Bu rapora esas olan araştırma, 5-6 Mart 2011 tarihlerinde, 36 ilin 180 ilçesine bağlı 308 mahalle ve köyünde 5434 kişiyle hanelerinde yüz yüze görüşülerek gerçekleş- tirilmiştir. Görüşülen kişi sayısına her mahallede 18’er kişiyle görüşme yapılarak ulaşılmıştır. Yine bu rapora esas olan diğer bazı bulgular KONDA araştırmaları bulgularından ve KONDA Hayat Tarzları Araştırması’ndan özetlenmiştir. Kadının toplumdaki konumu “Kadınlar hayatın her alanında, çalışma hayatında, eğitimde erkeklerle eşit fırsatlara sahip olmalıdır” şeklinde bir cümle okunduğunda görüşülen kişilerin yüzde 86’sı bu görüşe katılmaktadır (yüzde 29,4 “kesinlikle doğru”, yüzde 56,3 “doğru”). Bu görüşe katılmayanlar yüzde 6,1 oranında “ne doğru ne yanlış”, yüzde 6,6 “yanlış” ve yüzde 1,5 “kesinlikle yanlış” diyenlerden oluşmaktadır. “Kadınlar, yönetici olarak karar verenler arasında daha fazla yer almalıdır” cümlesine katılanların oranı da yüzde 72,7 ile oldukça yüksektir. Ancak yüzde 12,8 oranında çekimser olan, yüzde 12,9 oranında cümleyi yanlış bulan, yüzde 1,6 oranında ise kesinlikle yanlış bulan denek vardır. Kadının siyasetteki yeri Görüşülen kişilere genel olarak kadınların siyasette yer alması konusundaki görüşleri sorulmuştur. Dört soruya verilen cevaplar, görüşülen kişilerin yarısından fazlasının kadınların siyasete katılımını genel anlamda desteklediklerini göstermektedir. Toplumun büyük bir çoğunluğu fırsat eşitliğine inanırken, yine çok önemli bir oranı siyasal işlerde kadın veya erkek olmanın fark etmediğini söylemektedir. “İçişleri bakanlığı, meclis başkanlığı, milli savunma bakanlığı gibi siyasal işleri yapmak ve sorumluluklar almak için, kadın veya erkek olmak fark etmez” cümlesine görüşülen kişilerin yüzde 72’si katılmakta, yüzde 15’i ise doğru bulmamaktadır. Kadın siyasetçilerin sayısının artması durumunda Türkiye’nin gelişeceğine, daha iyi bir toplum haline geleceğine inananların oranı, yüzde 56 ile yarıdan fazladır. Benzer bir soru tersten sorularak, görüşülen kişilere “Kadınların siyasette ve mecliste şimdikinden fazla yer almalarına gerek yoktur” cümlesi okunduğunda, görüşülen kişilerin yüzde 71’si karşı çıkmakta (yüzde 19 “kesinlikle yanlış”, yüzde 52 “yanlış”), buna karşılık yüzde 18’i böyle bir gerek olmadığını savunmaktadır. “Kadınlar siyasette yer alsalar bile ekonomi, finans, dış ilişkiler, milli güvenlik gibi konularda fikir sahibi olamazlar.” Bu cümle okunduğunda görüşülen kişilerin yüzde 65’i onaylamadıklarını söylemektedirler (yüzde 15 “kesinlikle yanlış”, yüzde 50 “yanlış”). Yüzde 19 ise bu cümleye katılmak suretiyle bir terslik görmediğini ifade etmektedir. KONDA MART’11 SİYASETTE KADIN Sayfa 6 / 60 Toplum kadının siyasete katılmasından yana Genel anlamda toplumun kadının siyaset katılmasını desteklediği, erkekler kadar iyi yapabileceklerini ve bunun ülke için olumlu olacağını savundukları görülmektedir. Kadınların siyasete katılımını, erkekler kadınlara kıyasla kadının siyasete katılımını daha az savundukları görülmektedir. Eğitim arttıkça kadınların siyasete