Türkiye zorlu bir dönemeçten geçiyor. İktidarın yanlış politikaları Suriye meselesini PYD'nin devletleşmesi meselesi haline getirdi.

BM Şartı, devletlerin birbirinin içişlerine karışmasını yasaklamıştır. Ne yazık ki günümüzde devletlerarası ilişkilerde hukuktan çok siyaset belirleyici olmaktadır. Suriye ile tarihimizin en iyi ilişkilerini yaşadığımız bir dönemde ABD'nin Suriye'yi haydut devlet ilan etmesi ile ilişkilerimizi tek taraflı olarak bozduk. Şimdi bu işten yakamızı en az zararla nasıl sıyıracağımızı düşünüyoruz.

Milliyetçilik, milleti ve devleti öne alan bir doktrindir. Bu gibi durumlarda olaylara milletimizin menfaatleri açısından bakmak şarttır. Ne yazık ki, böyle bir milliyetçilik anlayışına sahip olan insan sayısı çok az. Ya kişisel hırslarımızın penceresinden olaylara bakıyoruz yahut kör particiliğin penceresinden. Ölçü kaybolunca yapılan hiç bir şey milli hedeflere hizmet etmiyor.

Hepimiz insanız yanılabiliriz, bugün de yanıldığımız şeyler vardır. Çünkü yazarken her bilgiye ulaşabilme imkanımız yok. Bilgilerimizi ya gazetelerden ya sağda solda yazılan makalelerden yahut kendi gözlemlerimizden elde ediyoruz. Bilgi yanlış olunca yorumu da kaçınılmaz olarak yanlış oluyor. Bundan hiç bir yazarın kaçma veya kurtulma şansı yoktur.

Bazen yazılarımıza yapılan yorumlara bakıyorum, otuz yıl önce yazdıklarımız birer nakiseymiş gibi önümüze konuluyor. Halbuki, zaman ve şartlar diye bir şey var. Her yazı gününün gerçeklerini yansıtmaya çalışır, dün doğru olan veya öyle görünen bugün yanlış olabilir. Dün yazılanı dünün, bugün yazılanı bugünün şartları ile değerlendirmek gerekir. Üstelik, dün o yazıları alkışlayanlarla bugün eleştirenler aynı kişiler.

Toplum durağan bir birim değil, her gün değişiyor. Siyaset de bu değişime bağlı olarak kendini her gün revize ediyor. Kafası otuz yıl öncesinden kalanlar elbette bugünün farklılaşan şartlarının gerektirdiği farklı yaklaşımları kabullenemeyeceklerdir. Bu, idrak gecikmesinden kaynaklanan eleştirilerin hiç bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Zaten bu tip eleştiriler fikri olmaktan ziyade kişiyi hedef alan eleştirilerdir, dolayısıyla eleştiri değil, dedikodu kategorisine girerler.

Başa dönecek olursak, içinde bulunduğumuz şartlar sen-ben kavgası yapılacak şartlar değil. Birini sevmek veya sevmemek noktasında olaylara bakmak bizi hakikatten uzaklaştırır. Siyasi tercihlerimizi belirlerken önceliğimiz bellidir, bir, ülke ve milletimizin bütünlüğü, iki,daha ileri bir demokrasi, üç,hukukun üstünlüğü ve buna bağlı olarak kuvvetler ayrılığının sağlanması. Birincisi devlet ve millet olarak varlığımızla ilgili, diğer iki madde ise insanca yönetilmemizle alakalıdır. Bugün bu üç konuda da sıkıntımızın olduğu, her geçen gün biraz daha demokrasiden uzaklaştığımız bir gerçektir. Nasıl bir Türkiye istiyoruz? Her şeyi bir kişinin belirlediği, yargının siyasallaştığı, milletin devletinin yerini parti ve aile devletinin aldığı, devlet imkanlarının hep aynı kişi ve firmalara peşkeş çekildiği, denge ve denetleme mekanizmalarının bulunmadığı bir Türkiye mi, yoksa yargı bağımsızlığının sağlandığı, her kişi ve kurumun denetlendiği, bütün vatandaşların parti, mezhep veya ideolojisine bakılmadan kucaklandığı bir devlet mi? Bugünün sorusu budur! Adaylar üzerinden yapılan spekülasyonlar bu gerçeği gizleme ve seçimi, toplumu bu tip lüzumsuz tartışmalarla meşgul edip kotarma maksadına matuftur. Daha anlamadınız mı?