştir. Taner Timur, eserinde bu kanunun toprak ağalarının da olduğu meclisten nasıl geçtiğini değerlendirmiş; kanunun onlar tarafından, getireceği sonuçlar açısından tam anlamıyla kavranamamış olduğu ve amacının ilk etapta onların da çıkarlarına uygun düştüğü sonucuna varmıştır. Çünkü köy enstitülerinden beklenen ‘köylünün okutulması ve daha iyi bir müstahsil haline getirilmesi’ idi.

İlk olarak dört köy öğretmen okulu enstitüye dönüştürülmüş, yeni açılan on enstitüyle birlikte, toplam on dört enstitü öğretime başlamıştır. Daha sonra sayı süratle artmıştır. Köy Enstitüleri Kanunu, baştan itibaren Cumhuriyet Halk Partisi içinde güçlü ama sessiz bir muhalefetle karşılaşmıştı. Bu sessiz muhalefete rağmen kanunun kabul edilmesini, Cemil Koçak, yalnızca bir eğitim meselesi olarak görülmesine ve getireceği siyasal, sosyal etkilerinin düşünülmemiş olmasına bağlamaktadır. Konunun basın yayın organlarında pek gündemde tutulmaması, yasayı hazırlayan kadronun bilinçli bir tercihiydi. Kırsal kesimde, halk odalarıyla köylünün kültürel seviyesini yükseltmek, köy enstitüleriyle köylüye önderlik edecek, Cumhuriyet Halk Partisi’ni destekleyecek genç öğretmenler yetiştirmek hedefleniyordu. Daha savaş yıllarında planlanmaya başlanan toprak reformuna destek olacak kitlelerle, önderler oluşturulacaktı.

Ancak, tüm yükü, açıldıkları yörelerdeki halk tarafından çekilen enstitüler, köylüye bir angaryaya dönüştü. Enstitü binalarını köylüler ve çocuklar inşa ediyor, masraflarını onlar karşılıyordu. Üstüne üstlük köylülerin, kentlerdeki okulların yapımına da ödedikleri vergilerle katılmaları hem mali hem de bedeni ağır bir yük teşkil ediyordu. Bu uygulama Milli Şef devrinde kentlerde yaşayan vatandaşların ayrıcalıklı olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Köy enstitülerinin, siyasal, sosyal, ideolojik ve kültürel etkilerinin anlaşılması, sessiz muhalefetin, siyasal tutumunu kesinleştirilmesine yol açtı. 

Fikir olarak ifade edildiğinde kulağa hoş gelen bu uygulamada, köylü köye mahkum ediliyordu. Halk ifade edilmese de şehirli ve köylü olarak iki kasta bölünüyordu. İnönü devrinde, toplumu şehirli ve köylü olarak bölen, köylüyü küçümseyen anlayış hâkimdi. Mesela köylülerin, köylü kıyafetiyle, İstanbul’da Beyoğlu ve Tepebaşı, Ankara’da Kızılay gibi nezih semtlere girmesi yasaktı.

Bu yasak milletin medarı iftarı olan Aşık Veysel’e dahi tavizsiz uygulandı. Yeni sistem, köy çocuklarının şehirlerde yatılı okumasını imkansız derecesinde zorlaştırıyordu. Çünkü beş yıllık köy ilkokulunu bitiren çocuklar, enstitüde beş yıl zorunlu eğitim alacaklar, mezun olduktan sonra köylerde yirmi yıl süreyle mecburi hizmet yapacaklardı. Yani köy çocuklarından zeki olanların, enstitülerde eğitim aldıktan sonra, genç yaşlarında köy ekonomisine katılması planlanıyordu. Bir örnek vermek gerekirse, enstitüler otuzlu yıllarda açılmış olsaydı,

Demirel, İslamköy’e en yakın enstitüde eğitim alarak İslamköy’de veya o çevrede tarımla iştigal edecekti. Zeki olmayan köy çocuklarıysa, zorunlu eğitimden sonra hayata atılacaklardı. Sistem uzun süre uygulansaydı, toplum şehirde yaşayan üst sınıfla köyde yaşayan alt sınıf olarak iki ana sınıfa bölünecekti. Bu sınıfların birbirlerine karşı düşmanca hisler beslememesi imkânsızdı. Enstitülere köylü olmayan çocukların alınması yasaktı. Köy çocuklarının enstitülerde eğitim görmesi, şehirdeki okullar üzerindeki baskıyı azaltarak, şehirlerde ki eğitim kalitesini yükseltecekti. Mesela Demirel’in mezun olduğu Afyon Lisesi sadece Afyon ve köylerine değil, köyleriyle birlikte Isparta, Burdur, Uşak ve Kütahya gibi şehirlere de hitap ediyordu.