katılımının artmasını ve kadınların ekonomi, dış politika gibi her türlü konuyu anlayabileceklerini savunanlar artmaktadır. Mecliste kadınlar daha fazla olsa idi… Görüşülen kişilerin yüzde 77’si kadınların siyasette daha fazla yer almaları durumunda siyasette ve mecliste genel üslup ve tavırların iyi yönde değişeceğine inanmaktadır. Yüzde 12’lik bir oran buna inanmazken, yüzde 11 de çekimser kalmıştır. Yine kadınların siyasette daha fazla yer alması durumunda, daha çok kadınların ilgi ve sorumluluk alanı olarak görülen aile içi şiddet, çocuk bakımı, doğum izni, eğitim gibi konuların mecliste daha fazla ele alınacağı önermesine deneklerin yüzde 84’ü katılmaktadır. Sadece yüzde 7’lik bir oran böyle bir değişiklik olacağına inanmamaktadır. Kadınların mecliste yer almalarının, toplumdaki başka karar mekanizmalarına doğrudan yansıması olup olmayacağı sorulan bir soru, “Kadın milletvekili sayısının artması, kadınların başka alanlarda da önemli roller üstlenmelerini, karar verir hale gelmelerini sağlamayacaktır” şeklinde sorulmuş ve yüzde 66’lık bir kesim bu cümleye katılmadığını belirtmiştir. Yüzde 16’lık bir kesim ise bu cümleye katılmak suretiyle bu tür bir yansıma olacağına inanmadığını belirtmiştir. Görüşülen kişilere, bunların yanı sıra kadınların siyasette neden düşük oranda yer aldıklarına dair yorumları sorulmuştur. Yüzde 39,2 oranında “siyasette, partilerde kadınlara yeterince destek verilmiyor” cevabı verilirken, deneklerin yüzde 26,5’i “Kadınların siyaset yapamayacağı düşünülüyor,” yüzde 20,3’ü “Aile sorumlulukları ağır basıyor” cevabı vermiştir. Bunların yanı sıra görüşülen kişilerin yüzde 14,1’i de bunun nedenini seçmenlerin kadın milletvekili istememesine bağlamıştır. Özetle, kadınların siyasetteki düşük temsilini toplum, partiler tarafından yer yer öne sürülen “seçmen istemiyor” nedenine veya kadının geleneksel ailevi rollerine değil, esasen siyasette yeterli destek verilmemesine bağlamaktadır. Kadınların siyasete katılımı neden az? “Bu hanedeki bir kadının (siz, eşiniz, kızınız, anneniz) siyasete girmesini, belediye başkanı, milletvekili adayı olmasını destekler misiniz, doğru bulur musunuz?” şeklinde sorulan soruya cevaben, araştırmaya katılan kişilerin yüzde 69,8 “desteklerim” yüzde 10,8’i “en doğrusunu kendisi bilir”, yüzde 13,1’i “desteklemem” ve yüzde 6,3’ü “izin vermem” cevabı vermiştir. Diğer bir deyişle, Türkiye’de her beş kişiden dördü ailesinden bir kadının, karısının, annesinin, kızının, kız kardeşinin siyasete girmesini onaylayacağını ifade etmektedir. KONDA MART’11 SİYASETTE KADIN Sayfa 7 / 60 Ne yapılmalı? Kadınların siyasette daha fazla rol alması için neler yapılabileceğine dair önerilen çözümler arasından, deneklerin yüzde 23,7’si tercihini kota uygulamasından, yüzde 49,1’i kadın adaylara kolaylık gösterilmesi gereğinden, yüzde 19,3’ü ise özel uygulama gerekmediğinden yana kullanmıştır. Deneklerin yüzde 7,9’u ise sorunun içerdiği varsayıma hepten karşı çıkarak “Kadınların siyasete girmesi yanlıştır” demektedir. Toplumun büyük çoğunluğunun kadının