Büyük savaşlar, çarpışmalar ve mücadeleler sonrası iki tarafın da kayıpları olur; iki taraf da kayıplarına üzülürken, meydan çakallar ve akbabalar için bayram yeridir...

Akbabalar en büyük kuş türlerinden biridir; hele kanadını bir açarsa dev olur. Leş yiyici olarak bilinse de canlı avı bulursa "yemem" demez. Çakal ise argoda "uyanık, kurnaz, üç kâğıtçı , hain, fırsatçı..." gibi anlamlara gelir. Karanlığı sever, uzun kuyruğu vardır; sürü halinde dolaşır. Akbaba ile çakalın ortak yönü ise leş yiyici olmalarıdır. Ayrıca iki leş yiyici de büyük avcıların peşinden gidip artıkları yerler.

Günümüz "milliyetçi" camiada önceki yazımda belirttiğim gruplaşma, fikirsel çatışma, ayrılık, farklı görüş ve yaklaşımların suiistimali sonucu kayıplar meydana gelir. Bunun sonucu olarak da milliyetçi siyasal, sosyal kurum ve kuruluşlarda çakallara ve akbabalara bir nevi fırsat doğar. Bu samimi çatışma veya münazaralardan kalan er meydanına, ellerini ovuşturarak alçalan akbabalar ile çalıların arkasında olan biteni izleyen çakallar yaklaşmaya başlamışlardır. Ortalık toz duman olduğu için at izi, it izine karışmış; bu çakal ve akbabaları ayırt edecek izan, şuur taraflarda kalmadığı için birçok samimi insan yitip giderken, birçok akbaba ve çakal camiada yer yurt edinmiştir. Çünkü bu akbabaların kimi kanatlarını açarak kendilerini büyük göstermiş, çakallar ise büyük avcıların artıkları için peşlerinde giderken yol yordamı da öğrenmiş ve biraz gayretle şişinerek, hafif puslu veya toz dumanda uzaktan bozkurt da zannedilmişlerdir.
Bunların haricinde mikro milliyetçilik, hemşehricilik gibi Türk Milliyetçilerine zarar veren müzmin hastalıklar da göz ardı edilmemelidir. Çünkü bu sığ bakış açısıyla gelinebilecek nokta dava adamlığı değil, adamın adamı olma yanlışıdır. Bu sivil toplum örgütleri için olduğu gibi siyasi kuruluşlar için de geçerlidir. Çakalların ve akbabaların değirmenine su taşımamak için ülkü yolunda mikro milliyetçi ve köy dernekçiliği bakış açısından kurtulmamız gerekir.

Bu dönemler iyi tahlil edilmediği sürece, içme suyuna karışan veya tertemiz bir göle akan lağım suyu gibi bu akbaba ve çakallar da camiaya taşıdıkları mikro milliyetçi, mezhepçi, adamcılık mikrobunu her yere bulaştırıp bünyeyi iyice hasta edebilir. İçteki fikirsel çatışma ve ayrılıklar gribal enfeksiyon veya olsa olsa tedavisi erken müdahale ile mümkün kalp spazmı olarak nitelendirilirse; bu lağım suyu karışması, mikro milliyetçi bakış açısı, hemşehricilik, mezhepçilik yoluyla akbaba ve çakal müdahalesinin camiayı getireceği nokta ise, Allah korusun, kanserdir. Bu toz duman arasında camiada kendine yer edinen bir kısım çakal ve akbabalar yıllarca habis bir ur gibi sinsice büyüyecek ve gün geldiğinde de bünyeyi tamamen saracaklar, amansız bir hastalık gibi camiayı mahvedeceklerdir.

Bu yazıdaki kaygımız salt partici anlayışla değerlendirilirse hiç anlaşılmamış demektir. Endişemiz, bu toz duman ortamında milliyetçi kurum, kuruluş, parti, sendika, dernek, vakıf, platform ve benzeri ortamlarda yer yurt edinen akbaba ve çakalların fark edilmesi için bir gayret olarak görülmelidir. Günümüz teknolojisinde birçok telefonda parmak izi, retina taraması dahi bulunurken, bu çakal ve akbabaların teknolojik gelişmişlikte fark edilmemesi mümkün değildir. Hatta fark edilmemesi gaflet, delalet ve hatta hıyanete kapı aralamaktır.
Aynı dava yolunda, farklı düşünmekten, farklı fikirlerden, farklı yaklaşımlardan, dobra dobra konuşandan rahatsız olmak yerine bu zenginliği fırsata çevirmek , sinsice çalıların arkasında bekleyenleri, gökyüzünden fitne, savaş, çatışma kollayarak fırsatı bulduğunda aşağıya akbaba gibi süzülenleri takip etmek, ayırt etmek, daha mühim olsa gerek.

Sonuç olarak Türk Milliyetçiliği kutsal bir ülküdür. Türk milliyetçileri tarihin en zor dönemlerinde dahi "Yezid ile su içmektense, Hüseyin ile ölmek güzeldir." duruşunu korumuş ve korumalıdır.