Bâzı konular hakkında kalem oynatmaya edep ediyorum. Bir annenin babanın yüreğini darmadağın eden vahşet hakkında tesîri yüksek, edebî cümleler kuramam.

Fakat Eylül ve Leylâların kâtillerine i’dâm cezâsının gelmesi için yükselen seslere, daha fazla sessiz kalmak istemedim.

Önce 1996 ABD yapımı bir filmden bahsetmek istiyorum. “A Time to Kill”, yâni Öldürme Zamanı. Küçük kızına tecâvüz eden iki manyağı öldüren babanın mahkemede savunulması hakkında bir film. Adam zenci olduğu için suçlu bulunma ihtimâli yüksek. Jüri ise beyaz adamlardan seçilmiş. Beyaz olan avukat, acılı babayla tam olarak empati yaptığında müthiş bir savunma yapıyor ve baba, suçsuz bulunuyor. Hem de jürinin gözyaşları arasında.

Amerika’da toplumsal meselere çözüm üretmek için yapılan filmler vardır. Sistem tıkanırsa Hollywood devreye girer. Bir dönem Charles Bronson’un, geceleri adâlet arayan acılı baba film serisi vardı: Death Wish. Mi’mâr olan kahramanımız, eşine ve kızına tecâvüz edip öldüren kâtilleri öldürmekle başlayıp geceleri suç işleyenlerin korkulu rüyâsı oluyordu. Meslek olarak mi’mâr seçimi, boşuna değil. Mi’mâr, i’mâr edendir. Sâdece binâ dikenler değil, toplumu kurtaranlar da mi’mârdır. Halk, bu gizli kahramanı o kadar benimsiyor ki yakalandığında polis de dâhil herkes, kaçmasına yardım ediyor.

Evet bizde, yukarıda bahsettiğim filmdeki gibi siyah-beyaz ayrımı yok ama mağdûrların fakir, gariban veya köylü olması gibi çok ciddi bir sorunumuz var.

Münevver cinâyetini hatırlayın! Yüksek tabakadan birinin oğlu kâtil çıkınca her nedense vahşet, yeterince hissedilmedi. Genç kızı testereyle doğrayan varoştan bir delikanlı, kız da sosyeteden olsaydı kopan gümbürtü, çok farklı olurdu. Bir kısım medya, ruh hastası oğlanı aklamaya bile kalktı.

Bu hastalıklı seçkinler sınıfının târihe karıştığını söylüyoruz ama yeni seçkinlerimiz oluştu ve onlar da güvenli hayatlarında, güvenlikli sitelerinde mutlu mesut yaşarken kırsalda, varoşta, güvensiz dünyâlarda vahşi cinâyetler işleniyor. Bu vahşilerin kendi dünyâlarına ulaşmayacağını zanneden yeni seçkinlerimiz ve seçilenlerimiz, i’dâm taleplerine karşı, “orda bir suç var uzakta” duyarsızlığında olmamalılar.

Çünkü öyle değil! Suçlular aramızda!

Vahşi kapitalizm, muhâfazakâr kesimden de testere çocuklar çıkaracak. Çünkü hız ve hazza teslim olduk. Her türlü pornografi serbest. Cinâyet pornografisi, cinsiyet pornografisi, trafik kazası pornografisi... Pornografi, hissi öldürüyor. Ekranda, sinemada, internette açık seçik konuşulan ve seyredilen her şey, karpuz kabuğunu akla düşürüyor. Vahşete alışan göz, daha fazlasını istiyor. Hattâ işliyor.

İşin içine haram lokma da girince önüne geçilemez bir suç dünyâsıyla yüzleşmeye hazır olalım. Bu, PKK’dan, FETÖ’den, dış güçlerden daha tehlikeli!

Irak savaşı çıktığında herkes farklı cephelerden ele alırken Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu, çökmüş bir ruh hâliyle ABD askerlerinin Irak’taki tecâvüz videolarını paylaşan liseli gençleri yazmıştı. Müslüman kadınlara yapılan tecâvüzler, Müslüman gençlerin eğlence konusu.. Aman Ya Rabbi!

Âcilen caydırıcı bir tedbir, yâni i’dâm cezâsı lâzım. Çünkü bâzı ruh hastalarını, sâdece ve sâdece can korkusu durdurabilir. Tedâviye cevap vereceklerini sanmıyorum.

Bir hukukçu, “Önce hayvanlara yapıyorlar; sonra buldukları küçük çocuklara.” dedi. Çok doğru! Hayvanlara yapılan tevâvüzler de ağır şekilde cezâlandırılırsa caydırıcı olur.

Şimdi devlet adamlarımıza, siyâsîlere, hukukçulara, tıpkı filmdeki avukatın yaptığı savunma misâli seslenmek istiyorum: (Bu yazı için Eylül’ün âilesinden de özür diliyorum.)

Gözlerinizi kapatın!

8 yaşında bir kız çocuğunu görüyor musunuz? Babasından kavun getirmesini isteyip bisiklet sürmeye gidiyor. Akrabadan birisi, yanına yaklaşıyor ve kim bilir ne yalan söyleyerek sesinin duyulmayacağı bir kuytuya götürüyor. Belki yanında başkaları da var. Kızcağız, feryâd ediyor. “Babaaaa!” diye bağırıyor. Babasının kurtarmasını bekliyor. Çünkü baba bu! Seslenince gelir. Yaslandığın dağdır. Çocuk bağırdıkça azıyorlar. Ayağını kırıyorlar. Ellerindeki kesici aletlerle darp ediyorlar. Körpecik bedende pis arzularına ulaşıyorlar. Yavrucak ölmüyor. Kim olduğunu veya olduklarını da görüyor. Şimdi bu kirlettikleri bedenden kurtulmaları lâzım. Kurtuluyorlar. Bir elektrik direğinin altına gömüyorlar.

Vahşet zihninizde tam olarak canlandı mı? Şimdi gözlerinizi açın ve bu çocuğun kendi kızınız olduğunu düşünün! Nasıl? Ürperdiniz mi? Hâlâ i’dâm konusunda “Ama..” diyor musunuz?

O manyağı hapishânede besleyen hukûka isyân ediyorum.

O hayvan, Eylül’ü gömdüğü elektrik direğine, hemen ölmeyecek şekilde asılmalı. Leşi çürüyene kadar bağıra bağıra ölmeli ve bu ölümü, herkes seyretmeli.

Bakalım küçük bir çocuğa musallat olmak için fırsat bekleyen manyaklar, korkacaklar mı korkmayacaklar mi?

Daha ne kadar bekleyeceksiniz?

Vahşet, kapınızı çalınca mı uyanacaksınız?

Adâleti, geceleri ortaya çıkan kahramanlar mı arayacak?