Yazıma, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve emeği geçen devlet yetkililerine teşekkür ederek başlamak istiyorum. Çok şükür, Devlet Arşivleri’ndeki târihe ve devlete, karşı planlanan ihânetten dönüldü. Yüzlerce personelin havuz problemi çözüldü.

Devlet Arşivleri’ne, devletin hâfızasına yapılan ihânet girişimi esnâsında çok kıymetli bir yazı yazarak arşivcilere destek olan Star yazarı Resul Tosun, bugün son derece pozitif bir yazıyla teşekkür etmiş. Buyurun okuyun:

“Bu hatâlı tasarruftan dönerek uzmanları görevlerine iâde eden sorumlulara da bu erdemi gösterdikleri için teşekkür ediyorum.”

Polyanna’ya “Anana birşey yapıyorlar” deyince, “Yaşasın, kardeşim olacak!” demiş.

Hangi hatâlı tasarruf? Uzmanları görevine iâde etmek, niçin erdem? Peki görevlerinden uzaklaştırmak erdemsizliği ne olacak?

Artık herşey ortada! Okuyucular denen risâleci bir grup, gönderilmek istenen 250 kişinin yerine gelecekmiş. Bu iddiâ basında yer aldı ve yalanlanmadığına göre ben de gönül rahatlığıyla yazıyorum.

Göstere göstere arşivin tozunu yutanları sürmeye kalkan, haklarında “fetöcü”, “PKK’lı”, “Cumhurbaşkanlığına lâyık değiller” gibi dedikodulara kapı aralayan Uğur Ünal ve ekibine niye teşekkür edelim ki?

Kimse kusura bakmasın, Uğur Ünal bu adımı attı diye teşekkür etmek, bu ihânet girişiminin üzerini sessiz sedâsız örtmek ve müsebbiblerine, yeniden hâinliğe hazırlanmaları için imkân tanımak demektir. Uğur Ünal, âcilen bu ne idüğü belirsiz tasarrufun (!) hesâbını vermelidir. Hem devlete hem topluma hem de arşivcilere. “Yanıldım” deme lüksü yoktur. Dostun da düşmanın da “kınayacağı” bir gaflete düşmüştür. Geri adım atması, Erman Toroğlu’nun “Uğur geri gel!” tadındaki bir geri adım değildir.

Bu ihânet girişiminin hesâbı, kurum yöneticilerinden ve meseleye dahli olanlardan sorulmalıdır.

Bir teşekkür gerekiyorsa öncelikle bu konuya hassâsiyetine inandığımız Sayın Cumhurbaşkanı ve devlet yetkilileri başta olmak üzere kalemini bir silah gibi bu ihânete çeviren yazarlara teşekkür edilmelidir. Özellikle târihçi yazarlar, Murat Bardakçı gibi ilk ses vermesi gerekenler susarken feryâd ettiler.

Susmayı erdem sananlar susarken arşivcilerin sesine ses veren basın-yayın kuruluşlarına teşekkür edilmelidir.

Fakat asıl teşekkürü, bu ihânet girişimini duyurmak için gece gündüz çalışan arşiv uzmanları hak ediyor. Onlar, bu ihânete râzı olup, kuzu kuzu sürüldükleri yerlere gitseler kamuoyu da devlet büyükleri de haberdâr olmayacaklardı.

Târihî ihânet, sâdece 250 kişinin yerlerinin değişmesi değildi. Yerlerine kimlerin geleceği idi.

Konu hakkındaki araştırmalarım, “okuyucular” diye bir cemaat yapılanmasına götürdü. Bunlar, kimdir, nedir pek tanımam. Kesin olan fikrim, yıllardır harıl harıl Osmanlı Arşivi belgeleri çalıştıkları. Dikkat lütfen! Osmanlıca değil, Osmanlı Arşivi belgeleri hakkında herşey! Okumuşlar okumuşlar, yetmemiş; şimdi de arşiv belgeleri okuyacaklarmış.

Youtube’a yüklenmiş Osmanlıca derslerine baktım. Arşiv uzmanlığına hazırlandıklarını anlamak zor değil.

İnsan hakkı, vatandaşlık hakkı olarak baktığımda vergisini veren, tahsil gören, devletin koyduğu şartları yerine getiren her T.C. vatandaşı arşiv uzmanı olabilir. Tıpkı şu anda çalışan yüzlerce arşivci gibi.

Fakat bu arkadaşlar, kuytularda köşelerde birileri tarafından, devlete memur olmak için hazırlanmadılar. Herşey, şeffaf ilerledi.

