Yıl 2010… Psikoloji okumuş bir yazar, bir internet sitesine verdiği röportajda şöyle diyordu:

“Hayâtını iktidârın baskılarına aldırmadan hak bildiği yolda istikâmet üzere bir muhâlif olarak geçiren, teori ve pratiği varlığında meczeden Said-i Nursî örneğinden çıkarılacak muhtelif hikmetler olduğu kanısındayım.”

Yazarın, çıkardığı hikmetlere bir göz atalım:

“Bir Kürt âlimi olan Üstâd’ın talebeleri de milliyetçiliğin ne tür bir ‘hastalık’ olduğunu iyi teşhis edip onu bertaraf edecek söylemler kurabilirler. Zîrâ açılımın yumuşak karnını milliyetçiliğe karşı çıkamamak oluşturuyor.”

Milliyetçiliği hastalık olarak gören yazara, muhâtabı, “Sizce ‘Demokratik Açılım Sureci’ devâm ederken cemaatlere, Nur Talebelerine düşen bir görev var mı? Varsa nelerdir?” diye soruyor.

Cevap dehşet!

“Husûsî olarak Nur Talebeleri üzerine konuşacaksak Üstâd’ın örneğini tâkip eden bir inisiyatif oluşturmak şarttır diye düşünüyorum. Bence Nur talebeleri “yüce devletimiz” diye beyni yıkanmış bir toplumda asıl yüce olanın Allah olduğunu hatırlatan bir muhâlefet tarzı ortaya koyabilirler.

Üstâd’ın söylediği gibi haksızlığa, zulme ve kânunsuzluğa karşı muhâlefet, hiçbir hükûmette suç sayılmaz, bilakis muhâlefet, meşrû ve samîmi bir muvâzene-i adâlet unsurudur. Müslüman’ın hakka tecâvüz eden iktidar odaklarına karşı her dâim muhâlefetini temsil eden misâllere ne yazık ki Türkiye Müslümanlarında pek rastlayamıyoruz. Nur Talebeleri, bu anlamda özellikle sivil itaatsizliğin yeni örneklerini gerçekleştirerek tâze bir nefes sunabilirler diye düşünüyorum. Üstâd da hayâtını bir nev’i ‘sivil bir itaatsiz’ olarak yaşamamış mıydı zâten? Bence bu soru üzerine düşünülmesi ve cevâbı üzerine ‘eylenmesi’ gereken bir soru. Ancak kendimi tâbiri câizse ‘oturduğu yerden’ nasihat verebilecek biri olarak görmüyorum. Dolayısıyla ‘eyleme’ noktasındaki mâhiyetin tesbitini Nur Talebeleri’ne havâle ediyorum.”

Yazarın yediği hurmalar, bir hayli çok. Zâten tırmalayıp duruyor. Asenalığa bile soyundu. Şu anki konumuzla ilgili kısmı, Nur talebelerini sivil itaatsizliğe, devlete başkaldırmaya çağırması.

Röportajın altına ilginç yorumlar girilmiş. Yazının bölücülük koktuğunu söyleyen var, röportajı yayınlayan sitenin ne yapmaya çalıştığını soran var, tebrîk eden var. En aklı başında yorumu aynen paylaşmak istiyorum:

“Mâdem psikoloji okudunuz Hilâl Hanim, Türkiyelilerin hâlet-i rûhiyesini bilmeniz gerekirdi.... Zâten bunalımlı ve câhil bir toplum olarak (Türkiye’deki insanlarimiz) bu sivil itaatsizlik sözünüzden ya hiçbir sey anlamazlar ya ters anlarlar. Mâdem olgunlaşmamış bir düsünce, neden uluorta genelleme bir çağrı yapıyorsunuz? Sorumlusunuz...”

Tahmîn etiğiniz gibi psikolog yazarımız FETÖ, ABD sürümü Taraf gazetesinin büyük keşfi Hilâl Kaplan.

