A. Basın üzerinden algı yönetimi 

1. Olgu ve ölüm sayılarının artış hızı ile paralel olarak bazı TV kanallarında artık Bakanlık çalışanı hekimler de siyaset yapmaya başladılar.

2. Bakanın sağlık çalışanları için döktüğü gözyaşlarından, sağlık sistemi dünyada en başarılı ülkenin Türkiye olduğuna, başlangıçta deneyimlerini paylaştıkları için örn. Çin’e teşekkür ederken şimdi yalan söyleyerek bizi yanılttıkları söylemine kadar kendimizi övme ve diğerlerine sövme operasyonu sürüyor.

3. Nüfusu bizden çok fazla olan örn. ABD’deki yüksek sayılar üzerinden sağlık sistemini eleştirmek hatta kapitalist sistemin sakıncalarını yeni keşfetmek, programa davet edilen ABD’li Türk hekimleri aşağılamak, konuşturmamak ve linç etmek bir moda haline geldi (HaberTürk 17.04.2020 akşam TV programı).

4. Bizzat Bakan tarafından çok eleştirilen, nüfusu bizden biraz daha kalabalık İran’dan artık bahsedilmiyor. Küçümsediğimiz, hatta acıdığımız İran’da toplam olgu sayısı 79494, iyileşen hasta sayısı 54064, ölen insan sayısı 4958 iken bizde durum nedir? Sırasıyla 78546; 8631; 1769. An itibariyle de bu sayılar 82329; 10453; 1890 olarak yayımlandı. Bizde ilk olgu ne zaman saptandı? 11.03.2020. Bakan o zaman ne açıkladı? “Bir veya birkaç vaka salgın değildir, toplumu tehdit edemez”. Beş haftada olgu sayısı 82 bin kat arttı. Bu mu salgın yönetimi?

5. Ülkemizde ölüm dışındaki tüm sayılara klinik ve radyolojik tanılar dahil edilirken ölüm sayılarının sadece virus (+) olguları içermesi, bildirimlerin saydamlığını karartıyor. Üstelik PCR ile virus tesbitinin en az olguların yarısında yetersiz olduğu (30-60?) bilindiği halde..

Yoksa sayıları düşük tutmak adına bildirilen olgu sayıları da mı sadece virus (+) olanlar? Eğer öyle ise felaket daha da büyük demektir çünkü gerçek sayılar bildirilenlerin kat be kat üstünde demektir.

B. BAKANIN AÇIKLAMALARININ KRİTİK ANALİZİ

1. Dünyanın en başarılı ülkesiyiz (Yine destan yazıyoruz). Giderek hızla artan sayılara karşın, bakana göre artış artık durdu, şimdi inişe geçeceğiz. AMA 20 yaş altı ve 65 yaş üstü insanların evlerinde izolasyona uymaları şartıyla.. Peki, 20-65 yaş arası halk her gün sokakta, işinin gücünün başında iken bu nasıl olacak? Dünyada örneği olmayan sadece hafta sonları sokağa çıkma yasağı ile mi? “MIŞ” gibi yaparak yeni bir epidemiyoloji, halk sağlığı kavramı, yöntemi icat edemezsiniz.

2. Bakanın yeni keşfettiği 97,5% filyasyon başarımızla mı destan yazdık? Tek tek enfekte bireyleri arayıp, şu gün, şu saatte neredeydin, kiminle konuştun diye sorgulayarak mı? Filyasyon, sürveyans halk sağlığının temel prensipleridir ve Türkiye’de geçmişte salgın hastalıklarla mücadelede çok başarılı şekilde uygulanmıştır. Maalesef “sağlıkta dönüşüm” ile halk sağlığı, koruyucu hekimlik tüketilmiş, tedavi edici sağlık sistemi benimsenmiştir. Neden mi? Tedavi edici sistemde küresel ve ulusal rant ön plandadır. Koruyucu sistem ucuzdur ama para kazandırmaz (Bize Nusret Fişek hocamız Hacettepe’de öyle öğretti). Bir zamanlar aşı üreten Hıfzıssıha Enstitüsü bu nedenle kapatıldı.

Filyasyona geri dönersek, geçmiş olsun dostlar! Artık çok çok geç kalındı. Eleştirdiğimiz Çin, bunu dijital teknolojiyle, kapalı devre sistemle halkının tümünü izleyerek başardı. Biz Türkiye’de yüz binlere yaklaşan olgu sayısı ile artık “sürü bağışıklığı” aşamasındayız.

