Ak Parti kurulurken, kurucu olması teklif edilen Davutoğlu, akademik kariyerini gerekçe göstererek, teklifi reddetti. Akıbetinin ne olacağı belli olmayan Ak Parti uğruna, risk alamazdı. Fakat seçimden sonra teklif edilen başbakan başdanışmanlığı görevini kabul etti. Teklif, tek başına iktidar olan AK Partiden gelince akademik kariyer engel teşkil etmedi. Davutoğlu, Erdoğan’ın 2007 seçimlerinde milletvekilliği teklifini de kabul etmedi.

AK Partinin, Refah Partisi ve Fazilet Partisi gibi kapatılması yüksek ihtimaldi. Görevi kabul etmemesine, akademik hayata dönme isteğini gerekçe gösterdi. 2009 yılında, yani partinin kapatılmayacağı kesinleştikten sonra, dışişleri bakanlığı görevini kabul etti. Ak Parti, Davutoğlu bakan olana kadar, merkez sağın takip ettiği politikalara sadık kalınmıştı. Davutoğlu’nun bakan olmasından sonra, yavaş yavaş merkez sağ çizgiden uzaklaşılarak, siyasal İslamcı ve Osmanlıcı eksene kayıldı.

2014 seçimlerinden önce, Erdoğan-Gül çekişmesi yaşandı. Tarafların arası Gezi olaylarından beri soğuktu. Gül, bir dönem daha cumhurbaşkanı olmak istiyordu. Bu mümkün olmazsa Erdoğan’la görev değiş, tokuşu yapmayı planlıyordu. Erdoğan ise, yetkileri arttırıldıktan sonra, halkoyuyla cumhurbaşkanı olmayı istiyordu. Ama Gül’ün başbakan ve genel başkan olmasını istemiyordu. Bu amaçla, cumhurbaşkanını halkın seçmesine imkan tanıyan tasarıya, Gül’ün yeniden aday olmasını engelleyen ek madde koyulunca, ipler koptu. Büyük Kongrenin, cumhurbaşkanlığı görev süresinin bitmesinden önceye alınması, Gül’ün genel başkan adayı olmasını engellemeye dönüktü.

Gül ya istifa ederek, genel başkanlığa aday olacaktı ya da görev süresi bittiğinde emekli olacaktı. Gül, risk almadı. Yani istifa etmedi. Erdoğan’ın bu yaklaşımının nedeni, yaşanan tecrübelerdi. ANAP’ı Özal kurmuştu. Cumhurbaşkanı olunca parti üzerindeki tüm hakimiyetini kaybetmiş, projelerini geçekleştirecek gücü kalmamıştı. Demirel cumhurbaşkanı olunca DYP delegesi onun desteklediği Sezgin’i değil Çiller’i genel başkan seçti.

Tansu Hanım ülkeye ve partiye yabancıydı. Buna rağmen Demirel, Çiller’i deviremedi. Gül, partiyi Erdoğan’la beraber kuran kişiydi. AK Partili ilk başbakanı ve cumhurbaşkanıydı. Partide onu destekleyen kadrolar vardı. Gül ve Erdoğan, hayati konularda farklı düşünüyorlardı. Gül başbakan olsa, Tayyip Bey, sembolik cumhurbaşkanı olacaktı.

Bu durum ve üç dönem kuralı, Davutoğlu’nun önünü açtı. Ak Partinin A takımı 2002 yılında vekil seçilmişti. Yani 2015 seçimlerinde yeniden aday olamıyorlardı. Vekil olmayan biri yasal olarak başbakan olamıyordu. Yani Bülent Arınç, Binali Yıldırım, Ali Babacan, Recep Akdağ, Nihat Ergün, Hüseyin Çelik, Nurettin Canikli, Mehdi Eker, Cemil Çiçek ve Abdülkadir Aksu gibi isimler otomatik olarak tasfiye oluyordu.

Aday olabilecek iki güçlü isim vardı. Davutoğlu’yla, Müezzinoğlu. Mehmet Müezzinoğlu, AK Parti İstanbul İl Başkanı olarak görev yaptığından, ilk kez 2007 senesinde vekil seçildi. Dolayısıyla henüz ikinci dönemindeydi. Müezzinoğlu, Erdoğan’ın sınıf arkadaşıydı.

