Yeniçağ’ın Hilmi Yücebaş, Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar adlı eserine dayandırarak paylaştığı bilgiler şöyle:

Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün neden bıldırcın eti yemediğini sofrasındakiler merak eder ve bir gün sorarlar:

"Bu bıldırcına karşı neyiniz var?"

"Efendim, birkaç sene evvel Karadeniz sahilinden bir vali,

bir kafe içeresine konmuş birkaç bıldırcın gönderdi

Dolmabahçe Sarayı’na.

Atatürk’e söylemişler, falan vali size bir kafes dolusu bıldırcın gönderdi size.

Atatürk’te merak etmiş aşağı inmiş.

Kafesi görmüş, bıldırcınlar mevsiminde gönderilmiş,

Kafesin kapısını böyle açmış,

bıldırcınlar hemen üşüşmüşler, kendisine sığınmışlar.

‘Bana sığınan hayvanı ben yer miyim?’ dedi.

Böyle ince duygulu bir adamdı kendisi."

Atatürk ve bıldırcınlarla ilgili iki farklı anlatım daha var.

BİR DAHA SOFRAMDA KUŞ YEMEĞİ İSTEMİYORUM

Florya Deniz Köşkü’nde, sofra kurulmuş, konuklar yerlerini almışlardı.

O akşamın başyemeği bıldırcın kızartmasıydı.

Çok da güzel kızartılmış ve servis yapılmıştı.

Bunlar o gün köşke getirilen ve kesilen bıldırcınlardı.

O gün Salih Bozok’un da neşesi yerindeydi,

kesilmelerinden önce bıldırcınlardan bir tanesi alıkoyup saklamıştı.

Akşam yemekte, cebinde sakladığı bu hayvanı çıkarıp salarak

Atatürk’ü neşelendirmeyi düşünmüştü.

Öyle de yaptı.

Işıklar altında kalabalıktan ürken hayvancağızın uçacak hali yoktu,

sofradaki tabakların üzerinden seke seke birkaç adım atabilecek hali de.

Şimdi de bıldırcın, Atatürk’ün tabağının yanında kalmıştı.

Atatürk’ün yüz çizgileri derinleşerek, kaşları çatıldı ve

yüzünü kara bir hüzün bulutu kapladı.

Bıldırcını eline alarak, tüylerini okşadı ve sert bir sesle:

“Kaldırın bu servisleri. Bir daha da soframda kuş yemeği istemiyorum!”

Hizmetkârlar koşarak tabakları kaldırdılar.

Doğrusu, Salih Bozok, Atatürk’ün bu şakadan hiç ama hiç hoşlanmayacağını bilmeliydi.

Gerçekten de hayvanları o denli seven,

Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarında bile Çankaya’da kaz ve tavuk besleyen,

atlarının ölümüne gözyaşı döken, kurban kesilmesine dayanamayan

Atatürk’ün, o bıldırcın, tabağının ucunda öylesine çaresiz durup dururken bıldırcın eti yiyemeyeceğini düşünmeliydi.

ŞİLE GEZİSİNDE BILDIRCINLAR

Sabiha Gökçen bıldırcın yavruları ile ilgili bir öyküyü şöyle aktarıyor:

"Şile’ye Eylül 1932’de bir gezinti yapılmıştı.

O yıl bıldırcın mevsimi eylül olduğundan köylüler Şile’de kendisine kafeslerle bıldırcın armağan ettiler.

Akşam Dolmabahçe Sarayı’na dönünce:

‘Köylülerin verdiği bıldırcınları getirin’ dedi.

Bıldırcınlar kafeslerde geldi.

Daha ilk kafesin kapağı açılır açılmaz iki bıldırcın hızla fırladı ve

havada bir daire çizerek uçtuktan sonra Atatürk’ün tabağının kenarına inerek boyunlarını eğmiş, durdular.

Atatürk birden: ‘Bu iki bıldırcın kesilmeyecek!’ dedi, ardından da devam etti:

‘Bütün bıldırcınlar kesilmesin, hepsine iyi bakılsın.’

Ertesi akşam o iki bıldırcın gene sofraya getirildi.

Kafes açılınca gene birer daire çizip Atatürk’ün tabağının yanına kondular.

O zaman Atatürk’ün gözleri nemlendi:

‘Bu bıldırcınlar Çankaya’nın kuşları olarak muhafaza edilsin’ dedi.”

Sabiha Gökçen şöyle diyor:

“O tarihten sonra da ben şahsen Atatürk’ün bir daha bıldırcın yediğini görmedim.”

Editör: Gökçe Sevim