Yerel seçimlere üç ay gibi bir süre kaldı. Partiler sırayla adaylarını açıklıyorlar. En büyük çekişmenin Ankara ve İstanbul'da olacağı-aday tespiti- aşamasında yaşanan sorunlardan anlaşılıyor. İktidar partisi en çok bu iki ilde zorlandı. Ama artık hangi adaylarla seçime gireceği biliniyor.

Ankara'da bu defa Mansur Yavaş'ın daha şanslı olduğu ona en üst makamdan gelen -paslı demir- yakıştırmasından belli oluyor. Siyaset bir hizmet yarışıdır, en azından teoride öyle olduğu söylenir. Lakin uygulamaya bakıldığında bunun pek de böyle olmadığı görülür. Uzun yıllardır kamplaştıran, dövüştüren, çatıştıran bir siyaset tarzına tanık oluyoruz. Her gün farklı partilere oy veren insanlar arasındaki makas biraz daha açılıyor. Dilerim, bu birike birike toplumsal bir çatışmaya dönüşmez.

Daha önce de yazdım, asıl üzerinde düşünülmesi gereken Güneydoğu'daki seçimlerin sonuçlarıdır. Uzun zamandır bölge belediyeleri kayyumlar vasıtasıyla yönetiliyor. PKK 2015'ten sonra yürütülen kararlı mücadele sonucunda önemli bir darbe aldı. Fakat Fırat'ın doğusunda da önemli bir mevzi ve motivasyon kazandı, burada kaybettiğini orada telafi etti.

HDP, Güneydoğu'da yapılan her seçimi bir referandum gibi takdim ediyor. Daha önce Hendek terörü döneminde Demirtaş'ın Birleşmiş Milletlere bir müracaatı da olmuştu. Bu, ayrılıkçı hareketin hangi yollardan amacına varmak istediğini gösteriyor. Keşke partiler Ankara ve İstanbul için gösterdikleri hassasiyetin yarısını Güneydoğu için de gösterselerdi. Ankara ve İstanbul'u kimin aldığı o kadar önemli değil. Nihayetinde seçimi alacak partilerin - vatan toprağı üzerinde- bir hesapları yok. Fakat Güneydoğu öyle değil.

Bir örgütün gerçek manada yenildiğini söylemek için tabanı ile arasındaki münasebete bakmak lazım.Örgütler taban kaybetmeye başladıkları zaman yenilirler. Bu seçim, iki buçuk yıldır devam eden terör mücadelesinin örgüt tabanında nasıl bir etki yaptığını da gösterecektir.

Çatışma içinde yaşayan gruplar genellikle öteki tarafın yakınlık ya da hoşgörüsüne sırt çevirirler. Çünkü böyle bir ilişki onların savaşma arzularını dumura uğratır. Örgüt çevrelerinin Türk-Kürt kardeşliği söyleminden rahatsız olmalarının nedeni budur. Bir düşmanın varlığı, her ayrılıkçı grubun tabanını zinde tutmak ve ana kitleden koparmak için kullandığı vazgeçilmez bir araçtır. HDP'nin doğru/yanlış her şeye muhalefetinin arkasında bu gerçek vardır. Ancak bir düşman var oldukça toplumu teyakkuz halinde tutmak mümkündür. Toplumlararası mesafeler arttıkça diyalog kurma imkanları da ortadan kalkar. Birbiriyle konuşamayacak hale gelen toplumlar sonunda ya çatışır ya da ayrılırlar.

Milli bütünlük lafla olmaz, buna göre bir politika, buna göre bir strateji ve buna göre bir dil gerektirir. Böyle bir politika var mıdır, doğrusu emin değilim. Terör örgütünü defalarca ezmenize rağmen arkasındaki toplumsal taban olduğu gibi duruyorsa bu politikada bir eksiklik var demektir. Bazı partilerin Ankara ve İstanbul seçimlerine verdikleri önem kadar Güneydoğu'ya vermemeleri de bunun göstergesi değil mi?