Yap - İşlet - Devret; işletebilirsen de kâr et işletemezsen de!..

Bu uygulama ya da özelleştirmenin önceki dönemlerde de örnekleri vardı ama son yıllarda bir hayli yaygınlaştı. Öyle ki, hayatımızın bir parçası olup gündem oluşturmaya devam ediyor. Üstelik bir sera etkisi gibi yayılarak, kartopunun çığa dönüşmesi gibi büyüyerek gidiyor. Etkisi en az 20 – 30 yıl daha sürecek. Sonrasını ise Allah bilir.

Bu uygulama ile yapılan köprüler çok fazla gündeme geldiği için yazımızın konusu olmayacaklar. Zaten taahhüt edilen geçişlere ve dolayısı ile beklenen gelirlere ulaşamadıkları için her ay milli bütçeden beslendiklerini herkes biliyor. Onun için, birkaç ilde açılıp hizmet vermeye başlayan, başta Ankara olmak üzere bazı illerde de açılmayı bekleyen Şehir Hastaneleri meselesini ele alacağız.

Bu çerçevede yapılan Hastanelerde, köprülerde uygulanan “geçiş garantisi” gibi bir “Hasta garantisi” olmadığı söylense de konu ile ilgili olarak kamuoyu yeterince bilgilendirilmiş değil. Sözleşme gereği yüklenici firma belirlenen birimleri inşa ederek 25 veya 30 yıl süreyle işletecek. İlgili firmalar bunun karşılığı olarak devletten kira alacaklar ve ayrıca kampüs içinde bulunan ticari alanlardan gelir elde edebilecekler. Kira bedellerinin hastane işletmelerindeki döner sermayelerden ve bütçeden ayrılacak ödeneklerden karşılanacağı ve on beş civarındaki Şehir Hastanesi için yılda en az 2 milyar TL civarında kira bedeli ödeneceği biliniyor. Mesele yalnız kira ödenmesi de değil tabii… Güvenlik, yemek, tıbbi sekreterlik, kantinler ve otopark işletmeciliği gibi sosyal hizmetler de ilgili şirket tarafından para karşılığı yapılacakmış. Buradaki katmerli rantı düşünebiliyor musunuz?

İnşaatı ve çevre düzenlemesi bitmiş gibi görünen bazı şehir hastanelerinin açılış tarihlerinin sürekli ertelenmesi ise kafaları karıştırıyor. Devlet ve Özel Teşebbüsten oluşan iki başlılığın ve bazı taahhütlerin yerine getirilmemesi/getirilememesi gibi sebepler yüzünden binaların teslim alınmadığı/alınamadığı, buna rağmen ilgili şirkete ödemelerin başladığı, kesin kabul olmadığı için de ödemelerin aracı firmalar üzerinden yapıldığı yolunda haberler duyuluyor. Yani, siyasette de sık sık kullanıldığı gibi vaziyeti kurtarmak için bir “arkadan dolanma” söz konusu!

Hastanelerde verilecek tıbbi hizmetler için gerekli olan ekipmanlarla cihazların yeni olması ve ilgili yükleniciler tarafından alınması söz konusu olmuş ise de, hizmete giren ve girmek üzere olan Şehir Hastaneleri’nde kapatılan hastanelere ait ekipman ve cihazların kullanıldığı/kullanılacağı anlaşılıyor. Bunun dışında ihtiyaç duyulanlar için de yine kamu tarafından yatırım yapılacak. Bu durumda yer devletten, ekipman ve cihazlar devletten, doktor ve diğer personelin özlük hakları/maaşları devletten olup bir de hastanenin büyüklüğüne göre aylık yüz milyonları bulan kira bedeli ödenince işleticiler için oldukça kârlı bir iş olduğu anlaşılıyor.

Personelden söz etmişken bir konunun da altını çizmek gerekiyor. Yetişmiş tıbbi personelin dışında hastanelerde görevli pek çok çalışan var. Bunların çoğu da devlet memuru statüsünde. Devlette şöyle bir uygulama var: Normalde çalışanları işten çıkarmak ve hak ettikleri kadroları ellerinden almak zor olduğu için, “Reorganizasyon” ya da “Yeniden Yapılanma” gibi isimler altında düzenlemeler yapılarak kadrolar boşa çıkartılıyor ve ardından keyfi düzenlemeler geliyor. Mesela bir zamanlar hemen her devlet kurumunda APK (Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Dairesi) vardı. Bir zaman geldi, o daire -güya- tasfiye edildi ve yerine İAKK (İnceleme, Araştırma ve Koordinasyon Kurulu) Dairesi oluşturuldu. Orada da yığılma olunca bu defa SAPK (Stratejik Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu) icat ediliverdi. Bu dairelerin isimleri oldukça havalı olmasına rağmen içlerinin boş, tasfiyeye ve yeni yer açmalara yönelik olduğunu herkes bilir. Hastanelerde de yeni yapılanma olduğu için özellikle tıbbi personelin dışındakiler başka kurumlara dağıtılacak, dolayısıyla yeni bir kargaşa ve huzursuzluk başlayacaktır. Nitekim bir vesile ile bulunduğum bir hastanede bunun işaretlerini görüp şahit oldum. İşletici firmanın yetkilileri tabir yerinde ise “adam seçmeye” gelmişlerdi ve mesela servislere yemek dağıtan görevli ile görüşüyorlardı…

