Son 6-7 yılda yaşananlar Türk toplumunu çok yordu. Evde, işte, çarşıda pzarda etrafına mutlu ve yarına umutvar bakan gözler göremiyorsunuz. İnsanlarımız öfkeli, korkmuş, bedbin ve yılgın vaziyette… Adeta gel-gitler ülkesine döndük; duygularımızın sağlıklı izahı kalmadı.

Türkiye her şeyi ile ifrat ve tefrit halindedir. Deprem felaketi sonrası canhıraş yardım gayreti bir tarafta iken… Bir tarafta felakete karşı uyumuş halimiz ve artık birbirine güvenmeyen, her şeyi (politik, maddi) fırsata çeviren vurguncu bir ahlaksızlıkla boğuluyoruz.

Açıktır ki el hâsılı bütün ayarlarımız maalesef bozulmuş durumdadır. Gerek salgın hastalık süreci gerek ekonomik kriz ve en son yaşadığımız 6 Şubat Depremi ile Türk toplumu bu yükü kaldıramıyor. Ne diyeyim! Devlet Bahçeli’nin dediği gibi ruh sağlığımızdan şüphe eder hale getirildik. Getirildik de bunda en büyük pay, maalesef siyaset kurumunun bizatihi kendisidir. Sn. Bahçeli bunu da görüyor mu?!.

15 Temmuz öncesi ve sonrası yaşananlar sosyal ve kamusal yapımızda bizi şaşkına çevirirken yeni siyasi mevzilenmeler toplumu karpuz gibi ikiye böldü ve bizleri bir savrulmaya maruz bıraktı. Bu öyle bir savrulma ki her şey her vaziyet politikleşti ve adeta gösteri toplumunun nesnesi haline dönüştürüldük. Örneğin Cumhurbaşkanının ortaya koyduğu (ekonomik) kararlardaki isabetsizlik açıktır ve fakat hâlen TV ekranlarında bu kararları savunmaya çalışanları hayretle izliyoruz. Ya da ilan tahtalarına adını yazdırıp deprem için “geçmiş olsun Türkiyem” yazılı afiş asan belediye başkanlarından afet bölgesine gönderdiği temizlik görevlisini sosyal medyada faş eden büyükşehir belediye başkanlarına kadar akla ziyan bir vaziyetteyiz.

Siyaset ve en başta iktidar, Türk toplumunu fazlaca yordu ve yıprattı… Bugün ülkeden (her neresi olursa olsun) yurt dışına gitmek isteyen (özellikle) genç ve meslek sahibi yığınlar var. Örneğin her doktorumuzun aklına şayet “Almanya’ya gitsem…” düşüncesi geliyor ise bu kimin ayıbıdır?

“İktidar” dediğimiz haz ve erke teşmil konfor sahası hem zehirleniyor hem zehirliyor… Bizim gibi “devlet”e kutsiyet atfeden toplumlarda ise en talihsizi yine devletin hükümetleşmesidir, partileşmesidir. Çünkü kurumlar hızla politikleşirken inandırıcılığı ve güveni hızla yerle bir ediliyor: Alın size Kızılay örneği… Kurumları politikleştirmeye ve yıpratmaya kimin hakkı var? Bugün AFAD’ın başındaki ismin liyakati sorgulanıyorsa; ancak oturup derin derin düşünmek icap eder.

“Devlet” dediğimiz nedir? Öngörebilir olan, planlı, olası ve cari sorunlara tespitle zamanlında çare uyduran en büyük mekanizma devlet değil de nedir?

Şimdi:

Bu binaların çürük olduğunu bilmiyor muydunuz?

Şehirlerin bozulduğunu, kentleşmenin çarpık, sağlıksız bir vaziyet aldığını bilmiyor muydunuz?

Toprağın ve konut edinmenin barınma hakkından çok, ranta tevil edildiğini bilmiyor muydunuz?

Belediyelerin çay çorba dağıtmaktan başka bir işe yaramadığını, vermekten çok almak düzenine indirgenmiş bir karadelik haline geldiklerini bilmiyor mydunuz?

Ne sağlıklı düşünebiliyor ne sağlıklı konuşup, tartışabiliyoruz…

1999’da bu ülke deprem felaketini yaşamıştı… Şimdi bırakın İstanbul gibi koca bir kenti, 24 sene boyunca Anadolu’da bile hiçbir yapısal tedbir alamadığımızın kahredici ve ölümcül gerçeği ile karşı karşıya kaldık! Söylenen onca yatırım (yol, köprü, havalimanı vs.) yiten on binlerce can ve yerle yeksan olmuş şehirlerimizi görünce ne anlam ve öncelik ifade eder ki?.. Bizler “insanı yaşat ki devlet yaşasın” deriz; fakat insanımızı yaşatamıyoruz! Maraş Depremi’ni görünce bana her şey sathi, içi boş ve yalan geliyor! Enkazla birlikte bütün umutlar, yaşam sevgimiz toprağa karışıyor. Keşke titreyip, dönmemiz gereken yere (akla, ilme ve sorumluluğa) hızla dönebilsek!

Şimdi kime hesap soralım!

Bunca yaşadıklarımızın sorumlusu kimdir; belediye şirket işçileri mi? Naci Görür ya da Fatih Altaylı mı? Depreme yakın (örneğin Kayseri, Mersin) gibi illerde kiraları %100 artıran zihniyet ve vurgunculuk Ahbap Derneği midir? Yoğun Suriyeli göçü ile konut fiyatları evvelen yükselmeye başlamış ve ekonomik krizle hepten zıvanadan çıkmıştı. Şimdi kiraları deprem rantına dönüştürmeyi bile becerdik; aferin bize!.. 8500 lira asgari ücret bir yerde; bir yerde 4500 TL’den başlayan ve 8 ila 10 bin lira bandına oturan ev kiraları… Gel de bu ülkede mutlu insan ara, haydi!..

Bugün bedbinler kafilesiyiz, korku toplumuyuz. Sonunda başardılar… Güzel Ülkemde eleştiri hakkını kullanmak açıkça bir cesaret işidir; çünkü basın özgürlüğü, sivil inisiyatif ile ifade ve eleştiri hakkı yoğun baskı altındadır. Siyasilerin dili o kadar sert ve ötekileştirici ki akla zarar. Bu sebepten siyaset ( ne iktidar ne muhalefet) umut vermemektedir.

Karşımızdaki manzara karşısında öncelikli bir ricam var;

Ey siyaset edenler (veya ettiğini sananlar) siyaseti ve bizi kendi halimize bırakın. Bırakın da sonra belki yolumuzu düzer, bir hal çaresine koyarız. Fakat önce yakamızı ve ülkeyi bırakın! Milletvekilleri, belediye başkanları, bakanlar ve iktidar; ilişmeyin artık bize! Göz boyayan, ardımızı elleyip bizi enayi yerine koyan politikacılar çekin gidin! Acımızı hazmedelim, neye ihtiyacımız var bilelim ve yeniden Cumhuriyetimizi tamir edelim. Allahınız varsa bırakın peşimizi… İnanın siz olmazsanız bu ülke çok daha huzurlu olurdu…