Mevlüt Uyanık kafkassam.com’da yayınlanan Atatürk’ün Türk Dünyasına dair stratejik öngörüsü olarak “Uzak Türk Kuşağı” başlığı ile yayınlanan yazısında “Atatürk’ün bakış açısına göre, Türk milletinin bütünlüğü ve varlığının korunabilmesi için Türk dünyası ile sürekli temas ve iş birliği içinde olunması gerekmektedir. Bu bağlamda ortak payda olan milli kültür, milli tarih ve dil konularında ortak çalışmalar yürütülmelidir. Bu sayede milli şuur sağlanacak, dil ve kültür birliğinin sağlanması ile Atatürk’ün özellikle istediği ‘Alfabe birliği” ile Türkiye Türklerinin liderliğinde Türkçenin dünya Türklüğünün konuştuğu dil ve birleştirici etken olmasını istiyordu.” Açıklamasında bulundu.

MİSAK-I MİLLİ SINIRLARI DIŞINDA YAŞAYAN TÜRKLERİ HER ZAMAN ÖN PLANDA TUTMUŞTUR!

“Bilhassa misakı milli sınırları dışında yaşayan Türkleri her zaman ön planda tutmuş, dış politika yapımında Türk dünyasına önemli bir rol biçmiştir. “Atatürk’ün Türk dünyası ile ilgili bu anlayışı Türk Avrasyacılığının oluşumunda temel teşkil ederken o tarihten bugüne Türk dış politikasına yön vermiştir. “Uzak Türk Kuşağı” düşüncesi Atatürk’ün Türk dünyasına dönük önemli bir stratejik öngörüdür. Bu kuşağın içinde Türkiye’nin bugünde etki ve ilgi sahaları olan Kafkasya, Karadeniz Havzası, Hazar Havzası ve Orta Asya coğrafyaları yer almaktadır.”

Mevlüt Uyanık’ın yazısının ilgili bölümü şöyle:

“Türk Avrasyacılığı ve “Uzak Türk Kuşağı” Projesi

1933 yılında, Mustafa Kemal Atatürk’ün Anadolu Türklüğü ile Türk dünyasının manevî/kültürel köprülerinin nasıl kurulması gerektiğini belirtilmesi günümüze ışık tutacaktır. Çünkü bir gün SSCB’nin Osmanlı ve Avusturya-Macaristan gibi parçalanma ihtimaline karşı değişecek dünya dengelerine hazırlıklı olmayı önermiştir. SSCB idaresinde, dili bir, özü bir kardeşlerimize sahip çıkmaya hazır olmamız gerektiğini belirtir.

Bu hazırlanmasının “manevî köprülerini sağlam tutmak” olacağını şöyle söyler: “Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların, yani dış Türklerin bize yaklaşmasını bekleyemeyiz, bizim onlara yaklaşmamız gerekli.”

“Atatürk’ün bakış açısına göre, Türk milletinin bütünlüğü ve varlığının korunabilmesi için Türk dünyası ile sürekli temas ve iş birliği içinde olunması gerekmektedir. Bu bağlamda ortak payda olan milli kültür, milli tarih ve dil konularında ortak çalışmalar yürütülmelidir. Bu sayede milli şuur sağlanacak, dil ve kültür birliğinin sağlanması ile Atatürk’ün özellikle istediği ‘Alfabe birliği” ile Türkiye Türklerinin liderliğinde Türkçenin dünya Türklüğünün konuştuğu dil ve birleştirici etken olmasını istiyordu.

Bu bağlamda Atatürk’ün Türklük adına düşünceleri sadece Türkiye Türklerini değil; Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar olan bütün Türk topluluklarını ilgilendirdiği anlaşılmaktadır. Bilhassa misakı milli sınırları dışında yaşayan Türkleri her zaman ön planda tutmuş, dış politika yapımında Türk dünyasına önemli bir rol biçmiştir. “Atatürk’ün Türk dünyası ile ilgili bu anlayışı Türk Avrasyacılığının oluşumunda temel teşkil ederken o tarihten bugüne Türk dış politikasına yön vermiştir. “Uzak Türk Kuşağı” düşüncesi Atatürk’ün Türk dünyasına dönük önemli bir stratejik öngörüdür. Bu kuşağın içinde Türkiye’nin bugünde etki ve ilgi sahaları olan Kafkasya, Karadeniz Havzası, Hazar Havzası ve Orta Asya coğrafyaları yer almaktadır.