3. Bakana göre neden başarılıyız? Tanı konulan tüm olgulara erken dönemde başlanan sıtma ilacı hidroksi (klorokin), makrolid antibiyotik ve anti-virus ilaç kombinasyonu (bombardman tedavisi) verilmesi başarının sırrı imiş. Bakan çok yakında verilerimizin yayımlanacağını ve dünya tıbbına yön verileceğini söylüyor. Bize yine Hacettepe’de hocalarımız, ampirik ve her olasılığı kapsayan toptancı ilaç tedavilerinden uzak durmamızı öğretti. Yapılması gereken, hastaların klinik özelliklerine göre bireysel tedavi uygulamasıdır. Eğer dünya tıbbına katkı yapacaksak en azından hafif derecede hastalığı olanlarda ilaç verilen ve verilmeyen grupların karşılaştırılmasıyla kime, hangi ilacın, hangi durumda, ne zaman uygulanması gerektiğinin gösterilmesi, bilimin gereğidir. Örn. Çin, daha birkaç gün önce sıtma ilaçlarının COVID19 tedavisinde hiç bir etkisinin olmadığını, aksine yan etkilerinden pek çok hastanın zarar gördüğünü bilimsel bir raporla yayımladı.

4. Özetle, şu anda yapılanlar çaresizlikten, eski ilaçları yepyeni bir hastalığın tedavisi için insanlar üzerinde denemekten ibarettir. Aynı mantıkla, yine başka bir hastalık için etkinliği kanıtlanmış bir başka ilacın da COVID19 tedavisinde denenmesinin talep edilmesi de çok normal bir öneridir. Bilim kurulu ve Bakanın icazeti alınmadan açıklandığı için bir bilim insanını linç etmek, en azından, etik olmayan bir ötekileştirme örneğidir. Bir süredir sosyal medyada duyurulan öneriyi yapan bilim insanını ve tarzını küçümsemek yerine bilim kuruluna davet ederek onu dinlemek, doğru olanıydı. Büyük bir belanın tehdidi altındayken küçük oyunların, karalama ve linç girişimlerinin zamanı değildir.

5. Etkin olmadığı açıklandığı halde etrafta hızla sayıları artan kara maskeli insan manzaraları, devletin henüz halkına basit bir maske dağıtımında bile başarılı olamadığını gösteriyor. Buna rağmen dışarıya kolilerle malzeme hibe etmek, hele de sembollerle “tek karar vericinin” reklamını yapmak, Türk usulü siyasete özgü olsa gerek.

6. Devlet için sürekli top çevirmek, topu taca atarak zaman harcamak yerine “MIŞ” gibi yapmayı ve siyaseti bir kenara bırakıp gerçekleri söylemenin zamanı gelmiş, hatta geçmiştir bile. Devletin bir valisinin krizle ilgili youtube’a düşen (https://youtu.be/rgo0ZbEgflQ) bugünkü yorumlarının ibretle dinlenmesi, bu kafayla hiçbir yere varamayacağımızı anlamamız için çok önemlidir. Mızrak çuvala sığmıyor. COVID19, yarım yamalak, alaturka yöntemlerle durdurulamaz. Sadece “Eyyy halkım! Maske tak, mesafeyi koru, evde kal Türkiye’m” söylemi ve halktan 10’ar TL isteyip sorumluluğu salt halka yükleyerek kriz yönetilemez. Nüfusun yoğun olduğu illerde sokağa çıkma yasağı uygulamadan (çok geç bile kalındı) bu salgını en az zararla durdurmak ihtimali yoktur. Devletin açıkça sokağa çıkma yasağını ilan etmeye maddi gücünün olmadığını açıklaması gerekir. Bu kadar basit ve net.. Söylemeli ki halk kimseden medet ummadan başının çaresine bakması gerektiğini anlasın, yine, yeniden “destan” yazılmasını beklemesin. Bu halk maddi zorluklara da katlanır, yeter ki yönetim kademesi de mütevazı yaşamaya rıza göstersin.

Devlet aslında kararını vermiş, yöntemini seçmiştir. Bunu siyaseten açıkça söyleyemiyor. Genç nüfusun yoğun olduğu Türk toplumu bu enfeksiyonu yaşayarak geçirecek, doğal yoldan bağışıklanacak, bu arada doğal seleksiyonla yeterince sağlıklı olmayanlar kaybedilecektir. Bu süreç aylarca devam edecek bir zaman dilimidir ve henüz başındayız. Eğer bir mucize gerçekleşir, etkin bir ilaç ya da aşı bulunursa ya da bu virus mutasyon geçirip artık insanları enfekte edemez hale dönüşürse, bu defalık insanlık alemi bu belayı da atlatmış olur.

Dünya insanları umarım bu günleri hatırlar. Umarım idollerin, “dünya liderleri”nin, ünlülerin, yıldızların, din adamlarının ve daha nice “çok önemli – VIP” kişinin, özellikle de siyasilerin böyle bir krizde birer “HİÇ” oldukları unutulmaz. Umarım, doğanın dengelerine saygı duyulur, hoyratça ve aç gözlülükle tüketilmez.

Toplumlar her zaman bu ve benzeri pek çok doğal ya da insan eliyle oluşturulmuş felaketle boğuşmaya hazırlıklı olmalıdır. Her zaman savunduğum, sağlık, eğitim ve adalet kavramlarının siyaset üstü ve değiştirilemez prensiplerle yönetilmesi, milli servetin bir kısmının siyasilerin dokunamayacakları kötü gün akçesi olarak bir kenarda bulundurulması yaşamsal önem taşımaktadır.

Dr. Kutay Biberoğlu

Editör: TE Bilişim