siyasette yer alması için çaba sarf edilmesinden yana olduğu ancak bunun için kota uygulamasının ilk tercih olmadığı, daha ziyade başka türlü pozitif ayrımcılık uygulamalarını fikren destekledikleri anlaşılmaktadır. Görüşülen kişilerin yüzde 36’sı kadına özel politikaların etkili olacağını, bir partiyi bunun için tercih edebileceğini söylemektedir. Yüzde 40,6’lık bir kesim bunun tercih unsuru olmayacağını belirtirken, yüzde 21,6 “Bilmiyorum” cevabı vermiştir. Toplumun yarıya yakını, yüzde 47’si, kadına özel politikaların bir partiyi tercih etmede etkili olacağını belirtmiştir. Kadın aday oy tercihini değiştirir mi? “Adayın kadın olması halinde oy vereceğiniz parti kararınız değişir mi, ne yönde değişir?” sorusuna görüşülen deneklerin yüzde 63’ü “değişmez, partime bakarım” cevabı verirken, yüzde 9’u “kararım güçlenir”, yüzde 5’i “sırf bu yüzden vazgeçerim” demektedir. Deneklerin yüzde 23’ü ise “adayın kim olduğuna bağlı” demektedir. Parti tercihlerine göre bakıldığında, en yüksek oranda “kararım değişmez, partime bakarım” cevabı verenler BDP ve MHP seçmenleri arasında görülmektedir. CHP seçmeninin ortalamadan daha yüksek bir oranı (yüzde 12) için, adayın kadın olması partiye inancını güçlendiren bir unsurdur. Kararsızların yüzde 30 gibi nispeten yüksek bir oranının parti kararını, kadın adayın kim olduğuna bağlı olarak vereceğini söylemesi kararsız seçmen açısından adayların kimliğinin önemli olduğuna işaret eden bir göstergedir. Başı kapalı kadın aday oy tercihini değiştirir mi? “Adayın başı kapalı bir kadın olması halinde oy vereceğiniz parti kararınız değişir mi, ne yönde değişir?” sorusuna görüşülen deneklerin yüzde 59’u “kararım değişmez, partime bakarım” derken yüzde 19’u da “adayın kim olduğuna bağlı” demektedir. Deneklerin yüzde 9’u “parti kararım güçlenir” cevabı vermekte, yüzde 13’ü ise “parti kararından vazgeçeceğini” söylemektedir. Ak Parti seçmeninin yüzde 14’ü için başı kapalı kadın aday parti tercihini güçlendirici, yüzde 4’ü için ise parti tercihinden vazgeçirici bir rol oynamaktadır. CHP seçmenlerinde ise tam tersi eğilim gözlenmekte, yüzde 36’sı parti tercihinden vazgeçeceğini söylemektedir. Başı kapalı kadın adaydan olumlu veya olumsuz en az etkilenen, yüzde 72’si parti kararını değiştirmeyeceğini söyleyen MHP seçmenidir. MHP’liler için başı kapalı kadın aday yüzde 10 oranında vazgeçme, yüzde 3 oranında kararında güçlenme nedenidir. KONDA MART’11 SİYASETTE KADIN Sayfa 8 / 60 Kararsızlar arasında ise başı kapalı kadın aday nedeniyle kararından vazgeçeceğini söyleyenler yüzde 11, kararının güçleneceğini söyleyenler yüzde 8 oranındadır. Kararsızların dörtte biri adayın örtünmesi veya cinsiyetine değil, kimliğine bakacağını söylemektedir. KONDA MART’11 SİYASETTE KADIN Sayfa 9 / 60 2. SİYASİ KATILIM DERKEN … Günümüzde yurttaşlık kavramı tartışılırken pek çok farklı teorik yaklaşım olsa da, ilgili yazında özellikle eşitlik ve katılım kavramlarının tartışmalarda, büyük oranda uzlaşma sağlanan iki temel öğe olduğu söylenebilir. İlgili tartışmalarda bir yandan