Mağara Dergisi yazarı Aziz Kemal Nafi, islami görüş eleştirilerini kaleme aldığı yazısına “Bizim Kumaşın Kalitesi Düşük Çıktı” başlığı atarak İslamcıların gelişimi hakkında ağır eleştirilerde bulundu.

İslamcıların, kendi içinde çeliştiği görüşünü ve bilgi olmadan fikri olan insanlar olduğunu dile getiren Nafi'nin yazısının ilgili kısmı şöyle: 

Bizim kumaşın kalitesi düşük çıktı  

Biz Müslümanız ve bir iddiası olan Müslümanlarız. Kadromuz, maaşımız, kredi borçlarımız, tayin terfi umudumuz hatırına sustuğumuz, göz yumduğumuz her haksızlık dönüp dolaşıp ayağımıza takılan taş olacak, bunu biliyoruz. Şunu itiraf edebiliyorum; bizim ciddî bir ahlak sorunumuz var. “Önce ahlak sonra din” diyen ilahiyatçılarımızın ya da kulağı küpeli Dücane’mizin manifestolarıyla çözemeyeceğimiz kadar ciddî bir problem bu. “Kurallar işlesin ama bana değil” diyoruz, hastane kuyruğunda aradan sıvışıyoruz, çocuğumuzun mülakatında tanıdık arıyoruz, önceden sınav sorularını alabilir miyiz diye araya adam sokuyoruz, kamera yoksa kırmızı ışıkta geçiyoruz (hele pahalı arabaya binince kurallar benim için değil zanneden tiplerimiz yok mu?), online sınavda kameranın görüş açısının dışına adam yerleştirip Whatsapp’tan kopya çekiyoruz, (hele beş vakit namaz kılan bir arkadaşım şeflik sınavında sorulacak soruları önceden bulamaz mıyız? diye sorduğunda epey düşünmüştüm), isminin önündeki sıfat söylenmediğinde ortalığı yıkan akademisyenler yetiştiriyoruz, basın listesine ismini yazdırıp oğlunu yurtdışına bedava tatile götüren kurum başkanlarıyla devleti yönetiyoruz, hakkımız olmadığı halde çakarları yakıp kendimizi özel hissetmeye çalışıyoruz, makamda çalışınca her şey bedava ayağımıza gelsin isteyen danışmanlarla doldurduk TBMM’yi. Daha bir kadına adaletle muamele edemezken “Kur’ân bize dört kadın hakkı tanıyor” diyoruz. Twitter’da Kütüb-i Sitte’den hadis paylaşmakla Müslüman olunmuyor maalesef. Meğer ne fakir ruhumuz, ne çok bastırılmış duygumuz varmış da, ortaya çıkacağı zamanı bekliyormuş. Olmadı efendiler, bizim kumaşın kalitesi düşük çıktı.

Hatırlıyorum. 90’lı yılların sonuydu. TBMM’de bir danışman abiyi ziyarete gitmiştim. Herhalde genel kurul vardı o gün. Üç dört kez polis kontrolünden geçip güçlükle gideceğim yere ulaştım. Dedim ki danışman abiye; “Yahu potansiyel terörist gibi üç dört kere polis yokladı beni. Bu meclis benim değil mi? Neden beni bu kadar tehlikeli görüyor?”

Dedi ki danışman abi; “Ne zannettin aslanım, dingonun ahırı mı burası? Devlet yönetiliyor burada. Tabi ki kontrol edecekler.” Ben de dedim ki, “Peki siz niye vakıf evlerinde bize sürekli Hz. Ömer’den bahsedip, sizin devlet başkanınız şu ağacın altında yatan adam mı? örneğini verip durdunuz? Dışarıda hayat böyle değil deseydiniz ya. Bizi boş hayallerle niye kandırıyorsunuz? Biz Müslümanlar iktidar olunca Hz. Ömer gibi devlet yönetecek zannediyorduk. Şimdi bir danışman için dört kapıdan geçiyoruz…”

Ve o danışmanlar büyüdü, devlet katlarında yönetici oldu. Ortaya Çukurambar gibi bir garabet çıktı ki yüz yıl utanıp ağlasak mahcubiyetimiz gitmez.     

Editör: TE Bilişim