Enstitüler açıldığında köylerden öğrenci gelmeyeceğinden yani öğretmen başına düşen öğrenci sayısı azalacağından, liselerdeki eğitim kalitesi yükselecekti. Köylü çocukları köye bağlı kalmaya zorlanırken, şehirli çocukların fakir çocukların olmadığı bir ortamda daha iyi eğitim alması sağlanıyordu. Ayrıca Köy Enstitüleri, sınıflar arası geçişkenliği bitireceğinden sınıf bilincini güçlendirecekti. Bunun muhtemel sonucu köylülerin sosyalist olarak devrim mücadelesi vermesiydi. Köy enstitülerinin eğitim sistemi ve müfredat bunu sağlayacak şekilde hazırlamıştı. Yatakhanelerin müşterek olması dinimize ve örfümüze aykırı olduğundan ayrıca tepki çekiyordu.

Atatürk zamanında milletin efendisi olan köylü, Milli Şef döneminde parya durumuna düşürüldü. Öyle ki, devlet kendini köylere hizmetle mükellef görmüyordu. Devletin köylere yol, su götürmek, köyleri elektriklendirmek gibi görevleri yoktu. Köy enstitüleri de bu kapsamda ele alındı. Devlet bir yerde köy enstitüsü kurmaya karar verince, o civardaki köylüleri zorla çalıştırarak bu enstitüyü kuruyordu. Yapılan köylüye angarya yüklemekti fakat sempatik olsun diye bu sürece ‘’imece’’ deniyordu.

Köye gönderilen öğretmenin masrafını köylü çekiyordu. Ayrıca öğretmenlere, köy topraklarından toprak tahsis edilmesi, zaten fakir olan köylüyü iyice fakirleştiriyordu. Köy enstitülerindeki öğrenciler ‘’pratik eğitim’’ adı altında uzun saatler zorunlu olarak çalıştırılıyorlardı. Bu da ailelerin tepkisine yol açıyordu. İnönü CHP’sinin zihniyet sorununu, köy enstitüleri örnek vakasında da görmek mümkündür. Köylü fakirdir. CHP köylüyü nasıl zenginleştiririm diye düşünmez. Köylüye Kızılay’a gelmeyi yasaklayayım, mutlu azınlığın göz zevki bozulmasın diye düşünür. Köy çocukları fakirdir, üstleri başları dökülmektedir. O halde köylü çocukları şehre gelmemeli köyde eğitim almalıdır. Eğitimden sonra zorunlu olarak köyde ikamet etmelidir.

Köy enstitülerini kapatma kararı 1946 senesinde verildi. Türkiye SSCB tehdidi nedeniyle Batıyla bütünleşmek zorundaydı. Batının yeni patronu ABD’ydi. ABD’nin olmazsa olmaz şartı demokrasiye geçişti. Demokrasiye geçildiğinde, vatandaşın oyu yani kanaati kıymetli olacaktı. Vatandaşların %80’den fazlası köylüydü. Köylüler enstitülerden son derecede rahatsızdı. İlaveten ABD, Truman doktrininden kaynaklanan savunma yardımlarıyla, Marshall yardımlarını yapmak için köy enstitülerinin kapatılmasını tavsiye ediyordu. Enstitülerin açılması memleketin zararınaydı, kapatılması faydasına oldu.

Bununla beraber İnönü’nün sahiplendiği ve var gücüyle desteklediği köy enstitülerinden tavsiye üzerine hiç direnmeden, sorgulamadan ve müzakere etmeden vaz geçmesi teslimiyetçilik olarak değerlendirilebilir.  ABD, köy enstitülerine, toplumu katı sınıflara bölerek sınıfsal yapıyı güçlendireceği ve eğitim programı sosyalist renkler taşıdığı için karşıydı. Çin’de köylüler tarafından desteklenen komünist Mao’yla şehirlilerin tuttuğu milliyetçi Çan Kay Şek kuvvetleri arasında iç savaş yaşanıyordu. Nüfus dengesi 85’e 15 köylülerden yana olduğundan aslında savaşın sonucu belliydi. ABD benzer tabloyu Türkiye’de yaşamak istemiyordu.