Aslında siyâsetin bozulan dili üzerine bir yazı yazmıştım. Seçme ve seçilme hakkının, hem de Hıdırellez’de münâfıklığa dayanması canımı sıkmıştı. Fakat buna en güzel muhâlefet, Hıdırellez yazısıyla olur diye vazgeçtim.

“Dışarıda gül üşümüyor” ifâdesi, “Hava nasıl?” sorusunun cevâbıdır, bizim köyde. Havaların ısındığını, Hızır günlerinin başladığını anlatır. İnsan, hayvan ve nebâtât için, soğuk endişesi bitmiştir.

Bir millet düşünün ki havayı çiçekle târif ediyor. Şu zarâfete bakar mısınız? Derece dediğin nedir ki gülün yanında. Eskiden İstanbul’da mart havası için “sünbülî hava” derlermiş. Dondurmayacak ama ısıtmayacak da. Çünkü sünbül, sıcağı sevmez.

Yine bir millet düşünün ki kız çocuklarına isim verirken çiçek adlarını, özellikle de gülü tercih ediyor. Hattâ isminde gül olmayan şâiri bile ismini gülle târif ediyor. Nâmık Kemâl‘e ismi sorulduğunda şöyle cevap vermiş:

Bir katre mâ düşünce gülün kalb-i pâkine

İsmim yazıldı her varak-ı tâb-nâkine

Osmanlıca bilmeyenler için açıklayayım. Gül kelimesi, kef ve lam; Kemâl kelimesi kef, mim, elif ve lam ile yazılır. Gülün ortasına, yânikef ve lam’ın arasına mâ girer.

Yukarıda bahsettiğim, “canlılar için endişenin kalkmasını”, halk takvimine göre açayım biraz.

Kış ile baharın en büyük savaşı Nevruz’dadır. Kış pâdişâhının ordusu bahar sultanın ordusuna yenilir ama meydanı da kolay kolay terketmez. Vuruşa vuruşa çekilir. Zaman zaman don olur üşütür; fırtına olur yıkar geçer. Bâzen kazma kürek yaktıracak kadar, bâzen öküzü eşinden ayıracak kadar sertleşir. Ne yaparsa yapsın o gün gelir. Hızır ile İlyas buluşur. Tabiata bereket ve canlılık gelir. Çiçekler, korkmadan açar; hayvanlar korkmadan otlar. İnsanoğlu, bağ-bahçe için endişe etmez. Bunu da kırlara çıkarak, şükrederek kutlar.

Sizi bilmem, ben, bu gecenin yüzü suyu hürmetine gecenin bir yarısı bir gül fidanıın dibine gittim. İsteyen bâtıl desin, gül dalına, içinde paralar olan kırmızı kurdeleler bağladım. Hızır-İlyas buluşmasının ve âlemlere rahmet en güzel Gül’ün yüzü suyu hürmetine hem evim hem ülkem için duâ ettim. Ülkem için özellikle duâ ettim. Ülke yanarsa hânelerimizin huzûru kalır mı?

SİYÂSETİN ÜŞÜTEN DİLİ

Şu mübârek günde Cumhurbaşkanımıza seslenmek istiyorum:

Lütfen kullandığınız Türkçeyi gözden geçirin. Türkçemiz bu kadar mı kıt, bu kadar mı bereketsiz ki münâfıklı cümleleler kuruyorsunuz? Kim bu akılları veriyor size?

Bakmayın meydanlardaki coşkuya! Böyle seslenmeler, gönüllerimizi daraltıyor. Huzûra, dinginliğe ihtiyacımız var. Sallanan parmaklardan, tehditlerden yorulduk artık. Korkmuyoruz ama üşüyoruz. Çünkü hayâtımızdan bereket gidiyor. Siz belediye başkanı olduğunuzda yağmura doymuştuk. Memlekete bahar gelmişti. Ama şimdi kar yağmıyor, yağmur yağmıyor. Durup, bir düşünmeniz lâzım değil mi?

Dışarıda gül üşümüyor ama bizler, sizleri dinledikçe üşüyoruz. Geçenlerde arabasına birdiğim koyu AK Partili bir arkadaşım, radyoda sizin konuşmanız çıkınca kanal değiştirdi. Hayretle yüzüne baktım. “Artık sükûnet istiyorum.” dedi.

Kullandığınız dil, gençlere ulaşmıyor? Meseleye seçme ve seçilme özgürlüğü olarak bakan modern dünyânın gençleri, “Münâfık ne ya?” diye şaşkınlar.

Muhâlefete ayrıca seslenmeme gerek var mı? İstediğiniz dili kullanmakta özgürsünüz. Ama lütfen eleştirdiğiniz kişinin, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olduğunu unutmayın. “Ama O....” i’tirâzını reddediyorum. “Kasımpaşalı Reco” üslûbunu kullananların, atar ergen tarzı muhâlefet yapanların verdiği akıllara itibar etmeyin.

Hızır günleri başladı. Dışarıda gül üşümezken bizi üşütmeyin.

Bu seçimi, bizi ısıtan kazanacak.

Hıdırellez, ülkemize ve tüm dünyâya bereket getirsin. Hayâtımızdan gül kokusu eksik olmasın.