yurttaşların eşitliği önündeki engeller eleştirel bir bakış açısıyla incelenirken, öte yandan eşitlik önündeki engellerin yurttaşların demokratik süreçlere katılımını da olumsuz etkilediğinin altı çizilmektedir. Eşit haklara sahip yurttaşların, haklara ulaşımlarının eşit olmaması önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Dahası farklı ihtiyaçlara sahip yurttaş gruplarının, zaman zaman, taleplerini ve sorunlarını yeterince dillendirememeleri hakkında önemli tartışmalar yürütülmektedir. Tüm bu sorgulama sürecinde eleştirilere fazlasıyla maruz kalan özellikle “temsili demokrasi” ve “temsili demokrasi”nin yurttaşları karar verme ve politika yapma süreçlerine dahil eden araçlarıdır. Zira temsili demokrasi adı üzerinde bireyleri “temsil etmesi” gerekirken, bazı bireyler hatta gruplar karar verme süreçlerine katılamadıkları için görünmez olabilirler. Bu tartışma temsili demokrasinin tüm yurttaşları temsil eden bir yapı/süreç olma amacından uzaklaştığı ve erki elinde tutanların temsilcisi haline dönüştüğü bir yapı/süreç olmasından kaynaklanıyor olabilir. Bu bağlamda, tüm yurttaşların eşit haklara, eşit temsiliyet biçimine ve haklara eşit ulaşıma sahip olduğu varsayımı gücünü yitirmektedir. Bu da yurttaşların eşitliğinin hem temsiliyet, hem de temel yurttaşlık haklarına ulaşım (ki bu aynı zamanda kaynaklara ulaşımı da kapsar) anlamında olumsuz yönde etkilemektedir. Bu da yurttaşlığın ana öğelerinden eşitlik ilkesini erozyona uğratmaktadır.(1) Pek çok farklı ihtiyaçlara sahip grupların, kesimlerin yanı sıra kadınların eşitlik, temsiliyet ve katılım bağlamında hem dünyada, hem de Türkiye’de dezavantajlı bir durumda oldukları sadece istatistiklere bile bakarak anlaşılabilir. Bu başlangıç ve sunuş bölümü, gerçekleştirilen saha araştırmasına bir çerçeve oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu bölümde, kadınların temsiliyeti ve yurttaşlık haklarına ulaşımları önündeki engellere dikkat çekmek istiyoruz. Bu başlangıcın ilk bölümünde yurttaşlık kavramına ve temsiliyetle olan ilişkisine yer verilmiştir. İkinci bölümünde ise kadınların temsiliyeti ve yurttaşlık haklarına ulaşımlarının önündeki engellerin kadınlık ve erkeklikle ilişkilendirilen normlarla olan ilgisine odaklanmaya çalışılmıştır. Son olarak kadınların temsiliyeti ve haklarına ulaşımdaki engellerin olası sonuçlarının altı çizilmiştir. 2.1. Yurttaşlık ve temsiliyet ilişkisi Yurttaşlık kavramı ile ilgili tartışmalar, yurttaşlığın sınırlarından haklarına kadar uzanan geniş bir yelpazeden oluşmaktadır. Kymlicka ve Norman yurttaşlıkla ilgili tartışmaları kolaylaştıran bir zemin sunarlar ve yurttaşlığın üç ana öğeden oluştuğunu söylerler. 