İslam dünyasında iktidarı kendi arzu ve rızası ile bırakma yönünde bir kültür oluşmamıştır. Yönetimlerin nasıl geleceğine dair dört halife dönemine yapılan atıflar bulunmasına rağmen nasıl gideceğine dair prensipler vazedilmemiştir.

Dinin esas hedefi insan olduğu için  bir devlet şablonu sunmamış,bunu zamana,şartlara ve toplumların kendi kültür ve geleneklerine bırakmıştır. Bu bağlamda hilafetin de dini bir durum değil,kültürel bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Hilafeti dinle özdeşleştirenler, konumlarını korumak için dini bir kalkan olarak kullanmışlardır.

Dört halife döneminden sonra pozisyonlarını korumak isteyen yöneticiler (halifeler)  dinle yönetimi özdeşleştirmekte beis görmemişlerdir. Yönetimin dinileştirilmesi, yönetenlere karşılarında  olanları din karşıtı bir konuma  sokmaları fırsatını vermiş,her türlü eleştiri din düşmanlığı ile yaftalanarak şiddetli tepki ile karşılanmıştır. Hz.Osman döneminden başlayarak  Emeviler döneminde zirveye ulaşan  bu anlayış, hem bir muhalefet geleneğinin oluşmasını engellemiş hem de siyasi-fikri çoğulculuğun önüne geçmiştir.

Bugün İslam dünyasının demokrasiye geçmesinde zorlanmasının temel nedenlerinden biri budur:Emevi yönetim geleneğinin  semavi bir din gibi İslam toplumlarının kılcallarına kadar nüfuz etmesi, onu farklılıklara kapatması ve başarısız,zorba yönetimler karşısında elini kolunu bağlaması...

İslam tarihine bir parça vakıf olanlar Peygamber efendimizin büyük sahabisi Hz.Ebuzer'in başına gelenlere vakıftırlar. Ebu Zer, zenginleşmenin getirdiği bozulmaya, israfa, kural dışılığa karşı  en üst perdeden rahatsızlığını,muhalefetini dile getirmiş, karşılığını  eza ve cefa çekerek görmüştür. Önce Beytülmal'den maaşı kesilmiş, ardından Rebeze çölüne sürülür. Çölde içecek bir avuç su,yiyecek bir parça ot bile yoktur. Önce açlıktan 3-5 koyunu ölür, ardından oğlu yatağa düşer. Hz.Ebuzer oğlunun ölümünün manevi sorumlusu olmamak için Medine'ye giderek Halife Hz.Osman'dan  hakkı olan maaşının verilmesini ister, maaşı verilmez, aç,yorgun ve üzüntülü bir şekilde çölüne döner. Önce oğlu sonra da kendisi açlık ve sefalet içinde vefat eder.

Ebu Zer'in yaptığı muhalefet Kuran'a ve peygamber sünnetine yaslanarak yapılan bir muhalefettir. Özellikle Halife'nin çevresine çöreklenen Ümeyyeoğullarının  yönlendirmesi ile  günahkar bir isyancı gibi çöle,ölüme gönderilir. Hz.Ebuzer'in sürgün edilmesinden rahatsız olan ve bunu eleştiren büyük sahabilerden Abdullah Bin Mesut'ta benzer bir akibete uğrar. Halife'nin huzuruna çağrılarak dövülür, evine hapsedilerek ölene kadar kendisine yiyecek bir şey verilmez.

Bu anlayış zamanla Emeviler'den çıkarak   bulaşıcı bir hastalık gibi yayılarak bütün İslam dünyasını etkiler, iktidar hiç bir muhalefet kabul etmeyen bir aygıt haline gelir, keyfilik kurumlaşır. Yöneticileri denetleyen hiç bir toplumsal yahut hukuki mekanizma kabul edilmez.Mescitler Allah'ın evi olmaktan çıkarılarak halife ve onun siyasetinin karargahı  haline gelir.

Yönetimler kendilerini dinle özdeşleştirmelerine rağmen iktidarları ile din arasında tercih yapmak zorunda kaldıkları zaman tereddütsüz iktidarlarını tercih ederler.Yezid  iktidarını korumak uğruna  mancınık ateşi ile Kabe'nin duvarlarını vurmaktan imtina etmemiştir.Bir başkası Abdullah Bin Zübeyir'in halifeliğini ilan ettiği dönemde etki altında kalmasınlar diye hacca gitmeyi yasaklamıştır.Abbasiler Şam'ı  aldıkları zaman 70 gün Emevi camisini at ahırı olarak kullanmışlar,kinleri ile İslam arasındaki tercihi kin ve düşmanlıklarından yana kullanmışlardır.

Günümüzde her türlü muhalefet hareketinin hainlik ve dinsizlik ile suçlanmasının arkasında Emevilerin  tüm İslam dünyasına bir mikrop gibi yayılan kültürlerinin kalıntısı yatmaktadır. Tek tipçilik çoğulcu bir siyasal yapının, dolayısıyla demokrasinin  kurulmasını engellemiştir. Saddam'ın,Esat'ın Kaddafi'nin yaptıkları içinde doğdukları kültürün bir sonucudur. Türkiye'de eksikleri de olsa ayıplı bir demokrasinin  bulunması bu kültüre karşı Türk kültürünün direnmesi ve teslim olmamasıyla ilgilidir. İçinde bulunduğumuz durumu biraz da iki kültürün mücadelesi olarak değerlendirerek  gidişata bu perspektiften bakmakta yarar olduğunu düşünüyorum.