DİLİ BİR, ÖZÜ TÜRKÇE…

Yine birileri gündemi kilitledi, maalesef bizde uymak zorunda kaldık…

Öncelikle bundan dolayı özür diliyorum…

Gündeme son dönemde popülist yaklaşımlarla öyle ustaca ve tuzak konular getiriliyor ki hayretler içerisinde seyrediyorum.

Konulara “Hayır!..” dediğinizde veya görüş bildirip yorum yaptığınızda ya dinden oluyorsunuz ya Türklükten…

Tam ustalık yani!..

Bugünlerde tartışılan konu “Osmanlıca(!)”…

Allah uzun ömürler versin, babaannem “Eski Türkçe” der, “Osmanlı Türkçesi”ne…

Bilenler bilir!.. “Osmanlıca diye bir dil yok…

Birileri halen daha “Hayır kardeşim, Osmanlıca bir dil dir” diye söyleyebilir…

Onlara “Bugün konuştuğumuz dil nedir peki?” veya “Türk coğrafyasında konuşulan dil nedir?” diye sormak gerek…

Bugünlerde “Osmanlıca(!)” denilen dili; “Kökü Türkçe olan, Arapça, Farsça ve imparatorluğun son dönemlerinde Fransızca ile harmanlanan, Arap harfleri ile yazılmış Osmanlı Türkçesi” diye adlandırabiliriz.

Bazıları, Osmanlı döneminin saray dilini “Osmanlıca”, halk dilini “Osmanlı Türkçesi” olarak da tanımlayabiliyor.

“Dönemin Padişahları, sarayında konuştuğu dili “Osmanlıca” olarak mı tanımlıyordu? Onu da bilemiyoruz!..”

Yani Osmanlı Türkçesi ile yazılan yazıları ve “dedelerimizin mezar taşlarını” okumak için lisedeki öğrencilere öğretilmesi belki doğrudur, tartışılabilir ama zorunlu olarak öğretilmesi kesinlikle yanlıştır.

Sosyal Bilimler Lisesinde zaten zorunlu ders, buna da kimse bir şey diyemez…

Eeee!.. Üniversitelerin ilgili bölümlerinde zaten okutulması gereken bir ders…

Zaten varken, herkese “zorunlu” yapmak ilginç…

Velev ki (!) ; dedelerimizin mezar taşlarını okuyamamamız Osmanlı Türkçesi bilmediğimizden değil, Arap alfabesi bilmediğimizdendir…

Bu tartışmada bir noktaya götürmek açısından da konuşulan dili, kelimeleri anlamlarını ve alfabeyi birbirinden ayrıştırarak değerlendirmekte fayda var…

Mesele ; Arapça alfabe ile, Osmanlı Türkçesi içerisinde bulunan ve son dönemde Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca, Rumca… diye dilden atılıp unutturulan eski kelimelerin öğretilip öğretilmeyeceği konusudur.

Şunu da unutmamak gerekir ki; “ Türkçe, Avrupa’nın ortalarından, Balkanlardan, Sibirya’ya kadar oradan Çin sınırına, Pakistan’a kadar halen konuşulup anlaşabilen, yaşayan ve yaşayacak bir dildir.

Esas olan bugün kullandığımız Türkçeyi korumak, yaban kökenli sözcüklerin Türkçe karşılıklarını bulmak, kullanmak ve kullandırtmaktır.

***

İşi, “dedelerimizin Osmanlıca(!) mezar taşlarını okumaktan, atalarımızın Göktürkçe kitabelerini okumaya getirirsek”…

Birisi de çıkar “Ata’nı nasihatını anlamazken, dedenin mezar taşını okumuşsun neye yarar?” der!.. Orada kalıverirsiniz…

***

1400 yıllık Göktürkçe bir şiir;

Boz bulıt yorudı, ( Boz bulut yürüdü, )
Boyun üze yagdi, ( Boyların üzerine yağdı, )
Kara bulıt yorudı, (Karabulut yürüdü, )
Kamıg üze yağdı… (Her şeyin üzerine yağdı… )

(Kamıg = kamu = her şey)

100 yıllık Osmanlı Türkçesi;

" Galat-ı meşhur fasih-i mehcurdan evladır. İhtişam-ı münazara olmaz fakat eldürah-ı hebala edilir"

***

Son olarak, “Dilde birlik” yerine, “Alfabede(!) birlik” kafasında olanlara bir sözüm var…

Gaspıralı İsmail, "Türk Dünyası"nın birliği için ne diyordu?

"Dilde, fikirde, işte birlik"

Alfabesi Latin olur, Arap olur, Kril olur, Çin olur, Göktürk olur...

Önemli olan; "Dili bir, özü Türkçe olsun"...

Hüseyin KURT