1 Fraser, Anne Phillips KONDA MART’11 SİYASETTE KADIN Sayfa 10 / 60 Bunlardan ilki statüdür. Statü, yurttaşla devlet arasında bir sosyal sözleşme olup, bu sosyal sözleşme aracılığıyla yurttaşların haklarının ve görevlerinin belirlenmesidir. İkinci öğeyi aidiyet diye adlandırırlar. Aidiyet, bir yurttaşın herhangi bir–-politik–-toplulukla ilişkilenme durumu olarak tanımlanabilir. Üçüncüsü ise kısaca katılım olarak adlandırılabilecek ve yurttaşların politik temsiline ve ilgili katılım süreç ve şekillerine odaklanan öğedir. Hakların ve görevlerin eşit olarak tanımlandığı ve yurttaşların politikanın nesnesi değil, katılım aracılığıyla, öznesi oldukları durumlarda bile eşit yurttaşlardan sınırlı bir şekilde bahsedilebilir. Zira hem eşitlik, hem de haklar bağlamında yurttaş hakları yasa tarafından tanımlansa bile, desteklenmediği durumlarda gerçekleşemeyecek ya da ulaşılamayacak bir performans olacaktır. Bu tartışmaların içinde, herhalde, ilgili yazını en çok etkileyen ve zenginleştiren kavramsal tartışmalardan biri T. H. Marshall’ın “Yurttaşlık ve Sosyal Sınıf” isimli makalesidir.(2) Marshall, ilgili makalede, yurttaşlığın “eşitlik üzerine kurulu” bir statü olması gerektiğini belirterek başlar. Bu statünün sağlanması içinse, yurttaşın, toplumun tam/bütün bir üyesi olabilmesi için sadece yasalar tarafından haklarının korunmasının yeterli olmayacağı; aynı zamanda ilgili yasaları demokratik haklarını kullanarak değiştirebilmesi gerektiğini belirtir. Marshall’ın statü ve katılım ile ilgili kurduğu ilişki Kymlicka ve Norman’ınkine oldukça benzemektedir. Ancak Marshall, yurttaşlığı, sivil, siyasi ve sosyal olmak üzere, üç ana hak kümesi üzerinden tanımlar.(3) Hak kümelerinin birbirleri ile kesiştiklerini söylemekle birlikte, sivil haklar alanında mülk edinmek, ifade özgürlüğü gibi haklar yer alır. Siyasi haklar alanı örgütlenme, seçme ve seçilme gibi katılım ve temsiliyet ile ilişkilendiren Marshall, temel ihtiyaçların giderilmediği bir durumda tam/bütün bir yurttaşlığın söz konusu olmadığına vurgu yapar ve eğitim hakkı, barınma hakkı, sağlık gibi sosyal hakları da yurttaşlığın bir parçası olarak tanımlar. Marshall’ın en önemli vurgusu bir hak alanının ya da hakkın kullanılamadığı durumda diğer hakların da tehlikeye düşebileceğidir. Eşitlik zemini üzerine inşa edilen durumlarda bile, bazı yurttaşların tam/bütün yurttaşlar olarak yaşamaları önünde ciddi sorunlar çıkabilmektedir. Örneğin kişilerin bedensel bütünlükleri tehlikeye düşebilmekte, eğitim, sağlık, barınma gibi sosyal hakları karşılanmamakta ya da karar verme süreçlerine katılımları önünde engeller olabilmektedir. Kadınların durumuna baktığımızda Türkiye sivil haklar bağlamında, en temel hakları olan yaşam hakkının tehlike altında olduğu görülmektedir. Türkiye’de bir soru önergesi üzerine Adalet Bakanlığı’nın açıklamasına göre 2002 yılından 2009 yılına kadar, kadın cinayetleri yüzde 1400 oranında artmıştır.(4) 2 Marshall, Yurttaşlık ve Sosyal Sınıf 3 T.H. Marshall “sosyal sınıf ve yurttaşlık”, Ayşe Buğra derleyen, Sosyal Politika Yazıları içinde, İletişim Yayınları, 2005. 