• Balkan Paktı ve “Ön Asya Birliği” Olarak Sadabat Paktı

Atatürk bu düşünceden hareketle Cenevre’de 4 Şubat 1934 tarihinde parafe edilen ve Ek Protokolü 9 Şubat 1934 tarihinde Atina’da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanan Balkan Antantı/Paktı ile Balkanlar’ı ele geçirmek isteyen İtalya ve Almanya tehlikesi karşısında birliktelik oluşturmaya çalıştılar. Yine 2 Ekim 1935’te Cenevre’de Türkiye, İran ve Irak arasında üçlü bir antlaşma parafe edildi, Afganistan bir süre sonra katıldı. Irak-İran sınır antlaşmazlığının çözümlenmesi (Şatt’ül-Arab uyuşmazlığı), Türkiye ile İran arasında dostluk çerçevesi içinde sınır sorunu dâhil her alanı düzenleyen antlaşmaların akdi; 8 Temmuz 1937 tarihli Sadabad Paktı’nın imzalanmasına imkân vermiştir. Taraflar; antlaşmada genel olarak birbirlerinin iç işlerine karışmayacaklarını, ortak çıkarlarını ilgilendiren hususlarda birbirlerine danışacaklarını, birbirlerine karşı saldırıda bulunmayacaklarını ve sınırlarının korunmasına saygı göstereceklerini taahhüt etmişlerdir.

Bu günümüzde ülkemizde PKK, İran’da PJAK, Irak’ta Tavgari Azadi, Suriye’de PKK/YPG diye bilinen ayrılıkçı Kürt örgütlerine olan mücadele 7. Maddeyle belirlenmesidir. Sadabat Paktı; 1979’da İran’daki İslami rejim, paktı feshettiğini imâ edene kadar hukukî varlığını sürdürmüş ama 7. Madde hala korunuyor gözükmektedir, çünkü anlaşmaya imza koyan taraflardan her biri, kendi sınırları içinde diğer imza atan tarafların kurumlarını yıkmak, düzen ve güvenliğini sarsmak veya politik rejimini bozmak amacıyla silahlı çeteler, birlikler veya örgütlerin kurulmasını ve eyleme geçmelerini engellemeyi yükümlenir.

Bu iki pakt ile Balkanlardan Ortadoğu ve Orta Asya uzanan bir güvenlik şemsiyesi oluşması hedeflenmiştir. Bu bağlamda Atatürk’ün Türk Avrasyacılığı stratejileri kapsamında “Türk Kuşağı” politikasını Avrasya coğrafyası üzerine yansıtmaya çalıştığı söylenebilir. Sadabat Paktında Türkiye, İran ve Suriye Ön Asya ülkelerinin bir araya gelmesiyle bir “Ön Asya Birliği” görülmektedir. Osmanlı devletinin hakimiyetinde olan toprakların yanı sıra bir Selçuklu İmparatorluğu ülkesi olan İran da akta dahil edilerek, Türk dünyası ile Avrasya coğrafyasını kapsayacak bir bölgeselleşme projesi başlattığı anlaşılmaktadır. Diğer yandan Avrasya’nın güney hattının anahtar ülkesi Afganistan’ın Paktın içinde yer alması da Türkiye merkezli bir Avrasyacılık anlayışının temelini oluşturduğu söylenebilir.

Özetleyecek olursak, bu uzak görülüğün önemini anlamak için 1997 yılında ABD Başkanı Clinton’un “21. yüzyılda ABD’nin stratejik hedefleri” olarak Avrasya bölgesinde bir stratejik bloğun kurulmasına engel olmak şeklinde” açıklamasını hatırlamak gerekir.”

Editör: Habererk Haber Merkezi