Röportajı yayınlayan site ise Risalehaber.com

“Ama…” diyenleri daha da şaşırtayım. Yazar, o yıllarda dersânelerde aldığı eğitimin hakkını vererek Fethullah Gülen’e şiir yazıyor; Başbakan Erdoğan’ı ise İslâm tarihinin en sevimsiz Müslümanı Vahşi’ye benzetiyordu.

Nurcuların bir kolunun devlete ne kadar başkaldırabileceğini iki yıl evvel tecrübe ettik. Diğer kollar, bu menfûr darbe girişimi içinde olmadıklarını ifâde edip mesâfe koydular.

Peki sormak istiyorum:

Devlete başkaldırının, sivil itaatsizliğin ölçüsü nedir? Mutlaka darbe yapmak mıdır? Meselâ, devlet kadrolarına darbe düzenleyip kendi bünyelerinde yetiştirdikleri elemanları devletin tepesine yerleştirmeye çalışmanın adı nedir?

Ne demek istediğimi daha açık seçik sorayım.

Nur talebelerinin, “Biz Said-i Nursî yolundayız. Gülen’e karşıyız.” demelerine ne kadar güvenebiliriz?

Çünkü sivil itaatsizlik örneği Said-i Nursî, bir asır evvel dış güçlerin türlü oyunlarla indirdiği Osmanlı Sultanı’na muhâlifti. Tahttan inmesindeki katkı payı ortada.

Çok şükür, Cumhurbaşkanlığına bağlı kadrolara 250 cemaatçinin sızma girişimi, dirâyetli memleket evlâdının direnişiyle bertaraf edildi. Meselenin arkasında Nur talebeleri olduğu iddiâsı var ve bu iddiâ yalanlanmadı.

Bir nev’i sessiz bir darbe girişimi olan bu kadrolaşma hareketinin mîmârlarından birinin, Osmanlı Arşivi’nden Külliye’ye ta’yîn edilen Muhammed Sâfi olduğu iddiâ ediliyor.

Açıkçası Muhammed Sâfi’nin, “Benim Nur cemaatiyle bir ilgim yok.” diye açıklamasını beklerken, geçen 22 Haziran’da paylaştığı ve Sabri Okur’a âit olan bir mesajdan haberdâr oldum.

Aşağıda okuyacağınız mesaj, “Biz Nur talebeleri..” diye başlıyor ve Erdoğan’ın yanında olduklarını beyân ediyor.

Anlaşılan, sâdece rûhen değil, bedenen de Erdoğan’ın yanında olmak istemişler. Tıpkı, teori ve pratiği varlığında meczeden üstadları Said-i Nursî gibi. Çok merak ediyorum, acaba aynı kaynaktan beslenen diğer talebeler 15 Temmuz’u başarsalardı bunlar, nerede ne okuyacaklardı?

Sultan Abdülhamid Han dönemiyle günümüz arasında sık sık bağlantı kurulurken Sâid-i Nursî’nin bir asır evvel nerede durduğunu çok iyi bilmeliyiz. Zîrâ, “Biz Nur talebeleri” diyenlerin, neredeyse peygamberleştirdikleri üstâdlarının yanlışına yanlış demeyeceklerini iyi biliyoruz. Dolayısıyla Osmanlı hânedânına, Osmanlı mîrâsına bakış açıları da sorunlu olacaktır.

Açıkçası, “Osmanlı Arşivi” ismine muhâlefetin sebebi bu olabilir mi diye sormadan edemiyorum.

Artık devletin hâfızası Osmanlı Arşivi’ne yapılmak istenen ihânetin arkasında Nurcuların olduğu, Muhammed Sâfi’nin de Nurcu olduğu belli olduğuna göre başka söze gerek var mı?

Bizler, yâni “yüce devletimiz” diyen beyni yıkanmışlar (!), nefesimizi tuttuk, Muhammed Sâfi’nin yapacağı açıklamayı bekliyoruz.