4 Bianet, 29 Aralık 2010, http://bianet.org/bianet/kadin/126887-paydak-ksgmnin-yaniti-ibret-verici-sasirtici-degil. Radikal, 24 Kasım 2010, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1030040&Date=24.11.2010&Categor yID=77. Kadına yönelik şiddet için ayrıca bakınız: İstersek Biter: “Namus” adına işlenen cinayetler raporu, Kamer, 2006, http://www.kamer.org.tr/content_images/2006[1].report.pdf KONDA MART’11 SİYASETTE KADIN Sayfa 11 / 60 2.2. Kadınların önündeki zihni ve fiziki engeller Sivil haklar alanına giren bir başka konu bireylerin kendi bedenleri üzerindeki haklarıdır. KONDA’nın “Kadınlarda İnsan Hakları Farkındalığı ve Davranışları Araştırmasında”, kadınların yüzde 69’unun belli bir tarz kıyafeti giyip (sembolik olarak kolsuz bluz seçildi ve soru “kolsuz bluz giyerek dışarıya çıkıp çıkamayacağı” şeklinde soruldu) dışarı çıkamadığı belirtilmiştir.(5) İstediği kişiyle evlenme hakkı ise KONDA’nın “Hayat Tarzları Araştırmasında” kadınların yüzde 52’sinin görücü usulü ile, yüzde 8’nin ise rızası dışında evlendiği belirtilmiştir.(6) Eğitim, sağlık, barınma, sosyal güvenlik gibi sosyal haklar bağlamında baktığımızda kadınların yurttaş olarak yaşadıkları olumsuz durum daha açık gözler önüne serilmektedir. Kadınların işgücüne katılımı son derece sınırlıdır. Bu durum, kadınların ya sosyal güvenlik mekanizması dışında kalmalarına ya da koca-baba gibi aktörlere bağımlı hale gelmelerine neden olmaktadır.(7) TÜİK verilerine göre 2009 yılında işgücüne dahil olmayan kadın nüfusu toplam kadın nüfusunun yüzde 69’unu oluşturmaktadır. Kalan çalışabilir kadın nüfusunun yüzde 8’i işsiz, yüzde 9,3’ü ise tarımda çalışmaktadır. Kadınların sivil ve sosyal haklarına erişiminin olmadığı ya da sınırlı olduğu böyle bir durumda siyasi hakları da etkilenmektedir. Aynı zamanda karar verme ve politika yapma süreçlerine katılımları da sınırlı olduğundan, ihtiyaçlarını seslendirip, talep edememekte ve gerçekleşmesini sağlayamamaktadırlar. Kadınların ihtiyaçlarının, yine kadınlar tarafından dile getirilmesinin önemi ve gücü deneyime dayanmaktadır. Kadınların günlük hayatlarında, kadın oldukları için deneyimledikleri ve ihtiyaç duydukları konuları, çözümleri ile birlikte seslendirmeleri hem kadınların nesneleşmesini engelleyecek, hem de öznenin kendi talepleri, ihtiyaçları ve çözümleri ile karar verme ve politika yapma mekanizmaları içinde var olmasını kolaylaştıracaktır. Öznenin ihtiyaçlarını dillendirmesi konusunda bir başka konu ise evrensel “kadın” kategorisine eleştirel bakmanın gerekliliği ile ilgilidir. Kadınların ihtiyaçlarının ve deneyimlerinin farklılıklarını ve çeşitliliklerini göz önüne aldığımızda, farklı deneyim ve perspektiften kadınların karar verme süreçlerinde yer almasının önemi ortaya çıkacaktır. Kadınların siyasi temsili ve katılımı üzerine tartışmaya geçmeden önce kadınların siyasete katılımının önündeki önemli engelin kadınlık ve erkeklik rolleri olduğuna değinmek faydalı olabilir. Kadına ve kadınlığa yüklenen roller ve kadınlık algısı, kadını evle ilişkilendiren, bakım işlerinden sorumlu kılan, kadının bedeni üzerinde hak iddia eden, kadına kırılgan, duygusal, mantıksız (irrasyonel) gibi değerleri yakıştıran bir eğilim göstermektedir. Yukarıda örneklemek amacıyla sıralanan değerler ve zihniyet kalıpları bütünüyle 5 www.konda.com.tr “Türkiye’de Kadınların İnsan Hakları Farkındalığı