Ankara’da bulunduğum için Etlik ve Bilkent bölgesindeki Şehir Hastaneleri’ndeki gelişmeleri temel atılma tarihlerinden beri görüyor, biliyorum. Bölümler arasındaki mesafe en az 100 metre. Ulaşım, hastalar için eziyet, çalışanlara büyük sıkıntı.

Aldığım bilginin doğru olduğuna inanmak istemiyorum ve hepsinde var mıdır bilmiyorum ama bazı Şehir Hastanelerinin Polikliniklerinde VİP Muayene Odaları oluşturulmuş. Hastalar arasında ayırım yaparak bazılarına özel muamele uygulamak hiç ama hiç yakışık almaz. Bu, Sosyal Devlet anlayışına, dine, diyanete, ahlâka ve bütün güzelliklere aykırı bir uygulama olur. Eğer öyle bir hazırlık ve uygulama varsa derhal terkedilmelidir.

Ankara’daki mevcut hastanelerin pek ulaşım derdi yoktu. Dolayısıyla, Numune, Yüksek İhtisas, İbn-i Sina, Hacettepe, Dışkapı ve Ankara Hastanelerinden hemen hepsine aşağı yukarı bütün semtlerden tek vasıta ile ulaşmak mümkündü. Ancak Bilkent ve Etlik’te açılacak olan Şehir Hastaneleri’ne Ankara’nın her yerinden rahatlıkla ulaşılacağı söylenemez. Hastaneye gidecek olanlar adı üstünde “hasta”. Bunun bir de yaşlısı, çocuğu, özürlüsü var derken sıkıntı büyüyor. Hele bir de Eskişehir istikametinde, Bilkent Bölgesi’ndeki Şehir Hastanesi’ne dönüş vermek için Danıştay’ın tam önüne bir geçit konduruldu ki oldukça garabet: 45 derece tırmanılıp ani bir hareketle 90 derece sola dönülerek gidilecek de bilmem nasıl olacak… Allah muhafaza buzlu havalarda geriye kayma, hızını alamayanlar için de Eskişehir yoluna uçma riski var! Tabii, Ankara’da hiçbir yer kalmamış gibi bütün resmi dairelerle Bakanlıkların da bu güzergâha kaydırılıyor olması ayrı bir konu, ayrı bir dert.

Sıhhiye tarafında boşalacak olan Numune, Yüksek İhtisas, Cebeci’deki Ankara ile Dışkapı’daki Eğitim ve Araştırma Hastaneleri taşınınca o bölgelerde büyük bir rahatlama olacağı aşikâr. Ancak Başkentin tam merkezinde bulundukları için yerlerinin çok ama çok kıymetli olduğu da malum. İnşaallah o kıymetli yerler rantiyecilik anlayışına kurban edilerek yine kalabalık trafiği olan kamu kuruluşları ile bazı dernek ve vakıfların emrine verilmez.

Bizde altyapı hazırlanmadan üst yapılar kurulduğu, bazı politik/siyasi sebepler yüzünden alel acele açılışlar yapıldığı ve “göç yolda düzelir” anlayışından bir türlü vaz geçemediğimiz için başımıza pek çok iş geliyor. Son olmasını dilediğimiz, Ankara Yenimahalle Marşandiz İstasyonu’ndaki sinyalizasyon kazası bunun tipik örneğidir. Onun için Şehir Hastaneleri konusuna da temkinli yaklaşmak zorundayız.

İki yıl kadar önce açılıp faaliyete geçen hastanelerde görülen aksaklıklar yeni açılacaklar için elbette yol gösterici olacaktır. Ancak, belirsizliklerin de giderilmesi gerekiyor. Ben hiç ihtimal vermiyorum ama bir hasta ziyareti için gittiğimde Ankara’daki Gülhane Hastanesi’nin bile hemen karşısında yapılıp açılışa hazırlanan Şehir Hastanesi’ne devredileceği söylentisine şahit oldum. Artık bu olmaz diyordum ama bazı dostlar, “Olmaz diye bir şey yok; o hastanenin yerini, arazisini, modern binalarını ve ranta dönüştürülmesini düşün” dediler. Olur ya da olmaz ama insanlarda bu düşünceyi uyandırmak ne kadar acı ve ne kadar düşündürücüdür. Geldiğimiz noktayı görüyor musunuz?

Dileğim odur ki, Şehir Hastaneleri İnşallah birer Şehir Efsanesi’ne dönüşmez!

TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ

Editör: TE Bilişim