Koronavirüsün ABD'de ağır hasar vermesiyle birlikte ABD halkı hem başkanları Donald Trump'ı hem de Çin'i suçlu görüyor. Bu durumu ünlü televizyon sunucusu Merve Şebnem Oruç, şu ifadelerle anlatmış:

Trump yeni tip koronavirüse “Çin virüsü” demekte ısrar ediyor, öte yandan Dünya Sağlık Örgütü’nü Çin’in etkisi altında kalmakla itham ediyor. Başka bir savaş içinde olduğu Amerikan medyasının da tavrı pek farklı değil; onlar da Çin’i salgını önlemekte geç kalmakla, verileri saklamakla, şeffaf olmamakla suçluyor.

Trump’ın “Çin virüsü” ısrarında, ABD’nin salgınla mücadeleyi başarıyla yönetememiş olmasının faturasının Kasım 2020 seçimlerinde kendisine kesilmemesine yönelik çabasının da payı var. Trump muhalifleri ise, Trump’ı “ırkçı” olmakla suçluyor suçlamasına ama Çin’in ABD hegemonyası altındaki dünya için bir tehdit olduğunu düşünmekten de geri kalmıyor. Salgının ABD ekonomisine vereceği zararı da hesaba katarsak, Amerikan toplumunun gözünde “Çin tehdidi” imajını silmek pek kolay gözükmüyor.

Çin’in algı yönetimi araçlarıyla, ABD’den Batı’ya yayılan kötü imajını değiştirememesi Pekin’de agresifliğe dönüşüyor olmalı ki, “Virüsü, Amerikan askerlerinin Ekim 2019’da Wuhan’a getirmiş olduğu gibi” pek de inandırıcı olmayan argümanlara başvuruluyor.

Aslında Pekin, salgını dünyaya, hatta kendi toplumuna haber vermekte geç kalmış olsa da, aldığı sert önlemler sayesinde COVID-19’u geride bırakmış gibi görünüyor. Vaka ve ölüm sayıları ile ilgili paylaştığı veriler tüm dünyada inandırıcı bulunmasa da, hızlıca büyük hastaneler kurarak ve Wuhan’ı sıkı bir karantina altına alarak, durumu kontrol altına almış ve başarı sağlamış durumda.

Çin, şu anda dünyaya salgın konusunda yardım eli uzatma, aşı çalışmaları üzerine yoğunlaşmakta… Ancak, Avrupa’ya sattığı kitlerin hatalı sonuç vermesi gibi problemler, Çin’in “salgının çıktığı yer” olduğu gerçeğini unutturmasına yardımcı olmuyor.

Aynı zamanda, Çin’in koronavirüsle mücadeledeki başarısının aşırı sert önlemlere dayanıyor olması, Wuhan’dan dünyaya yayılan yerel idarecilere verilen tepkilerin görüntüleri, sokaklarda “pat” diye yere düşen insanlar (bu arada Çin’de salgın yayılırken kökünden kesilen bir ağaç gibi düşen insanları niye dünyanın başka yerlerinde görmediğimiz de ayrı bir merak konusu), karantinada dışarı çıkanlara yönelik sert müdahaleler, Çin’in virüse karşı savaşı kazanmasının ardında yatanın “otoriterlik” ve “komünist rejim” olduğu vurgusunu pekiştiriyor ve bu durum demokratik ülkeleri ürkütüyor.

Yine de Çin, baskıcı bir rejim olduğu gerçeğini unutmamak kaydıyla, iç siyaset açısından başarılı bir görüntü çizmiş durumda. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in Wuhan’ı ziyareti ve Wuhan’da karantinanın kalkmasıyla hayatın normale dönmeye başlaması, kriz sonrasında Pekin’in Çin halkı nezdinde imajını korumayı başardığını ortaya koyuyor. Çin merkezi hükümeti krizi yönetmekte zorlanmış olsa da, kriz sonrasında toparlanıp toplum nezdinde işleri tekrar rayına koymuş görünüyor.

Ancak tüm dünyada salgınla beraber gelmesi beklenen ekonomik kriz, Çin’i de etkilemek üzere kapıda bekliyor. Çin hem dünyaya yayılmacı politikasını etkileyecek ekonomik krizden etkilenmemek adına çözüm üretmeye çalışırken, aynı zamanda yükselen Çin karşıtlığı ile de baş etmek zorunda.

Çin’in tüm dünyada ötekileştirilmesi, muhtemelen Pekin’in içeride “milliyetçilik” vurgusunu pekiştirmesine ve Amerikan karşıtı propagandasını artırmasına imkan sağlayacaktır. Böylece, halihazırda ekonomik büyümesinde düşüş beklenen Çin, ekonomik olarak dara düşen toplumun merkezi hükümete sadakatini yerinde tutmayı başaracaktır.

