Toprak Hattı Platformu’ndan kamuoyuna duyuru: Cehalet mi? İhanet mi?

Toprak Hattı Platformu’ndan kamuoyuna duyuru: Cehalet mi? İhanet mi?
Yine mi millet-ümmet meselesi?

Yine mi millet-ümmet meselesi? Yine mi “Yeni Osmanlıcılık” siyaseti? Yine mi Türk düşmanlığı hislerinin kabarması? Tekrar edilip duruyorsa, bu cehalete veya ihanete iyice bakmak gerekir. Cehaletten kastımız, bilmemekten ibaret bir durum değildir. Çünkü cehalet sadece bilgisizlik değildir. Hepimizin bilgi eksiklikleri, bildiğimiz kadar bilmediklerimiz vardır. Cehl/cehalet (Cahillik) gerçeklerden, hak ve hakikatten uzaklık demektir. Hz. Peygamber’in baş düşmanı, cehaletin babası diye anılan Ebû Cehil, Arapların o zaman bildikleri her şeyi biliyordu.

Dün olduğu gibi bugün de sözünü ettiğimiz konuda bizler için cehaletin birinci evresi, ümmet ile milleti birbirine karıştırmak ve birbirinin yerine geçirmeye kalkmaktır. Ümmet, genel anlamda sadece topluluk demektir, özel bir toplumun adı değildir. Yani aile, kavim (etnik grup) köy, şehir, millet… gibi özel bir tip değildir. Antropoloji ve sosyoloji bunu insan idrakine sunmuştur. Bizim imana yönelik kaynağımız ve aynı zamanda bilgi kaynağımız olan Kur’an da bunu beyan eder:

Yeryüzünde yürüyen ve gökyüzünde iki kanadıyla uçanlardan ne varsa ancak sizin gibi birer ümmettirler. (En’âm, 38.) Canlılıktan ötürü bir araya gelmiş her topluluk ümmettir. Topluluk anlamına kullanıldığı için Kur’an’da her tip için ümmet kavramı seçilmiştir. İsrailoğullarını ümmetler halinde on iki oymağa ayırdık. (A’raf, 160.) İnsanlar bir tek ümmet idi, sonraları ayrılığa düştüler. (Yûnus, 19.) Onları, yeryüzünde iyiler ve aşağılar olarak ümmetler halinde böldük. (A’raf, 168.) vb.

Özel anlama da yer verilmiş; “din,” ve “dinî topluluk” manasına da kullanılmıştır. Buna dair de pek çok ayet vardır: Onlar secdeye vararak Allah’ın ayetlerini geceleri okuyup duran, kitap ehli bir ümmetle bir değildir. (Âl-i İmran, 113.)

Aile, kabile (oymak), aşiret, kavim… gibi doğal sosyal gruplar; fırka, şia, zümre, mümin, müşrik, münafık, fasık… gibi sosyal kategoriler; köy, şehir, kasaba… gibi iktisadî-coğrafî yerleşim grupları hepsi birer ümmettirler. Antropolojik ve sosyolojik sözlerin özeti, çeşitli adlarla ifade edilen doğal toplum tipleri, (şu anda) millet (ulus, budun, nation) şeklinde kıvamını bulmuştur.

Canlılar, özellikle insan, aidiyet duygusu olmadan sosyal hayata sahip olamayacağına, yani ümmet olamayacağına göre aidiyet duygusu, millet ile kendisine bir merkez bulmuştur. Kademe kademe aşağıya inen aidiyetler de -bir dernek üyesi olmak gibi- yukarı çıkan aidiyetler de -bir din mensubu olmak gibi- millet ile aynı noktada karar kılmışlardır, çünkü millet aynı zamanda bir ümmettir. Siyasî ve ideolojik maksatlı birleştirme ısrarı ise millet yerine ümmeti koyma emelindeki siyasî İslamcılara ait oldu. Ne yazık ki bu, masum bir cehalet olmayıp “maksatlı cehalet” örneği oldu.

Bunlara nasıl anlatmalı ki; ataları, dilleri, kültürleri farklı ve birbirinden uzakta yaşayan birçok millet (Türkler, Endonezyalılar, Araplar.) aynı ümmete mensupturlar fakat ayrı millettirler. Yine aynı milletin içinde farklı dinî ümmetler olabilir. Türkiye’de Yahudiler, Ermeniler, Rumlar, Türk milletinin içinde ama ayrı ümmettirler. Buna rağmen Türk kültürünün birer parçası haline gelmişlerdir. Türk ruhu; kendi kimliğini veren bir cazibe merkezi olmuş, tarihî süreç içinde olgunlaşarak kıvamını bulmuştur. Tatyos Efendi, Aleko Bacanos, Yorgo Bacanos, Bimen Şen Efendi… kavim menşeleri ne olursa olsun

