Doğu Türkistan’daki kan kardeşlerimiz yıllardır zulüm ve ölümün pençesinde, Çin yönetiminin gaddarca politikalarına karşılık direnmeye devam ediyor. Zaman zaman dünyada Çin’i kınayan hareketler görülse de maalesef ne Türkiye ne de diğer ülkeler hatırı sayılır somut adımlar atamadı.

Peki bu bölge Çin için neden bu kadar önemli? Çin tüm dünyayı karşısına alma pahasına neden bu bölgedeki kan kardeşlerimize eziyet etmeye devam ediyor? İbrahim Okur, bursaarena’daki köşe yazısında bu sorulara teferruatıyla yanıt veriyor. İşte o yazının tamamı:

"Uygur Türklerinin manevi başkenti Kaşgar’dır. Burada nüfusun yüzde 90’dan fazlası Türk soyludur. Han Çinli sayısı yüzde 2’den bile azdır. Hollandalı Çin uzmanı Kemenade, gidip gördüğü Kaşgar’ı şöyle anlatıyor. “Kaşgar, uçaklarla, Afganistan ve Pakistan dahil, her yerden gelen Japon elektronik aletlerden develere kadar her şeyin satıldığı büyük bir pazar yeri ve döviz karaborsasıdır. Çarşıda, bir sokakta sadece kürk şapka, bir başka sokakta baharat ve bir başkasında tütün satılmaktadır. Osmanlı sikkeleri, çarlık dönemi rubleleri, komşu emirliklerin ve hanlıkların paraları, her şey satılıktır..”

1944’de, bağımsız Doğu Türkistan Cumhuriyeti kurulmuştu. Fakat 1949’da Çin Halk Kurtuluş Ordusu bölgeyi işgal ederek Çin’e bağladı. Fakat Sovyetler’le arayı fazla bozmamak için tam hâkimiyet kuramadı. 1953’de Stalin’in ölümünden sonra amacını gerçekleştirdi ve 1955’de Sincan-Uygur Özerk Bölgesi adı altında, özerklik kisvesiyle merkezi yönetim altına aldı.

Büyük Atılım döneminde, Mao’nun bizzat neden olduğu ağır yönetim hataları dolayısıyla baş gösteren kronik açlık yüzünden- Doğu Türkistan’ın tarım ürünleri Pekin’e taşındığı için-, 80 bin kadar Kazak ve Uygur Türk’ü Sovyet Kazakistan’ına geçmek zorunda kaldı (1962).

Kültür Devrimi döneminde Konfüçyüsçüler gibi, Müslümanlar da çok ağır baskı altına alındı. Tek bir cami açık bırakılarak (Kaşgar’daki Appak Hoca Camisi) bütün camiler kapatıldı. Birçoğu ise yıkıldı. Müslümanlar domuz yetiştirmeye zorlandı. Yaşlı Müslümanlar boyunlarına domuz kafaları asılarak sokaklarda dolaştırıldı.

Taklamakan çölündeki eski bir tuz gölü olan Lop Nor’un nükleer denemeler için merkez olarak seçilmiş olması da (ilk deneme 1964’de yapıldı) Çinlilerle Türk soylular arasındaki gerginliği iyice tırmandırdı. Çin yönetimi atom bombasından bin kat daha etkili olan ilk hidrojen bombası denemesini de 17 Haziran 1967’de Lop Nor’da yaptı. Söz konusu denemeler, gerginlikleri iyice tırmandırdı. Baskı da arttı, tepki de arttı. 1964’den 1996’ya kadar Çin, burada birbiri peşi sıra 46 nükleer deneme daha yaptı.

Doğu Türkistan, Çin için son derecede önemli bir bölgedir. Çin’de 148 çeşit maden çıkar. Bunların 118 çeşidi Doğu Türkistan topraklarındadır. Günümüzde, Çin’deki maden ocaklarının yüzde 85’i Doğu Türkistan’dadır. Taklamakan, Doğu Türkistan’ın üçte biridir ve çöldür ama birkaç metre derinlikte, çölü kuşatan yüce dağlardan gelen taban suyu tabakası vardır. Kavak Ülkesi anlamına gelen Taklamakan, dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahiptir. Çöldür ama Çinliler orayı “Umut Denizi” olarak adlandırmıştır. Çölün 13 bölgesinde yapılan çalışmalar, 10,7 milyar ton petrol ve 220 milyar m.küp doğalgaz bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Doğu Türkistan kömür madeni rezervi de 2 trilyon tondur. Üstelik söz konusu kömürün ısı değeri de çok yüksektir. Çin’in en zengin bakır yatakları da Doğu Türkistan’dadır. Kömür yanında, uranyum, demir, bakır, platin ve altın madenleri işletilmektedir. Günümüzde Çin’de 20 bin kişi petrol aramakla görevlidir. Maden araştırmalarının çoğu, Taklamakan çölünü çevreleyen yüce dağlarda sürdürülmektedir. Stratejik madenler, petrol ve doğalgaz bakımından Çin’in geleceğini yakından ilgilendiren en önemli bölge Doğu Türkistan’dır.

Doğu Türkistan’ın Çin’e yolladığı ürünlerin fiyatları -tarım ve hayvancılık ürünü ya da maden cevheri- “mantık dışı derecede düşüktür”. Doğu Türkistan, merkezi Çin hükümeti tarafından en beter sömürgeci mantığı ile yönetilmektedir; hem bölgenin kaynaklarını aşırmakta hem de bölgenin kalkınmaması için ne mümkünse yapmaktadır.

ABD’nin dünyanın her yanında ve bilhassa en çirkin örnekleri sergilediği Orta Doğu’da, “hem kundakçı hem itfaiyeci” siyasetiyle, vitrinde dünyayı terörden temizlemek, uygarlaştırmak, yeni dünya düzeni, insanlığın bekası gibi süslü söylemlere yaslanarak, tezgâh arkasında sömürgeci emelini gerçekleştirmeye çalışması gibi; Çin de Doğu Türkistan’da dini fanatizmle mücadele, terör, ayrılıkçı eylemleri önleme gibi aklama araçlarını öne sürerek, Uygurları toplama kamplarına hapsediyor. Yaşlı başlı Müslüman din adamlarını, boyunlarına domuz kafası asıp şehirde dolaştırmak yüzünden düşmanca duyguları nasıl kalıcılaştırdığını hesap etmiyor ve Uygur Türkleriyle barışmak adına hiçbir girişimde bulunmuyor.

Doğu Türkistan’ın yeraltı servetleri göz göre göre elinden çekip alınıyor. Götürüldüğü yerde rüşvete ve yolsuzluğa dönüşüyor. Şanghay’ın çokuluslu bankaları söz konusu paraları off-shore’lara aktarıyor. Orada, şu veya bu biçimde, küresel finans çevrelerinin yeni ekonomik istilaları finanse etmesi için diledikleri yere likidite pompalanmasında kullanılıyor.

Neoliberalizm adı altında “yoksuldan çalan ve zengine veren” bir ekonomi düzeni gün geçtikçe pekişiyor.

Bu düzen daha ne kadar sürebilir? Doğu Türkistan ve esirleştirilmiş milletler bağımsızlığa nasıl kavuşabilir? Bu ideali kimler, nasıl gerçekleştirebilir?.. Bu soruların cevabını aramak ve geniş tabanlı bir aydın mutabakatı sağlamak umuduyla küresel ekonominin tomografisini çekmeye devam edeceğiz.

(*) "Hem Kundakçı Hem İtfaiyeci" sayfa: 383 ve 384

Editör: Gökçe Sevim