Milliyetçilik, son asrın en etkili ve en uzun ömürlü doktrini.  Sosyolojik değişime paralel olarak aşılacağı ve kısa ömürlü olacağı tahmin ediliyordu. Öyle olmadı, Milliyetçilik hayatiyetini sürdürmekle kalmadı etki alanını daha da genişletti.  

Lıah Greenfeld, "Milliyetçilik, Bir Kısa Tarih" isimli çalışmasında,  milliyetçiliğin tarihini ve niçin geçmişte kalmadığını irdeliyor. 

Kitap, milliyetçiliğe giden yolu,  milliyetçilik öncesi toplumlardaki eşitsizliğin açtığını iddia ederek başlıyor. “Soylularla halk arasındaki eşitsizlik, insanlarla evcil hayvanlar arasındaki eşitsizlik gibiydi. Nasıl bir tavuğun doğup sonradan at olması ya da tersi mümkün değilse bir zümreden diğerine geçmek mümkün değildi...Öyle ki mesela Voltaire'in kadim dostu Madam Du Chatelet, 'erkek hizmetçilerinin önünde soyunmaktan çekinmiyordu, çünkü kimse onu bu adamların gerçek et ve kemikten insanlar olduğuna inandıramazdı."(s.15-17) Halkla soylular ve yöneticiler arasındaki mesafe o kadar büyüktü ki, "İnsanlar eşit yaratılmıştır" diye bir düşünce, bir önerme yoktu. Bunu ilk defa 1776 tarihli Amerika Bağımsızlık Bildirgesi yapacak ve "Bütün insanlar eşit yaratılmıştır" diyecekti. O günün şartlarında bu bir devrimdi. On sekizinci yüzyılın sonuna kadar eşitlik fikri insanlığın çoğunluğu için garip ve yabancıydı. Peki, bu fikre bu kadar çabuk nasıl ikna olmuştuk? Yazara göre bunun cevabı milliyetçilikti.(s.18). Milliyetçilik, soylu/halk ayrımını kaldırarak herkesi eşitlemiş ve Batılı toplumları eşit bireylerden oluşan millete dönüştürmüştü. 

Eşitlik fikrinin yansıması büyüktü; zira toplumun kaderi ile ilgili karar verme yetkisi de el değiştirip, nüfusun tamamına ait olduğu kabul ediliyordu. Böylece kişi,  kendi kaderinin belirleyicisi haline geliyor, modern özerk fail olarak birey fikri doğuyordu. Durkheim " birey modern toplum tarafından yaratılmıştır, toplumlar bin yıldır birey olmaksızın var oldu" (s.26) derken bu gerçeğe işaret etmişti. Milleti, kaderinin belirleyicisi yapan milliyetçilik,  bu yönüyle demokrasinin de kaynağı ve zemini oluyordu. 

Greenfeld, ilk milletleşme ve milliyetçiliğin İngiltere'de ortaya çıktığı kanaatindedir. "Milli haysiyet duygusu,  ulusal bilinci rekabetçi hale getirerek, daha ilk günlerinden itibaren İngilizleri bir saygı yarışına itti. İngilizler bunu yapan ilk milletti. On altıncı yüzyılda bu bilince başka hiçbir yerde rastlanmıyordu." (s.30) Bu rekabet duygusu, kısa zamanda ekonomik milliyetçiliği doğuracak, on altıncı yüzyıl başlarında Londra'da sadece yetersiz bir kütüphane ve beş ya da altı bilgili insan varken, yirmi otuz yıl içinde seküler bir edebiyat ve yüz yılın sonunda bu edebiyatın doğurduğu bir Shakespeare ortaya çıkacak,"(s.40-41) neticede milliyetçilik, bu küçük ada devletini ateşleyerek, kısa zamanda büyük bir imparatorluk haline getirecekti. 

