Yeni Zelanda’da Müslümanlara yapılan terör saldırısına şaşkınmışız. Câmide ibâdet için toplanan insanları, ancak bir ruh hastası arkadan tarayabilirmiş.

Bu teröristin ataları, 99 yıl evvel bugün, yâni 16 Mart 1920’de Şehzadebaşı Karakolu’nu basarak uykudaki Mehmetleri katletti. Kalleşlik, genlerinde var.

Yahyâ Kemal’den okuyalım o hazin günleri:

“Dil var mı kahr-ı dehr ile vîrân edilmedik?

Beytü’l-hazen mi kaldı perîşan edilmedik?”

İşgal ettikleri her yeri, o yerin sâhiplerine vîrân eden İngilizlerden bahsediyoruz. Avustralya’yı, Yeni Zelanda’yı işgal ettiklerinde Aborjinlere ve Maorilere soykırım yaptılar. Kendilerine, gâyet güvenli yaşam alanları açtılar. Yerliler, beyaz adamın gelişine kadar savaş nedir, hastalık nedir, “insan avlanan sürek avı” nedir bilmiyorlardı. Avustralya kıtasında, vîrân edilmeyen gönül, perîşan edilmeyen ev kalmadı.

Yeni Zelanda gibi güvenli, barışçı bir ülkede böyle bir terör saldırısı nasıl olurmuş?

Barışçı oldukları için 104 yıl önce, binlerce kilometre uzaktaki İstanbul’un harem hayâtına nasıl dalacaklarının hayâlini kurarak Çanakkale’ye geldiler değil mi?

Barışçı oldukları için Şafak Âyini’ne geldiklerinde bize efeleniyorlar değil mi? Şimdi basında bahsedilmiyor veya yapmaya cüret edemiyorlar. Şafak Âyini’ninden önceki gece içip içip sanki toprakları işgal altındaymış gibi terbiyesizlik ederlerdi. Devlet, Çanakkale’ye sâhip çıkıp da bizim gençlerimiz 57. Alay yürüyüşlerine başlayınca sesleri kesildi.

Onların barışı da huzûru da kendilerine!

Terörist, Boğaz’ın iki yakasından, doğu ve batıdan bahsediyor. Sorsan, Gelibolu Yarımadası onların. Çünkü batıda ve Yunan medeniyeti için ölen dedelerinin mezarları var.

........

Sinemadaki haçlı saldırısına, sık sık dikkat çekmeye çalışıyorum. Yüzüklerin Efendisi serisinin son filmi nasıl bitiyordu hatırlayalım. Kral Aragorn, Orglar (Türkler) karşısında korkuya kapılan askerlerine şöyle sesleniyordu:

“Gözlerinizin içinde, kalbimde yeşermesine izin vermediğim korkuyu görüyorum. Gün gelir, insanlar, cesâretlerine yitirebilir. Dostlarına, sırtını çevirebilir ve tüm kardeşlik bağlarını koparabilir. Ama bugün, o gün değil. Düşmanın zaferi ve harap olmuş siperler, bekler insan çağının çöküşünü. Ama o gün, bugün değil. Bugün savaşacağız.

Bu dünyâdaki tüm sevdiklerinizin adına sizlere kalmanızı emrediyorum BATI’NIN HALKI!”

Ne yazık ki içimizde, kendisini Batı halkından görenler var. Kendi milletinin mitolojisini değil de Tolkien mitolojisini seyredenlerin, benimseyenlerin böyle düşünmelerine şaşırmıyorum. Elbette, “Zulüm 1453’de başladı!” diyecek. Elbette Romen Diyojen başlığı giyecek. Elbette câmideki katliama sevinecek.

İktidar da muhâlefet de bir tuhaf.

Sinan Çetin’in evini savunan Türk askeri ile işgalci Anzak askeri arasında fark görmeyen “Çanakkale Çocukları” filmi, Kültür Bakanlığı desteğiyle çekilmişti. “Bu filmi seyretmeyin! Gişede batsın!” dediğimizde anlayan olmadı.

TRT’nin en mâsum dizilerinden birisi olan Baba Evi’nde tam Çanakkale kara savaşlarının arefesinde Avustralya’lı bir dâmât peydah olmuştu. Ne kadar sevimli (!) bir çocuktu! O zaman, “Dalga mı geçiyorsunuz?” diye isyan etmiştim. Senaryo değişmiş; dâmât adayı geriye postalanmıştı.

İktidar, Batı’nın zekâsının ve Truva’yı yıkmasının sembolü olan Truva Atı’nı Meclis’te sergiliyor. Hem 2018’i Truva yılı i’lân ediyor hem Truvalı helen kıyâfeti giyen büyükelçiyi cezâlandırıyor. Muhâlefet desen, adâlet için Çanakkale’ye yürüyüp Yunan’ın Themis heykelini dikiyor.

49 kişiyi şehid eden teröristin ataları, 104 yıl evvel Yeni Zelanda halkını o atın maketiyle haçlı savaşına çağırdılar. Anzaklar, o atın temsil ettiği Yunan medeniyetini yeniden diriltmek için binlerce kilometre uzaktan topraklarımızı işgâle geldiler.

Truva Atı’nın Çanakkale’ye dikilmesi ve TBMM’nde sergilenmesi, bu terör saldırısından daha hazindir.

Terör saldırısında hayâtını kaybedenlere Allah rahmet eylesin! Bize de dostu düşmanı ayırmak için akıl fikir versin!

...........

Batı sinemasındaki haçlı saldırısını, 8 Mart 2019’da Bilge Kültür-Sanat Yayınevi tarafından yayınlanan “Post-Modern Haçlı Seferi: Sinema” isimli kitabımda anlatmaya gayret ettim.

Millî bir vazife duyarlılığıyla meseleye yaklaşan ve yayınlamam için beni cesâretlendiren Yeniçağ yazarı Arslan Tekin’e ve Bilge Kültür-Sanat Yayınevi sâhibi A. Mecit Yüksel’e teşekkürden âcizim.

(Bilge Kültür Sanat Yayınları, Tel: 0212 520 72 53)