Cumhuriyet yazarı Barış Terkoğlu bugünkü "Bülent Arınç’ı bırak, Fatih Ürek’e bak" başlıklı yazısında Türkiye'nin “istişaresiz” bir topluma dönüştürüldüğünü ve bundan herkesin nasibini aldığını ifade etti.

Terkoğlu şunları yazdı:

“Şaşıracaksınız ama 2020 Eylülü’nde Ankara’dan gelen bir telefonla büyük bir televizyon kanalı Fatih Ürek’in sunduğu bir televizyon programına müdahale etmiş ve sunucuyu değiştirtmiştir. Fatih Ürek’le birlikte 9-10 yedek program çeken kanal bunların hiçbirini yayımlayamamıştır.”

Erdoğan’ın bu “her şeyi bilen” düzeni yılların gazetecilerine bile nizam veriyor, susturuyor:

“Bir yurtdışı seyahatinde diğer gazetecilerle birlikte Erdoğan’a eşlik ederken, Erdoğan’ın bir haberi kullanma biçimi konusunda Enis Berberoğlu’na çıkıştığına şahit olduk. Berberoğlu haberi kullandıklarını, ama iç sayfada olduğunu söyleyince Erdoğan, ‘İnsanlar içeriye bakmazlar, birinci sayfada kullanmalıydınız!’ diyerek yanıtladı onu. Gazeteciler ve patronlar, Erdoğan’ın bu tutumunu bildikleri için şu an Türkiye’de birinci sayfa mühendisliği yapılıyor. İktidar medyası, Erdoğan’ın hoşuna gidecek bütün haberleri birinci sayfadan verirken, Erdoğan’ın hoşuna gitmeyecek veya onu kızdıracak haberleri de küçülterek iç sayfalarda kullanıyor.”

Medyanın yüzde 90’ını kontrol eden Erdoğan’ın, buna rağmen hâlâ neden FOX TV’ye takıntılı olduğunu İsmail Küçükkaya’nın anılarından okuyoruz:

“Erdoğan’ın yanında kendimizi neden anlatamıyoruz konusu açılmış. Biri, ‘efendim bizim evde hanımlar sabahları FOX’u izliyor.’ Bir başkası ise ‘Sayın Cumhurbaşkanım, çocuklar bizim partiye ilgi duymuyor, oy vermiyorlar’ demiş.”

Polis müdürü mü, parti çalışanı mı?

Yerel seçimde, Ekrem İmamoğlu-Binali Yıldırım tartışması öncesine ait, The Marmara görüntülerinin nasıl servis edildiğini Küçükkaya şöyle anlatıyor:

“Ankara’dan ve İstanbul’dan benim de bildiğim üst düzey yöneticiler devreye girince otel yönetimi, ‘Bir soruşturma olmadan ve biz bu soruşturma yazısını görmeden görüntüleri veremeyiz’ diye karşı çıkıyor. Ancak ismini yine bizim bildiğimiz bir emniyet yetkilisi, bir ilçe emniyet müdürüne telefon açıp otele böyle bir yazı göndertiyor. Otel bunu dayanak yaparak, o tarihe ait 24 saatlik kamera görüntülerini polise veriyor. Sonra da Sabah grubu yayınlara başlıyor. Ve akabinde acımasız bir algı operasyonu...”

Devletin gömleği kullanılarak Türkiye, “istişaresiz bir toplum”a dönüştürülüyor.

Demokrasi, konuşma düzenidir. Meclislidir. Bir insanın dostlarıyla karar alması gibi, anayasaya dayalı sistemlerde kurumlar ve toplum birbiriyle konuşur. Bu yüzden düzen yavaş ama emin adımlarla ilerler. Otoriter düzen ise konuşmayı lüks kılar. Hızlı ilerleyen sistemde, bir kişinin arzusuna göre her gün her şey yıkılıp kurulur. Bugün en tepede olan yarın tepetaklak olurken vasat, biadının mükâfatını hızlı yükselişle alır.

ARINÇ'IN İSTİŞARE ÖYKÜSÜ

İsmail Küçükkaya’nın “Fikri Hür Vicdanı Hür”deki anıları bize aslında kendi hikâyemizi anlatıyor. “İstişare”yi öldüren düzen, Bülent Arınç’ın “istişare öyküsü”nü film gibi izletiyor. Boş verin. İstifa etmiş ya da etmemiş. Hepimizin kurtuluşu, her şeyi baştan oturup konuştuğumuz gün olacak.

Editör: TE Bilişim