Siyasette her daim Erdoğan’la beraber hareket etmişti. 1992 yılında düzenlenen ara yerel seçimlerde, Tayyip beyin ricasıyla, Avcılar Belediye Başkan adayı olmuş, Refah Partisinin oylarını katlayarak arttırmıştı. Yenilikçi-gelenekçi mücadelesi esnasında, yenilikçilerin İstanbul İl Başkan adayıydı. Kurucusu olduğu Ak Partinin uzun yıllar İstanbul İl Başkanlığını yapmıştı. Erdoğan’ın yakın çalışma arkadaşıydı. Çekirdekten yetişmeydi. Teşkilatlar tarafından seviliyordu. Parti-hükümet-teşkilat ve cumhurbaşkanlığı arasında dengeyi kurabilirdi. Netice de yanlış isim tercih edildi.  Davutoğlu, genel başkan ve başbakan oldu.     

Davutoğlu liderliğinde gidilen 2015 seçimlerinde ciddi oranda oy kaybedildi. Seçimlerde AK Parti %40,9, CHP %25, MHP %16,3 ve HDP %13,1 oy aldı. Tek başına iktidar olma pozisyonunu kaybeden AK Parti, çözüm süreci devam ettiğinden, MHP’yle koalisyon kuramazdı. HDP’ yle koalisyon kurmak, büyük oy kaybı demekti. Zaten oy dağılımına bakıldığında AK Parti’nin çözüm süreci nedeniyle oy kaybettiği görülür.

AK Parti’ye oy veren Kürt seçmenlerin önemli bir kısmı HDP’ ye yönelirken, çözüm sürecine tepki duyan milliyetçilerde MHP’ye yöneldi. Bu tablo dahi, AK Parti’nin kitle partisi olduğunu gösterir. Öyle ki, AK Parti, ikinci tercihleri HDP ile MHP olan kitleleri, çatısı altında birleştirebilmişti. Seçimlerden sonra, Erdoğan’la Davutoğlu fikir anlaşmazlığına düştü. Davutoğlu, CHP’yle büyük koalisyon kurmaktan yanayken, Erdoğan seçimi yenileme taraftarıydı. Kılıçdaroğlu’nun teklifi, Bahçeli liderliğinde, HDP destekli MHP-CHP hükümeti kurulmasıydı. HDP’ nin desteklediği hükümetin, PKK’yla mücadele etmesi mümkün olmadığından, Bahçeli teklifi reddetti.

Bu gelişmeler olurken, PKK, iki polis memurunu evlerinde şehit etti. Bu saldırı üzerine çözüm süreci sonlandırıldı. PKK’yla tavizsiz mücadele süreci başladı. PKK çözüm sürecini bilinçli olarak sonlandırdı. Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki il ve ilçe merkezlerinde, hendeklerle çukurlar kazılmış, mayınlar döşenmişti. PKK-HDP sempatizanları silahlandırılmıştı. PKK, Suriye’nin kuzeyinde yaptığı gibi Güney Doğu Anadolu Bölgesinin bazı şehirlerinde kantonlar kurmayı hedefliyordu. Dört ay süren mücadelenin ardından, güvenlik güçleri vaziyete hakim oldu. Akabinde, yeniden seçime gidildi.

2015 yılının kasım ayında yapılan seçimlerde AK Parti %49 oy alarak tek başına iktidar oldu. Yani Erdoğan’ın planı uygulandı ve sonuç alındı. Aslında Erdoğan haziran seçimlerinden önce Davutoğlu’ndan vaz geçmişti. Fakat seçimden önce genel başkanı değiştirmek partiye zarar verirdi. Zira, Davutoğlu, başbakan olur olmaz, Erdoğan’ı tasfiye sürecini başlatmıştı. Her fırsatta il, ilçe başkanlarını görevden alarak kendine yakın isimleri atadı. Milletvekili listelerinde Erdoğan’a yakın isimleri tasfiye etti.

Davutoğlu, Erdoğan’ı cahil ve görgüsüz buluyordu. Ona göre Erdoğan kurtulmak gereken bir yüktü. Davutoğlu’nun başkanlık ettiği ilk kabineden itibaren bakanlar, parti yetkilileri ve milletvekilleri, Erdoğan’ı Davutoğlu’nun yaklaşımları nedeniyle uyardılar. ‘’Yanlış tercih yaptık, bir an önce düzeltelim.’’ dediler. Erdoğan uzun süre bu baskılara direndi, şikayetçileri yatıştırdı.

Taşların zamanla yerine oturacağını, Davutoğlu’nun art niyetli olmadığını, olayların abartıldığını düşünüyordu. Fakat haziran seçimlerinde aday listeleri hazırlanırken Davutoğlu’nun hedefi ayan beyan ortaya çıktı. Ayrıca iki siyasetçi arasında çözüm sürecine yaklaşımda da farklar vardı. Nitekim Tayyip Bey, Dolmabahçe mutabakatını açıktan eleştirdi. Tavır aldı. Erdoğan’a Arınç, ‘’Yetki hükümettedir.’’ sözleriyle cevap verdi.