Türk ruhu taşıyan bir kimliğe sahip olmuşlardır. Yoksa Türkçe besteledikleri o şarkıları üretip, çalıp, söyleyebilirler miydi? Bir Bedri Ayseli, menşei ne olursa olsun Diyarbakır türkülerini en güzel şekilde söyleyen bir Türk’tür. Kendisine Kürt denilip de Türk halk müziğinin ustaları olanlar, bu müziği duyarak ve duyurarak söylemiyorlar mı? Millet; kimlikli, bağımsız, geçmiş, hal ve gelecekte bağlılık mecburiyeti hisseden bir yapıya sahiptir; bunun için bir zemin oluşmuştur. Bir derneğe aidiyet ve bağlılıkta bile bir zemin, bir alt yapı, bir bağlılık mecburiyeti bulunur. Milletin oluşumunda, nehir teorisi, meseleyi anlamaya yardımcı olur.

Belli bir kaynaktan çıkan nehir, yol üzerinde katılan kollarla büyür ve akmaya devam eder; nehir, hep aynı nehirdir. Meselâ Tuna Nehri Almanya’nın Schwarzwald (Kara Orman) bölgesinden Tuna adıyla çıkar, yirmiden fazla kolun katılımıyla birleşir ve gene Tuna adıyla yoluna devam eder. Farklı yerlerden doğup katılan kolları doğal yolla ayrışacak durumda değildir. Nehri ancak sunî olarak ve zor kullanarak farklı kanallara ayırmak mümkün olabilir. Kaldı ki, birleştikten sonra Tuna’nın suyundan diğer kolların suyunu ayırmak hayal bile edilemez. Yani milletler; ancak psikolojik, ideolojik, siyasî, fizikî müdahalelerle parçalanabilirler. Gene de ayrılanlar aslı gibi değildir. Milletlerin, “Merkezî bir kavim” ve “Merkezî ve kurucu bir kültür” etrafında toplanmış olması, tarihî ve sosyolojik kanunlardan kaynaklanan bir gerçektir. Dünyada her kavmin (etnik

grubun) ya da her yan/alt kültürün millet haline gelemediği de bir gerçektir. Millet, parçaların bir mozaiği değil, dairevî bir bütünlüktür. Millette, Gökalp’in tabiriyle bir “Millî vicdan” oluşmuştur. Kavmî vurguyu veya dinî duyguyu bahane edip bu vicdanı çoğulculuğa bağlayıp milleti dağıtmaya çalışmak, “maksatlı cehalet”in bir ürünü olabilir.

Tarih boyunca Türk tarihi ve Türk kültürü, bir sığınak ve bir himaye bahçesi, Türk ruhu bir cazibe merkezi olmuştur. Merhum bir arkadaşımız şöyle demiş ve yazmıştı: Afrika’nın ücra bir köşesinde ilkel kavimden olsam bile imkân bulduğumda bir Türk milliyetçisi olurdum. Bunun sebebini de açıklamıştı.

Bilimsel, tecrübî tespit, tahlil ve yorumlara bakarak millet gerçeğinin en ideal şekilde, hiç sorunlarının olmadığı şeklinde anlaşılmamalıdır; her sosyal alanda, her sosyal tip ve safhada sorunlar eksik olmaz. Bu da hayatın diğer gerçekleridir. Ancak bunların çoğu; doğal olmaktan çok sunîdir, üretilmiştir, siyasî ve ideolojiktir. Özellikle dış ve iç güçler birleşerek sorunları yaratır veya mevcutları kaşır, büyütürler.

Bir toplumu doğrudan hedef alarak, gücünüz yetiyorsa yıkıp dağıtabilirsiniz. Ama başka yollar da vardır: Toplumun birliğini sağlayan unsurları bozarak kötülük yapabilirsiniz; dilini, dinini, geleneklerini bozup başkalaştırmak gibi. Türkiye’de bir de özgürlük ve demokrasi görünüşlü “çoğulculuk” sahneye konmuştur. Bir zamanlar, gerçeğe uyarak milleti, millîliği, milliyetçiliği savunup telkin eden Batı dünyası, özel olarak ABD, şimdilerde bazı maksatlarla mikro milliyetçiliği desteklemekte, millî kimlik yerine çok kimliliği telkin etmektedir. Daha çok Avrupa kültürünün dışındakiler bundan etkilenmektedir. Germen kavimleri temsil eden millî kimlik Almanya’nın yanına başka etnik grupları sokup bir çoğulculuk, etnik anlamda bir federasyon yapmayı kimse aklına getirmez. İtalya’yı; İtalik, Latin, Etrüsk, Romen diye çoğulculuğa itmeyi hiç kimse dile getirmez.

