Her ölüm, her ayrılış yanıbaşında onu sevenler için kendi ayrılışları ve ölümleridir. Hele insanın burnunun direğini sızlatan hatıralar mezarın üzerindeki çiçeklere düşerken, peş peşe gözünüzün önünde geçit resmi yapıyorsa.

Erol’un ne hissettiğini bilemeyiz. Bize düşen duyduğumuz özlemin arasına onun duygularından bir şeyler yerleştirmek. Zafer Giray’ın iki konuşmasını dinledim, Erol adına iftihar ettim. O kırılgan görünüşünün arkasına çelik iradesini yerleştiren Emine’nin bir sınır ilçesinde yaptığı zorlu görevin Erol’un göğsünü nasıl gururla doldurduğunu hayal ettim. Bir baba geride başka ne bırakmak ister? Birol’un yolunu, izini kaybetmiş kimsesizler gibi abisinin yokluğuna alışamamış halini yüreğimde hissettim.

İki salıncak, bir kaydırak ve bir basket sahasından ibaret, yüksek bir çıkıntıda yer alan, Erol Dok’un isminin süslediği park, saygıdeğer bir kadirşinaslık örneği. Ne güzel! Ergenliğe adım atan çocuklar bir basket maçı için, kim olduğunu bilmeden onun adını anarak sözleşecekler. Mutlaka Erol’un ruhaniyetinden onlara da bir şeyler düşecektir.

Ve eski dava arkadaşları, ülküdaşları…

Erol’un telaşı, canlılığı, sevimliliği çoğunda yoktu. Mesleklerinden öte hayattan da emekli olanlar vardı aralarında. Onları bir araya getiren bir zamanlar dolu dolu çekilen çilenin, sıkıntıların hatıraları ve mücadelenin giderek fakirleşen mirasıydı.

Erol’a çok zamansız ölümü getiren kalp rahatsızlığı da o çilelerin, işkencelerin eseri değil miydi?

Erol’un kalbinde hasar bırakan, çoğumuzun zihninde yaralar açan o çilelere bir ideal uğruna katlanmıştık. Şimdi ne durumda acaba?

Ülkücülük bu ülkede Sünni ve Türk olarak yaşayan herkes için bir konfora dönüşmüş durumda.

Yazın siperli bir şapka, kışın ayağı sıcak tutmak için ayakkabının içine yerleştirilmiş keçeler gibi. Bazıları için çok daha fazlası da var. Bir bedel ödemeye, bir fedakarlıkta bulunmaya yanaşmadan her yerde bu konforla yaşamak çok cazip olmalı: İşte, okulda, devlet makamlarında, legal olanın sınırlarında bir hayat konforu.

Erol’un mirasyedileri her yerde ve çok kalabalıklar.

Ama biliyorum ki Erol, ölmeden önce çok yalnız kalmıştı. Tıpkı Muhsin Başkan’ın yalnızlığı gibi. Muhsin Başkan’ın siyaseten önü kapalıydı, fasit bir dairenin içinde dönüp duruyordu. Öldü ve müthiş bir kıymet kazandı. Erol düştüğü dar boğaz için kapı çalacak, yardım isteyecek adam değildi; bekledikleri de yanına yaklaşmadı.

Benim neslimin bilhassa kavga-dövüş hikâyeleri başı-sonu gelmez muhabbetlerin konusudur. En yakınında Birol’un, Erol’un ağzından bu keyfine doyulmaz hikayelerden nasıl bıktığına şahit olmuştum. Neyse ki bizim bu hikayelerimiz bugün, şu müthiş hayat konforunun arka fonunda çalan müzik gibi capcanlı duruyor. Gerçi bu hikâyeleri anlatacak adamlar da teker teker toprağa düşüyor.

Bazı ölümlere insan alışamıyor. Erol bu nesle sağladığı konforda, son günlerinde yanına yaklaşmayanların pişmanlıklarında, içi boşalmış ülkücülüğün sınırlarının dışında ve sevenlerinin hayallerinde yaşamaya devam ediyor.

Daha çok uzun süre yaşamaya devam edecek. Neyse ki hâlâ kurtarılacak bir vatan, yaşatılacak bir devlet zihnimizin bir köşesinde duruyor ve geride kalanlar için bir hayat konforu sağlamanın ötesine zamanı gelince geçecek gibi görünüyor.

Editör: Habererk Habererk