MKYK, Davutoğlu’nun il ve ilçe başkanlarını görevden alma yetkisini iptal etti. Amaç Erdoğan’a yakın isimlerin tasfiye edilmesini engellemekti. Bu kararı alarak, MKYK yani çalışma arkadaşları, Davutoğlu’na ‘’Biz sana güvenmiyoruz.’’ dedi. Normal olan, bu tepkiyi alan genel başkanın kongreye giderek MKYK ile hesaplaşmasıydı.

Bunu yapacak gücü ve cesareti yoksa istifa etmesiydi. Davutoğlu bunları yapmadı. Kongreye gitse fark yiyerek kaybedeceğini biliyordu. İstifa ederek başbakanlık koltuğunu kaybetmek istemiyordu. Zira o göreve, hakkıyla, mücadele ederek gelmemişti. Erdoğan’ın inisiyatifiyle gelmişti. Kaybederse bir daha başbakan olamazdı. Hiçbir şey olmamış gibi davranmayı tercih etti. Teşkilatları ele geçirerek Erdoğan’ı tasfiye etme imkanı kalmayınca, kamuoyunda popüler olarak hareket alanını genişletmeye çalıştı.

Bunu sağlamak için akla hayale gelmeyecek şeyler yaptı. DEAŞ tarafından işgal edilen Süleyman Şah’ın türbesini, sınıra yakın bir yere çektirerek bunu halka zafer olarak sundu. Devletimiz o günün koşullarında, ülkemizde terör eylemleri yapabilecek olan DEAŞ’ la karşı karşıya gelmek istememiş olabilir. Bu münasebetle türbe, sınıra yakın bir bölgeye çekilebilir. Ama aklı başında bir devlet adamı, devletimizin kurucusunun mezarını kaçırarak kurtarmayı, zafer olarak nitelendirir mi? Buna milyonları inandırmaya çalışır mı?

Davutoğlu başbakan olduğu günden itibaren kendi dünyasında Erdoğan’la yarıştı, rekabet etti. Kendini hem nefsine hem partililere hem millete hem de Erdoğan’a kabul ettirmeye çalıştı. Rus uçağı düşürüldüğünde, hemen ortaya atılarak ‘’Talimatı ben verdim.’’ demesinin de türbenin taşınmasını ‘’büyük operasyon’’ olarak   sunmasının da, çözüm sürecindeki tavizkar politikalar takip etmesinin de altında bu yatar.

Dolmabahçe mutabakatıyla ilgili olarak, Arınç’ ın Tayyip Beye cevap vermesinin de altında aynı yaklaşım var. Örnekler çoğaltılabilir. Çok boyutlu ve stratejik iş birliklerimiz olan Rusya’nın uçağının düşürülmesi vahim bir hataydı. Özür dilenmeliydi. Özür dilenmemesi ve üstüne ‘’Talimatı ben verdim.’’ denmesi yani meydan okunması yanlıştı. ABD’yle ilişkilerimiz gerginken, Merkel vasıtasıyla Obama’dan randevu alarak, ‘’Obama, Erdoğan’ı değil, Davutoğlu’nu muhatap alıyor.’’ imajı oluşturmaya çalışması, Erdoğan kompleksinin bir başka tezahürüydü.

Davutoğlu, başbakan olduğu andan itibaren hiçbir zaman Erdoğan’la ahenkli çalışmayı hedeflemedi. Erdoğan yeni durumu kabul etmeli, hareket alanını daraltarak ona göre hareket etmeliydi. Gözden kaçırdığı, o göreve hak ederek, mücadele ederek gelmediğiydi. Onu Erdoğan başbakan yapmıştı.

Başka birini de yapabilirdi. Erdoğan, Davutoğlu’na defalarca kredi açtı, şikayetçileri susturdu, pek çok olayı görmezden, duymazdan geldi. Sabrı taştığında, birkaç gün içinde delegelerin %90’ının imzaları toplandı. 50 MKYK üyesinin 46’sı, bakanların biri dışında hepsi imzacıydı. Üyesinden bakanına kadar herkesin sıdkı sıyrılmıştı. Başbakanlık macerası toplanan kongreyle son bulan Davutoğlu, tarihe gelmiş geçmiş en berbat başbakan olarak geçti.