Beyaz cam, haber alma yada bir eğlence aracı olmaktan çıkalı hayli zaman oldu. Çocukluğumuzun akşam 8’de haberle yayına başlayıp bir film ve bir konserle yayınını bitiren televizyonu yok artık.

Teknolojiyle birlikte önce yayın saatleri çoğaldı, sonra kanal sayısı.

Geleneğin yetiştirdiği ben gibileri TRT 1’de yayınlanan ve neredeyse her biri iki saat süren ve devletluların bizi daha medeni kılmak için mecbur ettiği o çok gürültülü Pazar Konserlerinden kurtardı diye TRT 2’yi nasıl heyecanla karşıladığımı anlatamam.

Köprünün altından çok sular geçti ama.

Sunucusunun bildirme cümleleriyle sadece haber okuyup, haberi kendi siyasi görüşü üzerinden eğip bükmediği o dünya yok artık.

Doğrusunu isterseniz artık haber de yok.

Parti bültenleri var.

Aynı haberi iki ayrı kanalda, iki değişik yorumla izliyorsunuz.

Biri “Akaryakıta on üç kuruş zam geldi.” diyor.

Zam kelimesi ürkütücü kıt kanaat geçinen insanlar için.

İçinizden: “Aha, yine yan bastık!” diye üzüleceğiniz sırada diğer kanalı zaplıyorsunuz.

Diğeri “Akaryakıt fiyatları güncellendi.” diye veriyor haberi.

Çok şükür, diyorsunuz, çok şükür. Akaryakıt on üç kuruş artmış ama zam değil, şükür. Sadece güncelleme(!)

Tuhaf bir mutluluk hissi bu…

“Ege Denizindeki 18 ada ve kayalığımıza Yunanlılar çıkartma yapıp bayrak dikti!” diye öfkeli bir sesle haber okuyor muhalif kanalın sunucusu, Yunan bayraklarının ada olduğu belli bir yerde göndere çekilirkenki fotoğrafları eşliğinde.

Kardak Krizi geliyor aklınıza.

Zodyaklarla adaya çıkan SAS ve SAT komandoları…

Savaş sebebidir, diye açıklama yapan hükümet sözcüsü…

Kürsüden, Kardak ya alınacak, ya alınacak diye kükreyen sabık Başbakan Tansu Çiller.

Un, pirinç, yağ, şeker gibi hayati malzemeleri stoklasam mı ki diye düşünüyorsunuz.

Yarın Başbakan çıkıp harp ilan eder mi eder.

Etse haksız mı?

Değil.

Kayalık da olsa vatan toprağı haddi zatında.

Ama işte un, yağ, şeker…

Stoklamak lazım.

Yarın ilk iş… demeye kalmıyor diğer kanalda Yunan başbakanı ile Cumhurbaşkanımızı aynı karede, mütebessim mütebessim otururken izliyorsunuz.

Ne Yunan’ın suratı asık ne de Cumhurbaşkanımızın kaşları çatık…

Hem daha Kudüs meselesi var halledilecek, adaların sırası mı?

Ülkü Ocakları Genel Başkanı bile “Kudüs için şehit olmaya hazırız!” dedi.

Adalardan bir tek kelam etmedi.

Demek ki büyütülecek bir mevzu değil.

Un, yağ, şeker stoklamaktan kurtuldunuz.

Bir oh çekiyorsunuz siz, al yuvarlarınız halaya kalkıyor.

Toplu görüşmelerde hayal kırıklığı altyazısıyla okunuyor haber.

“Yetkili konfederasyon yarım puana razı olarak memuru sattı! Mademki Türkiye büyüyor, biz de büyümeden payımıza düşeni istiyoruz. Yarım puana razı olmayız. %16 zam istiyoruz!” diye öyle bir gürlüyor ki Kamu – Sen Başkanı İsmail KONCUK, öfkesinin şiddetinden, zor zahmet arkaya yatırdığı saç telleri havalanıyor.

Bu zam, diğeri gibi değil.

Bu hem cebinizi hem içinizi ısıtan cinsten…

Hadi inşallah demeye kalmadan, iktidara yakın kanalda yetkili sendika ile ilgili bakanın mutlu mesut 3,5’luk zamma imza attığını görüyorsunuz. Bağlı sendikaların başkanları “ Oğlan bizim kız bizim” türküsüne zılgıtlar karıştırıp halay çekiyorlar arka fonda.

Nihat Hatipoğlu Hocaefendi’nin peygamberin nasıl fakir bir hayat sürdüğünü ve fakrımıza şükretmemiz gerektiğini anlatan vaazı geliyor aklınıza.

Hocaefendinin ne kazandığını düşünerek fitne çıkarmak istese de aklınız,

“İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez

Zira, bu terazi o kadar sıkleti çekmez” diyen şaire uyup düşünceyi kovuyorsunuz kafanızdan.

Peygamber iki hurma ile oruç açardı, cümlesi ile mutmain oluyorsunuz.

Bir tebessüm kaplıyor bütün çehrenizi.

Hiç yoktan yarım da iyidir canım diyorsunuz.

Mutlu oluyorsunuz.

Küçük bir köyde öğretmensiniz.

Muhtar: “Ekmek, katık neyse de tütün stokla muallim. Karın eli kulağında. Üç beş ay kapanırsa yollar cigarasız kalırsın. Köylü ekmek verir ama tütün vermez habarın olsun” diye uyarıyor.

Hangi çağdayız muhtar.

Ne demek üç beş ay yolların kapanması…

Hani dünya bizim gelişmemizi çekemiyordu.

Kara yolları ne iş yapar, diyesiniz var ama diyemiyorsunuz.

Zira muhtar içinizden geçenleri kulağı ile duyup filan milletvekilinin kardeşi olan il müdürüne anlatırsa babalara geldiğinizin resmidir.

Tamam, manasına başınızı sallayıp iki göz odalı lojmana giriyorsunuz.

Tiryaki adamım ben, sigarasız kalırsam ne yaparım, demeye kalmadan üçüncü köprünün açılış haberi geliyor ekrana.

Hay maşallah, köprünün büyüklüğüne bak sevincinize bir dal sigaranın dumanı eşlik ediyor.

Biterse bitsin, ben de sigarayı bırakırım belki bu sayede deyip, Polyanna’yı çatır çatır çatlatıyorsunuz.

Haber seyretmek canınızı sıkıyor.

Allah’tan şu üçüncü kanal var.

Müjdeli haberi veriyor Acun.

Nihat Doğan katılacak Survivor’a.

Şu yalan dünyada nihayet yüzünüzü güldüren bir şey oluyor.

Mutluluktan çığlık atasınız var.

Sesiniz karşı kıyıdan duyulsun istiyorsunuz:

“Burası Survivor beyler! Burda her şey gerçek!”