“Artık sıra bizde. Bizim çocuklarda devlet kapısı görsün.” anlayışı, çok tehlikeli. Sizin çocuklar okusun dokusun, imtihanlara girsin. Hak ederlerse devlet kapısında çalışsınlar. Bu kadar basit!

Ama olmaz değil mi? Çünkü devlet nedir bilmiyorsunuz. Vatandaşlık nedir, kafanız basmıyor. Sâdece mürid olmayı biliyorsunuz. Müridi olduğunuz yerin dışında hiçbir yere âit değilsiniz. O yapının dışındaki yerlere sâdece sızılır değil mi?

Allah akıl fikir versin! (İçi sıra da bize. Bu duâyı çok severim. Tutarsa mahrûm kalmayalım.)

Zafer Şık diye bir isim ortalarda dolaşıyor. Özgeçmişinde “Osmanlı Türkçesi Arşiv Uzmanı” yazacak kadar cesur birisi. Bu ifâde, Osmanlı Arşivi çalışanı olmayı şart kılar. Sâdece bu da değil. Hazret, Türk dili ve Edebiyatı mezûnu. Üniversitesi yok. Tecrübelerime dayanarak söylüyorum, mezûn olunan yerin başında üniversite adı yoksa iki ihtimâl vardır: Ya yalandır ya açık öğretimdir. Nitekim açık öğretim çıktı.

Bu arkadaşın şık olmayan bir vasfı da Devlet Arşivleri hakkındaki kararnâmeye olan ilgisi.

Zafer Şık, neye, hangi makama hazırlanıyor bilemem. Belki de içerideki uzantılarından bâzılarının sürünerek elde ettikleri makamları, büyük devlet adamlığı olarak görme yanılgısına kapılmıştır.

Bir de Arşiv’e ilgisi “ne alâka?” dedirten “Dilhâne” diye bir site var. Bunların hepsi, didik didik araştırılmalı.

Arşiv personeli rahat bir nefes alırken sosyal medyadan onlara parmak sallayan bir takım zavallılar var. Belli ki hevesleri kursaklarında kalmış. Yarım kalan işi tamamlayacaklarmış.

Allah, akıl fikir versin, bu dangalaklara. Taşlı pilav yiye yiye beyinleri sulanmış.

Bu oyunu bozan arşivci arkadaşlarımı tebrik ediyor, başarılar diliyorum. Bu tararrufa boyun eğip sürüldükleri kurumlara gitseler ve ses vermeselerdi şu anda durum çok farklı olurdu. Ecdâdımın bıraktığı Hazîne’ye gösterdikleri sadâkat sebebiyle ecdâdımın duâsının yetiştiğine bütün kalbimle inanıyorum.

Son yıllarda devletsiz kalan insanların çektikleri acılara yakından şâhid olduk. Allah, kimseyi devletsiz bırakmasın!

Güzel Allahım, hepimizi, çoluk çocuğumuzu, yedi sülâlemizi, ecdâda ihânetten, devlete ihânetten, devleti hafife almaktan muhâfaza eylesin!

Üzerine lâcivertleri çekince devlet adamı oldum sanarak devleti hafife alan hafifmeşrepleri de bildiği gibi yapsın!

Teşekkürü hak etmişlermiş!

Daha neler!

SABRİ BEY RÛHU CANLANDI

Daha evvelki yazılarımda, arşiv uzmanı Anadolu çocuklarının, Hasan Celâl Güzel’i hüngür hündür ağlatan Hazine evrâkını; depolardan, çöpten, sağlıklarını tehlikeye atarak nasıl kurtardıklarını yazmıştım. İşte bu, Kalkandelenli Sabri Bey’in vatanseverliğidir.

31 Mart Vak’ası’nda isyancılar, Yıldız Sarayı’nı basıp kütüphânenin önüne geldiklerinde eşiğe yatarak “Ölümü çiğnersiniz!” diyen hâfız-ı kütüb Kalkandelenli Sabri Bey’le karşılaştılar. Sabri Bey, bu cesâretiyle Yıldız Kütüphânesi’nin yağmalanmasına engel oldu.

İşte Devlet Arşivleri personelinin, hem geçmişte belgeleri kurtararak hem şimdi Oamanlı Arşivi’ne kurulan tuzağı bozarak verdikleri mücâdele, bu mücâdeledir; bu yüce rûhtur. Gözü gibi baktıkları belgelerin muhâfızı olduklarını ispat ettiler.

Aşkolsun!

Helâl olsun!

Yazımı, Sabri Bey’in torunlarına sosyal medyadan pirinçli taşlı tehditlerde bulunan hazrete “sâfi”yâne bir beyit göndererek bitiriyorum:

Kazâyla bir sapan taşı bir altın kâseye değse

Ne taşın kıymeti artar ne kıymetten düşer kâse