Büyük Britanya (İngiltere) da Anglar, Saksonlar, Latinler vs. diye, Fransızlar; Latinler, Galyalılar, Cermenler… diye federatif bir anlayışa maruz kalmamıştır. Fakat Türkiye; Türk ana kavim ana kültürünün yanına Arap, Kürt, Çerkes, Gürcü vs. eklemeyi, bir federatif sisteme gitmeyi arzu edenler, yalnız Yahudiler ve Avrupalılar değil, İslamî siyaset güdenlerdir ki İslam dinini buna alet etmek istemektedirler. Aslında bu, tarihî süreci tersine çevirmek isteğidir. Bir iktisadî, siyasî ve askerî güç altında yönetilen çok kavimli, çok kültürlü topluluklar dağılıp gitmişlerdir. “Bütün yollar Roma’dan geçer.” tarihî sloganı gerçekleşince, Roma İmparatorluğu yıkılıp gitmiştir.

Yeni Osmanlıcılık hevesi, siyaset, özgürlük ve demokrasi, yutturmacalı bir ihanettir; büyülterek dağıtmak, çoğaltarak koparmak, genişleterek ufalamak taktiğidir. Bu siyasetçiler, alt kültürlere de kötülük ettiklerinin farkında değillerdir; anayı yavrudan ayırırsanız ana ıstırap çeker ama sonuçta anaya bir şey olmaz. Yavruyu anadan ayırırsanız seyreyleyin gümbürtüyü. Kürdü Türk’ten ayırırsanız, olacak sosyal depremleri düşünemiyoruz bile.

Çok yönlü kimlik ancak geniş bir coğrafyada, bir bölgede olur; Uzakdoğu, Ortadoğu, Asya, Avrupa, Amerika gibi. Çok yönlü kimlik bir millet içinde olmaz. Çokluk, gerçekten sırıtacak kadar söz konusu ise, o toplum zaten millet olamamış demektir. Türk milletini çoğulcu projeyle millî devlet olmaktan çıkarmayı planlayanlar vardır; Önce yolları üzerindeki mayınları temizleyip Suriyelileri, ardından Afganlıları Türkiye’ye kovalamaları, gelmek mecburiyetinde bırakmaları boşuna değildir; çok kavimliliği, çok kültürlülüğü, çoğulculuğu pekiştirmek içindir. Osmanlı’da, sözüm ona “azınlık” kavramı yok görünüyordu. Ne yazık ki ana unsur olan Türk, azınlık hale gelmişti. Osmanlı örneği rast gele seçilmemiştir. Osmanlı genişledikçe yıkılıp gitme, dağılma potansiyeli arttı; büyüme, birbirine uyma, yan parçaların artması vuku bulunca dağılma mukadder oldu. Bugün, merkezî Türk kimliğini; Türk, Kürt, Arap… diye çok kimlikli bir federasyon oluşturmaya kalmak, tekrar dağılmayı hedef alan bir projeden başka bir şey olamaz. Fikir ve inanç sistemleri evrensel olur. Böyle bir yayılma, genişleme, siyasî birliklerin üstündedir. Yani millî kimliklere dokunmaz, onları birleştirmeye çabalamaz; aksi halde evrensel olamazdı. Bir fikir doğruysa, güzelse, hakikati temsil ve terennüm ediyorsa zaten insanlığın malı olmuştur. Bu evrensellik çoğulculukla karıştırılmamalıdır. Milletimizin anası, başka deyişle çoğunluk kimliği; alt kültürleri, farklı kavmî menşelileri azınlık olarak görmüyor da bunlar olaya farklı gözle bakıyorsa orada Türk düşmanlığı hortlamış, yeni boyut kazanmış demektir.

Dışarıda her türlü proje üretenlere katkı sağlayanlar eksik olmamaktadır. Haksızlık etmektedirler, Türkiye’de kavmî (etnik) sorun yoktur. Bir toplumda sosyal hareketliliğin iki şekli yatay ve dikey hareketlilik mevcutsa o toplumda etnik veya alt kültür sorunu yok demektir. Yatay hareketlilik şudur: Bir kimse, o ülkede istediği yere gidip geliyorsa, istediği yere yerleşebiliyorsa, istediği yerde, istediği işi yapabiliyorsa, istediği ile evlenebiliyorsa, yatay sosyal hareketlilikte sorun yok demektir. Dikey sosyal hareketlilik ise şudur: O ülkede bir kimse; istediği mesleği seçebiliyorsa, herkese açık olan istediği bir göreve yasal yollardan gelebiliyorsa, bürokratik merdivende, cumhurbaşkanlığı dâhil istediği yere çıkabiliyorsa; muhtar, kaymakam, vali, bakan, milletvekili olabiliyorsa burada da bir sorun yok demektir.

Sorunlar, dış güçlerle de birleşerek siyasî ve ideolojik platformda üretilmektedir. Türk milletinin irfanına, vicdanına, ülkülerine ters düşenler, uyum sağlamamakta inat ve ısrar edenler, bununla da yetinmeyip düşmanlık ve kindarlık sarhoşluğuna yakalanmışlardır. Cehalet, yerini “kasıtlı cehalet”e terk etmekte; bu da eninde, sonunda ihanetle birleşmektedir.

Kaynak:Haber Merkezi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.