Çalışmada, Fransız Alman ve Rus milliyetçilikleri de ayrı ayrı incelenmiş. Yazara göre, on sekizinci yüzyılın sonuna kadar milliyetçilik Fransa'da ortaya çıkmamıştı. Bunu hazırlayacak olan soylular sınıfıydı. On yedinci yüzyılın ikinci yarısı ile on sekizinci yüzyılın başlarında aristokrasi büyük bir kimlik krizi yaşıyordu. Mevkileri tehdit altında sürekli statü endişesi taşıyorlardı. Soyluluk parayla alınıp satılabiliyor, parası olan alt tabakadan ticaret erbabı unvan satın alarak soylularla eşitlenebiliyordu. On sekizinci yüzyılda soyluluk ,resmi itibardan feragat etmeye kendilerini yeniden tanımlamaya hazırlanırken,  Manş denizinin karşı kıyısındaki millet fikrini keşfettiler...Bu ruh hali, aristokrasinin egemenliğin sahibinin halk olduğu fikrine sempati duymasına neden oldu. Uzun zamandan beri soylular kendilerini aşağılanmış ve halk katına düşürülmüş görmeye başlamıştı. Önlerinde iki yol vardı: Bu yollardan biri kendisini halktan tartışmasız bir biçimde koparmak, diğeri de halka mensubu olmanın bir saygınlık kaybı değil, bir onur olduğunu kabul etmekti. Sonunda kazanan ikincisi oldu.(s.50-52) Fransız seçkinleri İngiltere örneğine işaret edip, 1879'da sözcüleri Grouvelle vasıtasıyla, ' bizim bir millete ihtiyacımız var ve o millet doğacak' diye haykırıyorlardı. Bunu devrim yapacaktı. "Devrim, millî bilinci, Aydınlanmacı fikirlerin gücü kadar ateş ve kılıç gücüyle yayarak, Avrupa kıtasında demokrasi çağını başlatıyordu. Devrimin başını çekenler soyluluğun önde gelen kesimi, mensupları on sekizinci yüzyıl boyunca milliyetçiliğin belli başlı savunucuları olmuş aristokratik/entelektüel elitti. Onları bu noktaya statü belirsizliği ve dışlanmışlık duygusu getirmişti. Elitler kendi ıstıraplarını ateşli bir milliyetçiliğe bulayarak tiranlık üzerinden soylu bir infiale dönüştürmeyi başarmışlar, böylece dünyanın önüne eski rejimleri parçalamada bir örnek koymuşlardı."(s.65-66) Greenfeld'e göre, "Devrim bir sonraki yüzyılda Avrupa'nın politik tahayyül  gücünü biçimlendirecek ve günümüze kadar Batı'da akla hayale gelebilecek bütün ideolojik konumlanışların kaynağı olacaktı."(s.67) Günümüzde politik konumları belirlemek için kullanılan sol ve sağ kavramları da Fransız İhtilalinin ürünüdür. Milli mecliste millet öncesi düzenin tüm kalıntılarının silinip süpürülmesini isteyenler   sol, eski düzenin din gibi bazı unsurlarının Fransız milletinin ayrılmaz bir parçası olduğu ve korunması gerektiğini düşünen ılımlılar sağ adını almış, ortada kalanlara bataklık denilmiştir. Devrimci politikada sol ve sağ terimleri, milliyetçiliğin radikal ve ılımlı biçimlerine tekabül etmesine rağmen, zamanla bu kavramlar milliyetçilikten bağımsızlaşarak sol geleceği ve değişimi, sağ muhafazakarlığı ve geçmişi koruma çabalarını anlatır hale gelmiştir.(s.69)  

Kitapta, Rus, ABD ve Alman milliyetçiliklerinin kısa tarihleri vukufla ele alınmış. Yazar üç milliyetçilik biçiminin varlığından söz eder. Ona göre; İngiliz milliyetçiliği bireyci, yurttaşlık temelli, Fransız milliyetçiliği kolektivist ve yurttaşlık temelli, Rus milliyetçiliği ise kolektivist/etnik milliyetçilikti.(s.100-101) Rus milliyetçiliğin babası tartışmasız bizim deli dediğimiz büyük Petro'ydu. Petro, 1698'de Avrupa'yı ziyaret etmiş, gördükleri karşısında etkilenerek Rusya'ya döner dönmez ülkesini dönüştürme sürecini başlatmış, (s.80) II.Katerina da bunu devam ettirmişti.(s.85-87) Katerina, daha çok kültürel faaliyetlere yönelmiş, işe ihtiyacı olmayan, çoğu kalabalık malikanelere sahip olan kesimi enerjilerini üretici biçimde kullanmaya çağırarak onları şiir yazmaya teşvik etmiş, haftalık-aylık dergiler çıkarmalarını istemişti. Bu amaçla birçok dergiyi himayesine alıp müstear isimle bizzat kendisi de yazı yazmıştı. Rus şiir ve edebiyatı ilk gelişimi onun himayesi altında olmuştu.(s.89) 1700'lerin başına kadar yazılı bir Rusçanın bile olmadığı(s.84) dikkate alınırsa bunun önemi daha iyi anlaşılır. Onun için şair M.M.Heraskov;"Petro Ruslara beden, Katerina ruh verdi" diyecektir.(s.87) İlginçtir Katerina’dan bir buçuk asır sonra Yahya Kemal, sanatla milletleşme arasındaki ilişkiyi "Resimsizlik ve Şiirsizlik" başlıklı makalesinde şu şekilde anlatacaktır: "Bu iki feci noksanımız olmasaydı bizim milliyetimiz bugün olduğundan yüz kat daha kuvvetli olurdu. Ecdat yüzlerini, eski şehirlerimizi, binalarımızı, kıyafetlerimizi ve bunların tekâmül seyrini, eski seferlerimizi, ordularımızı resimsizlik yüzünden göremiyoruz. Bu noksan bizim muhayyilelerimizi de zayıf bırakmıştır."(Sait Başer, Yahya Kemal’de Türk Müslümanlığı,s.239) 

Çalışma, günümüze ışık tutan ve milliyetçiliğin anlaşılmasına ışık tutan çok önemli bilgilerle dolu. Zira milliyetçilik biçimleri ile toplumların siyasal sitemleri arasında yakın bir ilişki vardır. Onun için Greenfeld," ne kadar tekrar etsek azdır, milliyetçilik demokrasi demektir zira her millet -halk egemenliği ve üyelikte eşitlik ilkelerine dayalı bir topluluk-tanımı gereği bir demokrasidir.(s103) Otoriter ve liberal demokrasiler arasındaki fark, milletinin tanımındaki farklılıktan kaynaklanır. Bireyselci milliyetçilikler,  milleti bireysel özerk faillerin birliği olarak gördüğü için liberal   demokrasiye götürürken, kolektivist milliyetçilikler, milleti kolektif bir birey olarak gördüğü için otoriter demokrasiye daha yatkındır.(s.105)  

Greenfeld'in bu özlü çalışması, hem milliyetçilikle ilgili derli toplu bilgiler verdiği, hem de milliyetçilik demokrasi ilişkisini başarıyla ortaya koyduğu için okunmayı hak ediyor.