ve Davranışları Araştırması 6 www.konda.com.tr “Biz Kimiz: Hayat Tarzları Araştırması” 7 Kadın ve istihdam için bakınız KEİG raporları: http://www.keig.org/ KONDA MART’11 SİYASETTE KADIN Sayfa 12 / 60 kadının tam yurttaşlığı ve dolayısıyla karar verme süreçlerine katılımı önünde önemli engeller oluşturmaktadır. Yapılandırılan bu değerler bütünü, bakım işlerini kadına yakıştırmaktan, “namus” olmaya kadar geniş bir yelpazede kadını evin içine, özel alana yerleştirmektedir. Bu değerler bütünü içinden konuşulduğunda kadınlık özel alan içinden kurgulanmaktadır. Özel alana kadını yerleştiren akıl, kamusal alanı erkeğin var olduğu yaşam alanı olarak kurgulamaktadır. Yine aynı akıl, siyaseti ve karar mekanizmalarına katılımı kamusal alanın bir parçası olarak tanımlayıp, siyaseti erkeklik ile ilişkilendirmektedir. Oysa kamusal alanı siyasi, özel alanı ise siyasetten arınmış tahayyül etmek mümkün değildir. Zira özel alanda namuslu olmak, bakım işlerini üstlenmek, duygusal olmak gibi kadınlığa biçilen roller son derece siyasidir. Kamusal alanda, karar mekanizmalarında kadınların yer almasının sınırlı olmasının açıklamaları özel alandaki pratiklere dayandırılmaktadır.(8) Dahası kamusal alan ve özel alan birbirini bu denli etkiler ve oluştururken aralarında derin bir ayrım olduğunu varsaymak sorunlu olabilir. Özel alana ilişkin görülen kadın bedenine, bakım işlerine (çocuk, yaşlı gibi) ilişkin konular, kamusal alanda sınıflandırılan sağlık politikası, sosyal politika gibi karar verme ve politika yapma süreçleri aracılığı ve/veya sonucunda düzenlenirler. Dolayısıyla, kadınların karar verme ve politika yapma süreçlerine katılımında talep edilen, kadın perspektifinin sürece katılımını sağlamaktır. Öbür türlü mevcut kurguların veya yapıların içinden konuşan bir akıl, mevcut mazeretleri ve engelleri üretebilir. 2.3. Kadın temsilini engellemenin olası sonuçları Kadınların kamusal alandaki temsiliyetlerinin ve varoluşlarının sınırlı olması, karar verme ve politika yapma süreçlerini, diğer bir deyişle siyasi haklarını kullanmalarını da olumsuz yönde etkilemektedir. İlgili yazında, siyasi haklar genellikle temsiliyet tartış- ması üzerinden ele alınmıştır. Oysa siyasi hakları, toplumsal süreçlere karar alma seviyesinde katılım olarak değerlendirmek, kadınların katılımındaki/temsiliyetindeki eksikliğin yarattığı ve yaratabileceği sorunların büyüklüğünün fark edilmesinde faydalı olabilir. Çünkü kadınların toplumsal süreçlere katılımı önündeki engeller, ihtiyaçlarını ve taleplerini dile getirebilmelerini de engelleyecektir. KONDA araştırmasında “Kadınların karar mekanizmalarında şimdi olduğundan daha fazla yer almaları gerektiği”ne kadınların yüzde 84’ü, erkeklerin ise yüzde 62’si inanmaktadır. Aradaki farkın önemli nedenlerinden birisinin, kadınların ihtiyaçlarının yine kadınlar tarafından dillendirileceğine dair inanç olma ihtimali yüksektir. Yine araştırmanın bir başka sorusunda, daha çok kadınların ilgi ve sorumluluk alanı olarak görülen aile içi şiddet, çocuk bakımı, doğum izni, eğitim gibi kadınların ihtiyaçlarına ilişkin konuların mecliste daha fazla ele alınacağı önermesine deneklerin yüzde 84’ü katılmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi, kadınların karar alma mekanizmalarında sınırlı sayıda oluşları, yine kadınların sivil ve siyasi haklarına ulaşımları önünde bir engel oluşturmaktadır. 