Doğrusu şu ki, Avrupa ve ABD’nin krizin en ağır vurduğu yerler olması, büyük bir korku iklimine yol açtı. ABD Başkanı Trump, ülkesinin göçmen kabulünü askıya aldı ve buna kimseden ses çıkmadı. Ayrı bir yazının konusu ama, halihazırda yabancı düşmanlığının yükseliş trendi gösterdiği dünyada göçmen karşıtlığının artacağı da muhakkak. Bunun kaynağı olarak gösterilecek Çin, Çinlilere karşı yükselecek bir karşıtlıkla karşı karşıya kalacak. Daha şimdiden, bazı yerlerde Çinlilerin restoranlara ya da marketlere girişi yasaklanmış durumda.

Hele bir de ikinci dalga yaşanırsa, Çin’in dünyanın “yeni öteki”si olma ihtimali yüksek. Bu da ABD-Çin, hatta belki de Batı dünyası ve Çin arasında bir soğuk savaşa kapı aralayabilir. Bu da Çin’in Yol Kuşak projesi gibi büyük projelerini, Avrupa’daki yayılmacı politikasını belirli bir süreliğine etkileyebilir.

Çin, kısa vadeli olarak içe dönük, dışa kapalı bir sürece girse de, orta-uzun vadede küresel politikalarından vazgeçmeyecek, gerekirse belli bir süre taşeron ülke kullanımına dahi girişecek, öte yandan yükselen Çin karşıtlığına daha yüksek perdeden cevap verecektir.

Dünya uzun süredir doğuya, yani Çin’e doğru kaymakta. Koronavirüs bunu durdurur mu?

Kısa bir süre kesintiye uğratsa da gidişatı durdurmak zayıf bir ihtimal. ABD’nin bu sağlık krizini hem içeride hem de global ölçekte yönetmekte başarısız olması, Çin adına sabredip bekleyerek kullanacağı büyük bir koz.

Dolayısıyla ABD ve Çin, evvelden giriştiği güç rekabetinde ellerindeki yeni aparatlarla birbirlerine saldırmayı sürdürecek. Çin korkusu ABD’de sadece Cumhuriyetçiler arasında değil, Demokrat çevreler içinde de arttığı için de, Trump başkanlık yarışını bir ihtimal Demokratlara karşı kaybetse bile, Çin-ABD arasındaki hegemonya mücadelesi devam edecek. Güney Çin Denizi’nde, Afrika’da ve Pakistan-Hindistan gibi başka bölgelerde iki süper güç arasındaki rekabet büyüyecek, işin içine diğer aktörlerin girmesiyle işler kızışacak.

Pekin, ABD’nin başını çekeceği Çin karşıtlığını, ekonomik krizin sert şekilde etkilediği ülkelere mali yardım yaparak, yani kesenin ağzını açarak durdurabilir. Yani, kavga eninde sonunda ekonomi eksenine oturacaktır. Dünya ara mal ihtiyacı konusunda neredeyse Çin’e bağımlı halde iken, hem kendisi hem de dünya için buna alternatif arayan ABD’nin yüzünü nereye çevireceği de belirleyici başka bir etkendir. Bu bağlamda, bazı uluslararası şirketlerin salgın başladığından beri üretim ağlarını Çin’in dışındaki ülkelere kaydırmaya başladığı haberlerini takip etmekte fayda var. 

Öte yandan, hali hazırda 5G gibi, Huawei gibi Çin’in teknoloji üretimi ve ihracı üzerinden yürüyen tartışmaların, bu dönemde üretilen komplo teorileriyle beraber artacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Bu gerilimin, sadece tartışmalardan ibaret olmayacağı, karşılıklı olarak teknolojik casusluk, dijital espiyonaj faaliyetleri de fazlalaşacaktır. Bu dönemde dünyanın temel kavgasının odağı nükleer silahların dışına çıkıp biyolojik silahlara, biyoteknolojiye kayabilir. Siber saldırılar artabilir, siber savaş yükselebilir.

Nitekim, siyasetin propagandasını sosyal medya ve geleneksel medya üzerinden sürdürdüğü ticaret savaşları, Koronavirüs’le beraber kendine yeni bir yol bulmuştur. Boston’da iki Çinli araştırmacı Savunma Bakanlığı ile Ulusal Sağlık Enstitüsünden aldıkları fonlarla üzerinde çalıştıkları biyolojik araştırmalarıını Çin’e vermekle suçlanarak tutuklanmaları buna bir örnektir.

Editör: TE Bilişim