Son zamanlarda iktidarın da gündeminden düşmeyen hatta reform yapılacağı açıklanan ‘Yargı Reformu’ ülkede adalet sistemine olan ihtiyacı bir kez daha gözler önüne serdi.

İsmail Türk, adalet ve demokrasi olmadan zeminin olmayacağını belirterek, ‘Zemini çaldırdık ilkelerimizi kaybettik’ başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Türk’ün ilgili yazısı:

Yavuz Sultan Selim han İran seferini yaptığında, orduya karargâh kurdurduğunun akşamı tebdili kıyafet, askerin durumunu anlamak için çadırlar arasında gezintiye çıkmış; bu sırada bir çadırın önünde bir sipahi askeri, bir yeniçeri askeri ile yaka paşa itişip tartıştıklarını görmüş:

Sipahi “Sen ölmedikçe bana rahat yok!”

Yeniçeri “Asıl sen ölmedikçe bana rahat yok”

Yavuz Sultan Selim, yanındaki vezirine dönüp, “Lala bunların ikisini de rahat ettirin!” der…

Bu hikâyeyi niye anlattım:

Her şeyi ben bilirim, sadece ben bilirim!

Her şeyi ben yaparım, sadece ben yaparım!

Haklıyım! Hep ben haklıyım! Sadece ben haklıyım!

Türkiye siyasetinin son 20 yılının genel özeti budur.

Şaka filan değil, gerçek budur. Hepsi budur.

Geri kalanı teferruattır, işin masal kısmıdır.

Yazık…

Ülkemize de yazık, bize de yazık…

Yaşadıklarımızdan dersler çıkarıp gereğini yapmazsak elde kalana da, yarınlarımıza da yazık olacak.

Bağımsızlık, adalet ve demokrasi mücadelesi vermeden “dönemin şartlarının zorlamasıyla da olsa” fikir mücadelesi verdik; fikir bizde kaldı, ama adalet ve demokrasi kalmadığı için fikrimizi temsil edebileceğimiz zemini çaldırdık!

İlkelerimizi kaybedince, savruldukça savrulduk.

Hata üstüne hata yaptık.

Bir kusurumuzu kapatmak için çırpındıkça başka kusurlarımız ortaya çıktı.

Plânsız, programsız, pusulasız ve kimsesiz orta yerde kalıverdik!

Gerçeği gördük görmesine de, bunu ne kendimize, ne çevremize söyleyemedik!

….

Zaman içinde alışkanlıklarımız davamızın ve şahsiyetimizin önüne geçti, sustuk; itiraf edemedik.

Utandık!

Mahcup olduk!

İddialarımızdan vurulduk!

Gerçekle yüzleşmekten ve çözüm üretmekten kaçtıkça daha da battık.

Sonuç?

Yola çıkış teorimizi (davamızı) pratiğe dönüştüremeyince, zaman içinde dava yerine geçen alışkanlıklarımızı (pratiği) dava zannetmeye başladık.

Eski deyimle: İnandığımız gibi yaşamayınca, yaşadıklarımıza inanmaya başladık ve battık!

Ağır bedeller ödedik, yaşama dair çok şeyi kaçırdık, hayatı ıskaladık.

İnsan varsa umut vardır.

Yeniden başlayabilir miyiz?

….

Yeni bir sayfa açabilir miyiz?

Başarabilir miyiz?

1938’den bu yana yönetemediğimiz devletimizi yöneterek vatanımızda mutlu, huzurlu yaşayabilir miyiz?

Peki…

Adalet ve demokrasi olmadan kendimizi ifade edebilir miyiz, yapabilir miyiz?

İlkesiz, programsız yapabilir miyiz?

Yaşadıklarımızı tekrar yaşamak istemiyorsak asıl bakmamız gereken yer burası; ne, nasıl, ne zaman?

Lider mi?

Adalet ve demokrasi varsa, söz hakkı varsa, özlenen nezaket ve saygı varsa, ilkeler ve program konusunda anlaşılırsa; lider de bulunur, kadro da…

Adalet ve demokrasi yoksa söz hakkımız yoksa ilke ve programa gerek yok; ilke ve program yoksa da lidere ve kadroya gerek yok.

Bunlar olursa olur mu, başarı kesin mi?

Bilmiyorum/bilemiyorum…

Ama bunlar olmadıkça asla olmayacak, biliyorum.

Siz de bilin istedim.

….

Sözüm meclisten dışarı!

Öküz Mehmet Paşa'nın kumandanlık yaptığı harplerin birinde, konak yerinde, paşanın çadırının yakınından öküzler geçiyormuş. Öküzün biri gele gele Paşa’nın çadırına kadar gelip, başını içeri uzatmasın mı? Bu manzarayı gören paşalar kıkır kıkır gülmeye başlamışlar. Bununla da kalmayıp, Paşa'yı alaya almak için "Paşa Hazretleri, bir ara öküzün biri sizin çadırınıza başını uzattı, o öküz size ne söyledi?" demişler.

Öküz Mehmed Paşa, gâyet sâkin, şu cevâbı vermiş : "Haa o mu? Sen bir öküz adamsın, bu eşşeklerin içinde ne işin var dedi"

YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ.

Editör: TE Bilişim