8 Fraiser, Anne Philipps, Demokrasinin Cinsiyeti, Kamusal Alan – Özel Alan KONDA MART’11 SİYASETTE KADIN Sayfa 13 / 60 Dünyada ya da Türkiye’de kadınların karar verme süreçlerine katılımının önündeki önemli engellerden biri yapısaldır. Mevcut temsili demokraside partiler üzerinden giden örgütlenme anlayışında, partilerin aday gösterdikleri insanların meclise seçilmeleri ve erkek-partilerin kadın adayları tercih etmemeleri, kadınların mecliste yer almaları önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. KONDA araştırmasında da ortaya çıkan, “Adayların seçim listesine konulmasında sizce kim karar veriyor?” sorusuna en yüksek oranla (yüzde 49), “parti lideri” cevabı gelmesidir. “Kadınların siyasete katılımı neden az?” sorusuna ise yüzde 39 oranında “siyasette, partilerde kadınlara yeterince destek verilmiyor” cevabı verilmiştir. Dolayısıyla partilerin kadın adayları hem parti başkanlığı bağlamında, hem örgütlenme olarak desteklemediği ve bu yüzden kadınların karar verme süreçlerine katılamadıkları yönünde bir görüş bulunmaktadır. Temsili demokrasi süreçlerinde, karar alma mekanizmalarında sınırlı yer bulan kadınların, katılımcı demokrasi, sivil toplum örgütleri aracılığıyla, karar verme ve politika yapma süreçlerine katılımları ve iradelerini göstermeleri oldukça ilginçtir. Türkiye’de Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu’nun değiştirilme sürecinde mecliste sınırlı temsili olan kadınlar, parlamento dışından, oldukça etkili ve başarılı kampanya ve çalışmalarla ve sivil toplum örgütleri aracılığıyla taleplerini ve ihtiyaçlarını dile getirmeye çalışmışlardır.(9) 2.4. Sonuç yerine… Kadınların karar verme süreçlerine katılımlarının önündeki engeller, aynı zamanda kadınların toplumsal katılımlarına da engel olmaktadır. Tüm yurttaşların eşit haklara sahip olması ve bu haklara erişimleri için çalışması, sivil ve sosyal haklar söz konusu olduğunda bu haklar daha çabuk benimsenirken, siyasi haklar tartışılırken bir miktar temkinli davranılmaktadır. Bireyin beden bütünlüğü, temel ihtiyaçlarının sağlanması için sosyal haklar bağlamında desteklenmeleri kabul edilirken, özelinde, kadınların karar mekanizmalarına katılmaları için güçlendirilmeleri, teşvik edilmeleri ve/veya desteklenmeleri zaman zaman eleştirilmekte ve engellenmektedir. Ancak, KONDA’nın yaptığı bu araştırmada kadınların siyasette daha fazla rol alması için neler yapılabileceğine dair deneklerin yüzde 24’ü tercihini kota uygulamasından, yüzde 49’u kadın adaylara kolaylık gösterilmesinden yana kullanmıştır. Diğer bir deyişle deneklerin yüzde 73’ü kadınların hem hak bağlamında, hem de örgütlenme tarafından desteklenmesinin gerekliliğini vurgulamışlardır.

Editör: TE Bilişim