Bildiğiniz gibi 11 Mayıs 2011'de imzalanan, 24 Kasım 2011 tarihinde TBMM'de o gün Meclis'te grubu bulunan AKP, CHP, MHP ve BDP'nin (şimdi HDP) oylarıyla kabul edilen, 10 Şubat 2012 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan İstanbul Sözleşmesi geçtiğimiz hafta kararname ile kaldırıldı. Kabul edildiği gün, AB Parlamentosu Başkanı da o gün Meclis'teydi.

Tam adı; "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi" olan bu sözleşme metninin daha başlığını dahi bilmeden tartışması yapılıyor ülkemizde. Çünkü ülke içi siyasetin goygoy malzemesi yapıldı. Bunu yaparken milletin bilmemesi ama "din elden gidiyor" diye tartışması isteniyordu. Nitekim de öyle oldu. Maalesef muhalefet partileri bu tuzağa düştü. Hatta terörün uzantısı olan parti bile sanki Türk Milleti'nin ahlâkı konusunda kaygı içindeymiş gibi bu sözleşmeyi savundu durdu.

Bu ayrışma ve çatışma ortamında ülke siyaseti de ikiye ayrıldı, dolayısıyla vatandaşlarımız da...Gençlerimiz bu sözleşme ile LGBT denilen ahlaksızlık derneklerinin kucağına düşüyor gibi algı yaratıldı. Halbuki bu derneklere kuruluş izni veren İçişleri Bakanlığıdır. Türkiye'de onlarca bu dernek ve türevleri açıldı. Hangisine ne işlem yapıldı merak ediyorum.

Ayrıca bu dernekler sadece bu dönemde artmadı, ilk defa 1990'larda kuruldular. Son yıllarda da iyice arttılar. Siyasal İslâmcıların, dini, kendi siyasi menfaatlerine göre yorumlayan uygulamaları, gençlerde dine karşı bir soğukluk oluşturuyor. Bu soğukluk, hepinizin bildiği gibi Deizm ve hatta Ateizm'e yönelimi artırdı. Ortadaki manevi boşluk, baskı oluşturan siyasi güç ve artan siyasi çalkantılar da eklenince gençler, özgürlük arayışlarını farklı mecralarda aramaya başladı. Herşeyin özgür olduğu bu yapılar gençlere cazip gelmeye başladı.

Bu sözleşme, 2011'de Meclis'te yarım saatte geçirildi. 246 oy ve "0" red ile geçti. Çekimser oy veren 1 milletvekili, ertesi gün dilekçe vererek oyu yanlış kullandığını, oyunun kabul oyu ile değiştirilmesini istedi.
Sözleşme metni o günden beri aynıydı; bugün avaz avaz “4.madde LGBT haklarını güvence altına alıyor” diye bağıranlar, o gün de o madde aynıydı. Niye kabul ettiniz?
12. madde, "gelenek ve göreneklerimizi kökünden kazmayı amaçlıyor" diyorsunuz. Bu madde o gün de aynı değil miydi?

2009'da Aile Bakanı, "Eşcinsellik hastalıktır." dediğinde Sağlık Bakanı Recep Akdağ; "Bunları kişisel özgürlük meselesi olarak ele almak lazım" derken çoğunuz yine alkışladınız. Şimdiki Viyana büyükelçimiz Egemen Bağış ise o zaman ; "Ben eşcinselliği bir hastalık olarak görmüyorum." derken hangi siyasi kaygılar güdülüyordu?

Bunun gibi yüzlerce örnek verilebilir. İlkeli duruş her zaman önemli. İlkelerin yerini siyasi kaygılar alırsa bu örnekte olduğu gibi birçok parti, dün söylediğini bugün inkar eder hale gelir...O gün yanlış yaptık derlerse bu bir erdemdir. Ama böyle diyen de yok.

Sözleşmeye imza atmayabilirdiniz, sözleşmenin bazı maddelerine şerh koyarak kabul edebilirdiniz. Veya bazı değişiklikler önerebilirdiniz. Ama o gün siyasi menfaatler uğruna hepiniz kabul edip, bugün "efendim din elden gidiyor" diye goygoy yapmak ahlâkî değil.

Ayrıca sözleşme hiç uygulanmadı, kanuni alt yapısı hazırlanmadı ama yine de ahlâk çöküntüsü içinde değil miyiz toplum olarak?

Doğru veya yanlış derken bile aklını kullanmak yerine sadece siyasi liderinin dediğini papağan gibi tekrarlayan kitleler yok mu bu ülkede?

Sözleşmenin bize uymayan maddeleri tabii ki var. Gençliğimiz için tabiî ki tehlike oluşturan taahhütler içeriyor. Peki sözleşmeyi kaldırınca ahlâk düzeldi mi? Düzelecek mi? Kuruluşuna izin verdiğiniz LGBT dernekleri kapatılacak mı? Bu konuda Türk Ahlâkı eğitim öğretim müfredatımızda yer alacak mı?

Yoksa sözleşme tartışmaları siyasi bir goygoy mı ibaret?

Sözlerimi rahmetli Ziya Gökalp’ın Türk Ahlâkı kitabından güzel bir tespit ile bitireyim: “Toplum hayatı bir ordudur ki, bir gün bile disiplinsiz kalamaz. Toplumun en canlı disiplini ise ahlâktır. Din ile hukuk, kendilerine özgü bir disiplin kurabilirler. Fakat ikisi de güçlerini ahlâktan alır. Bir memlekette ahlâkî bir disiplin yoksa, benlikler üzerinde ne dinin, ne de kanunların etkisi olabilir.”

Sözün özü budur, tabii ki anlayana!